Bazı sanatçılar hayatlarından, yaşadığı acılardan beslenerek üretir. Yaşadıkları acılar olmadan kendilerinin de var olmayacağı bu efsane isimler, ömürleri boyunca yaşadıkları anılar sayesinde kültleşirler. Yaşadığı zamanın Fransa’sında en sevilen sanatçılardan biri olan Édith Piaf bu isimlerin en önemlilerinden biri. Muhteşem bir ses, enteresan bir karakter ve zorluklarla geçen bir yaşam öyküsü, sanatçıyı tanımlamak için yetiyor da artıyor bile.
Sanatçı bir ailede dünyaya gelir
Edith Piaf, 19 Aralık 1915 tarihinde Paris, Belleville’de doğar. Sanatçının doğduğundaki adı Edith Giovanna Gassion’dur. Annesi yarı İtalyan, yarı Tiflis asıllı bir göçmen aileden gelen; Annetta Giovanna Maillard, babası Louis-Alphonse Gassion’dır. Piaf’ın annesi tıpkı kendisi gibi sokakta şarkı söyleyerek yaşamaya çalışır, babası ise sokaklarda gösteri yapan bir cambazdır.
Kör olmak ile karşı karşıya kalır
Usta sanatçı, küçük yaşta gözlerinin mikrop kapması sonucu kör olma tehlikesi geçirir. Haftalarca göremeyen sanatçı en sonunda, tedavi sayesinde sağlığına geri kavuşur. Piaf, bu hastalığını yaşarken, bir genelevde oranın patronu ve kadınlarıyla birlikte yaşar. 14 yaşındayken babasının yanında sokaklarda şarkı söylemeye başlar
Piaf babasıyla şarkı söylemeye başlar
Babası, küçük Édith’i genelevden alır ve kızını sokakta insanlara karşı akrobatlık veya numara yapması için zorlar. Bunun üzerine akrobatlık hakkında bir fikri olmayan ve ne yapacağını bilemeyen Piaf, en iyi bildiği şeyi yapar; şarkı söyler. Sanatçı en iyi bildiği şarkıyı yâni Fransa millî marşı La Marseillaise’i söylemeye başlar. Piaf kısa bir süre sonra babasından ayrı şekilde kenar mahallelerde şarkı söylemeye devam eder.
Tüm dikkatleri üzerine çeker
Sesi tahmin edilemez bir biçimde etkileyicidir. Her şakı söyleyişinde sokaktaki tüm dikaktleri üzerine çeker. Kontrolsüzce söylediği şarkılarda sesinin ham halini son damlasına kadar kullanır. Hatta zaman zaman sesine zarar vereceği, dikkatli olması gerektiği yönünde uyarılır.
İlk aşk kapıyı çalar
Sokaklarda şarkı söylerken ilk aşkı P’tit Louis ile tanışır. Henüz ikisi de çok gençtir ve birbirlerine deliler gibi aşık olurlar. Piaf 16, Louis ise 17 yaşındadır. Usta sanatçı babasını bırakıp aşkıyla birlikte yaşamaya başlar.
Büyük aşk yoksulluğun pençesinden kurtulamaz
Büyük aşıklar fazlasıyla yoksul bir hayat sürerler ve bir kızları olur. Ne yazık ki küçük kız Marcelle iki yaşındayken menenjitten ölür. Piaf bu büyük üzüntüden sonra bir daha eskisi gibi olmaz. İçkiye başlar ve alkolik olur. Kendini bar köşelerinde harcar.
Derbeder bir hayat sürer
Sanatçının hayatı bundan sonra hep sokaklarda, ucuz barlarda geçer. Derbeder ve yoksul bir yaşam sürer. Kendi deyimiyle o kadar batmıştır ki yukarı çıkmaya kalkışmaz bile. Daha on sekiz yaşındayken toplumun sadece alt kesimini bilir. Genç yaşamında iğrençlik ve çirkinlik dışında pek bir şey görmez. Pigalle’deki barların, pezevenklerin ve fahişelerin tam ortasında yaşıyordur. Hatta erkek arkadaşı Albert tarafından bedenini satmaya zorlanır.
