Dincisi, laiki, “yıa ben politik diilimcisi”, faşisti, milliyetçisi, ulusalcısı toplanın… Usta yazar Eduardo Galeano’nun hepimize diyecekleri var. Dincisi kendini Filistin’de bulacak, solcusu emek sömürüsünde, milliyetçisi vatanseverlikte, faşisti insana dönebilme ihtimalini düşünecek… İnanın hepimize göre birşeyler var.
Acı bir tesadüf yaşanmıştı. Eduardo Galeano ve Günter Grass’ı aynı gün hayatını kaybetmişti. İki yazar da zamanında Irak Savaşı ve baba oğul Bush’larla ilgili yazdıklarıyla bu iki şebeği ayar manyağı yapmışlardı. İkisinin de yazdıkları harfiyen doğru çıktı.
Galeano’nun kalemi Latin ruhunun o dizginlenemez diliyle akıp gitti. Kelimeleri tango figürleri gibi birbirini bulup tamamladı. Yumuşak, hızlı ve ritmik. Bir futbol aşığıydı. Dünyanın en vahşi bakışlarına karşı son vuruşunu hep ters köşeye bıraktı. İnsan onuruna ve özgürlüğe dair yazdıklarını soluksuz okuttu. Yaşamı tıpkı Güney Amerika futbolu gibi şiirsel anlattı. Kendini sadece “Ben basit bir futbol dilencisiyim” diyerek tanımladı.
Protest bir gazeteciydi Eduardo Galeano. Günümüzün ön ödemeli yazarlarının aksine bu mesleğin ruhuna sadık kalarak yazdı. Sorumlu olduğu toplumu hiç yalnız bırakmadı. Çöp cümleler kurmadı. Gazeteciliğin edebiyatın bir kolu olduğunu bilerek yazdı. Latin Amerika’nın Kesik Damarları kitabı, koca bir kıtanın ve milyonlarca insanın, demokrasinin kalesi Batı tarafından nasıl yüzyıllardır kesilip atıldığını anlattı.
Usta yazarın anısına onun söyleşilerinden ve kitaplarından alıntılar derledik sizlere. Bazıları minik bir cümle, bazıları okkalı bir paragraf kadar uzun. Sonuna kadar okumadan geçmeyiniz. Galeano’nun bitirici vuruşlarının keyfine ancak bu şekilde varabilirsiniz.
Adalet de tıpkı yılanlar gibi, yalnızca çıplak ayaklıları ısırıyor
Aç adam kahvaltıda korku yer. Sessizlik korkusu sokakları sarsar. Korku tehdit eder. Eğer aşık olursanız, aids olursunuz. Sigara içerseniz kanser olursunuz…
… nefes alırsanız zehirlenirsiniz. İçki içerseniz, kaza yaparsınız, yemek yerseniz, kolesterolünüz yükselir. Konuşursanız, işsiz kalırsınız. Yürürseniz, saldırıya uğrarsınız. Düşünürseniz, acı çekersiniz. Şüphe ederseniz, acı çekersiniz. Hissederseniz, yalnız kalırsınız.
Yoksullara yiyecek verirseniz ‘aziz’, neden yiyecekleri olmadığını sorarsanız ‘komünist’ olursunuz
Dünya zengin çocuklara para muamelesi yapıyor, paranın davrandığı gibi davranmayı öğrensinler diye. Dünya, yoksul çocuklara çöp muamelesi yapıyor, çöpe dönüşsünler diye…
… orta sınıftakilere ne zengin ne de yoksul olanları televizyona bağlıyor; vakit henüz erkenken tutsak hayatını kader olarak bellesinler diye. Çocuk olmayı başaran çocuklar çok şanslı…
Hayır işlerine inanmıyorum. Dayanışmaya inanıyorum. Hayırseverlik çok dikey. Yukarıdan aşağı iniyor. Dayanışma yataydır. Ötekine saygı duyar…
Wembley’de ingiltere’nin kazandığı 66 Dünya Kupası’nın bağırışları hala duyuluyor, ama biraz daha kulak kabartırsanız 53’te Macarların İngilizleri gole boğdukları zaman çıkan iniltileri de duyabilirsiniz…
… Montevideo’nun Centenario Stadyumu hala Uruguay futbolunun zaferlerine duyulan nostaljiyle iç çekiyor. Maracana hala 1950’de yapılan dünya şampiyonasında Brezilyalıların yenilgisine ağlıyor. Buenos Aires’te Bombonera’da yarım yüzyıl öncesinin davulları işitiliyor. Azteca Stadı’nın derinliklerinden eski Meksika top oyununun törensel ilahileri yankılanıyor. Barcelona’daki Camp Nou’nun beton sıraları Katalanca, Bilbao’daki San Mames Stadı’nın sıraları baskça konuşuyor. Milan’da Guiseppe Meazza’nın hayaleti, kendi adını taşıyan stadyumu titreten goller atıyor. Almanya’nın kazandığı 74’teki Dünya Kupası’nın finali günler ve geceler boyu oynanıyor hâlâ. Suudi Arabistan’daki Kral Fahd Stadyumu’nun mermer, altın ve halı kaplı tribünleri var, ancak ne anlatacak bir anısı, ne de söyleyecek önemli bir sözü yok!
Politikacılar, konuşur ama hiçbir şey söylemezler. Seçmenler, oy kullanır ama seçemezler, medyası bilgilendirmez…
… okullar cahillik öğretir. Yargıçlar, kurbanları cezalandırır. Ordular, kendi vatandaşlarıyla savaşır. Polisler, suç işlemekten, suçla savaşmaya zaman bulamaz. Kârlar özelleştirilirken iflaslar kamulaştırılır. Para, insandan özgürdür. İnsanlar nesnelerin hizmetindedir…
Duvarlar yoksulların yazılı basınıdır
İtaatsizliği cezalandırmak ve özgürlüğü disiplin altına almak için aile geleneği, kadınları aşağılayan, çocuklara yalan söylemeyi öğreten…
… ve korku hastalığını yayan bir terör kültürünü sürdürmektedir. İnsan haklarının evde başlaması gerekir
İnsanlığın muhteşem gökkuşağı maçoizm, rasizim, militarizm, elitizm ve diğer izm’ler tarafından orası burası kesilerek parçalanıyor, insanlık bunlardan fazlasıdır
Hitler hiçbir şeyi icat etmedi. Yahudiler, 2000 yıldan beri İsa’nın affedilmez katilleri ve bütün suçların mümessilleridirler…
… 1290 yılında İngiltere, geride bir tane bile kalmayacak şekilde onları ülkeden kovdu. İngiltere’nin ardından sırasıyla Fransa’dan, Avusturya’dan, İspanya’dan, Portekiz’den ve sayısız İsviçre, Almanya, İtalya şehrinden de atıldılar. Yahudi avı, her zaman için bir “Avrupalı sporu” olmuştur. Şimdiyse, bu sporu hiçbir zaman yapmamış olan Filistinliler, diğerlerinin hesabını ödüyorlar.
Tarih hiçbir zaman gerçekten hoşçakal demez, tarih sonra görüşürüz der
Herkes kendi ışığıyla ışıldar. Hiçbir alev öbürüne benzemez. Büyük alevler vardır, küçük alevler, her renkten alev…
… Kimi insanların alevi öyle durağandır ki rüzgarda bile dalgalanmaz, kimi insanlarınsa havayı kıvılcıma boğan çılgın alevleri vardır. Kimi saçma alevler ne tutuşur ne de ışık serperler; kimileri de öyle bir canlılıkla yalazlanırlar ki onlara bakınca gözlerimiz kamaşır, yaklaşırsak üstümüze ateş vurmuş gibi parlarız.
Kilise der ki, beden bir günahtır. Bilim der ki, beden bir makinedir. Reklamlar der ki, beden bir işletmedir. Beden der ki, ben tam bir şenlik yeriyim!
Ütopya ufuk çizgisi gibidir. Ona doğru iki adım atarım, o da iki adım uzaklaşır benden. 10 adım atarım, bu sefer 10 adım uzaklaşır…
… ufuk çizgisine erişilemez. O halde ne işe yarar bu ütopya dedikleri şey? Devamlı yürümenizi sağlar…
Hepimiz ölümlüyüz ama ilk öpücük ve ikinci kadeh şaraba kadar
Barış ve adalet haykırarak doğan yirminci yüzyıl kanın içinde boğulmuş olarak öldü ve bulduğundan çok daha adaletsiz bir dünya bıraktı arkasında…
…yine barış ve adalet haykırarak doğan yirmi birinci yüzyıl da, önceki yüzyılın izinden gitmekte. Ben çocukken, dünyada kaybolan her şeyin Ay’a gittiğine inanıyordum… Ne var ki, Ay’a giden astronotlar orada ne tehlikeli rüyaları ne tutulmayan vaatleri ne de kırık umutları buldular… Eğer bunlar Ay’da değilseler, neredeler o zaman? Yoksa dünyada kaybolmadılar mı? Yoksa dünyada saklanıyorlar mı?
1492’de Amerikalılar yerli olduklarını keşfettiler, Amerika’da yaşadıklarını keşfettiler, çıplak olduklarını keşfettiler, günah diye bir şeyin olduğunu keşfettiler…
…başka bir dünyanın kralına ve kraliçesine ve başka bir göğün tanrısına itaat etmek zorunda olduklarını keşfettiler ve aynı zamanda günahı ve giysiyi de icat eden bu tanrının güneşe, aya, toprağa ve onu sulayan yağmura tapanların canlı canlı ateşte yakılmasını emrettiğini keşfettiler.
Bonus: Venezuela Devlet Başkanı Chavez, Obama’ya “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” kitabını hediye ettiğinde Galeano tüm dünyada yeniden parladı…
Artık onu tanımayanlar da tanımıştı. Obama’nın imaj tazelesin diye başına geldiği Amerikan politikasını yıllardır acı bir tebessümle anlatıyordu Galeano. Obama hediyenin altında yatan kapağı çok net biliyordu, sadece kafasını sallayıp sırıtarak tepki verebildi.
Eduardo Galeano ve Günter Grass’ı aynı gün kaybettik demiştik. İkisi de Irak ve Orta Doğu’da yüzbinlerce insanın ölmemesi için çaba sarf etmişti. Sadece o bölge değil tüm dünya için. Sonra daha da çok insan öldü, bugün hâlâ ölüyor, ölmeye devam edecek. Bush ve benzerleri bugün dünyayı yaşanmaz bir yere çeviren kanlı katiller olarak anılıyorlar. Galeano ve Grass ise sonsuza kadar insanoğlunun varlığını ve yaşamı kutsayan yazılarıyla anılacaklar.