Herkesin şanslı olduğu bir an vardır
1935 yılında belalı sevgilisinden kurtulmaya çalıştığı günlerde Gerny’s kabarenin sahibi Louis Leplée, Edith’i sokakta şarkı söylerken dinler. Daha ilk duyduğuna kaldırım serçesinin sesine aşık olur. Ardından onu kabaresinde şarkı söylemeye ikna eder.
Bir gecede gelen ün
Edith Piaf, La Môme Piaf adıyla başarıyı bir gecede yakalar. Louis Leplée, büyülü sesin sahne adını “Piaf” yapar. Kulaktan kulağa yayılan ünü sayesinde herkes kaldırım serçesini tanır. Sahne aldığı mekanlar dolar taşar. Ve hakettiği ünü yavaş yavaş yakalamaya başlar.
Beklenmeyen şüpheli ölüm
Kısa bir süre sonra Louis Leplée bir saunada garip bir şekilde öldürülür. Sanatçı kendisini keşfeden Louis Leplée öldürüldükten sonra, derin ve şüpheli sorgulamalara tâbî tutulur. O dönem Piaf için oldukça zorlu geçer, tüm popülaritesi yok olmur. İnsanlar onu suçlar gözlerle izlerler. Adeta halkın nefretini kazanır.
Sahnelere yeniden dönüş
Tam da bu açmazdayken Raymond Asso’yu arar. Pofesyonel müzik hayatına döner ve eğitim alır. Bu dönüşüm sürecinin ardından eski ününe Edith Piaf olarak kavuşur. Artık ayakları çok daha sağlam yere basar.
Ünü yavaş yavaş tüm ülkeye yayılır
Usta yetenek önce kabare ve varyetelerde, 1936’dan sonra ise radyo çalışmaları ve çıkardığı plaklarla ünlenir. Büyük şöhreti, I. Dünya Savaşı’ndan sonra “La Vie en Rose” şarkısıyla yakalar. 1940’ların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’ne düzenlenen sayısız turnelerle şarkısının İngilizce versiyonu da dünya listelerinin ilk sırasına yerleşir.
Oyunculuğuyla da kendisini ispatlar
Kendisine özel olarak Jean Cocteau tarafından yazılmış bir oyunda oynayan sanatçı, aynı zamanda Montmartre-sur-Seine isimli bir filmde de rol alır. Oyunculuğu da şarkıcılığı gibi etkili ve başarılı olan Edith, kendini geliştirmeye ara vermeden devam eder. Tiyatro içi turnelere gider ve Amerika’da konserler verir.
Birçok ismi sanat dünyasına kazandırır
1940’lardan itibaren ünlü insanlarla aynı çevrelere girip çıkmaya başlayan Edith Piaf 1944’te Yves Montand’ı keşfeder.1950’lerin başındaysa Charles Aznavour’u kendisiyle turnelere çıkaracak ve müzik dünyasına sokar.
Sevmeyi seven kadının çok aşkı olur
16 yaşından itibaren Edith Piaf’ın hayatına pek çok erkek girer. Bunların arasında çocuğunun babası Louis Dupont, Albert adlı bir kadın satıcısı, Yves Montand gibi dev bir sanatçı yer alıyor. Ancak ünlü sanatçının hayatında en çok sevdiği erkek ise orta siklet dünya şampiyonu boksör Marcel Cerdan’dır.
Başkasının aşkı
Başarılı sanatçının büyük aşkı ünlü boksör Cerdan başkasıyla evlidir. Fransa’da da tanınan bir insandır. Ancak tüm zorluklara, evlilik hayatı ve aradaki mesafeye rağmen ilişkileri devam eder.
Her şey çok güzeldir, ta ki o korkunç uçak kazasına dek
Cerdan’ın Edith Piaf’la buluşmak üzere Ekim 1949’da Paris’ten New York’a uçarken uçağı düşer. Kimsenin sağ kurtulamadığı uçaktan başarılı boksör de ölü olarak çıkar.
Ölümün ardından gelen büyük değişim
Piaf, Marcel Cerdan öldükten sonra tamamen değişir. Ağrı kesici, alkol ve morfine bağımlı hale gelir. Sonrasında yağmurlu bir günde geçirdiği trafik kazası sebebiyle hayatı boyunca omuriliği iyileşemez. Bundan sonra hayatı boyunca yarı kambur bir şekilde yürümek zorunda kalır.
Çareyi bir başka evlilikte arar
1952 yılında fransız şarkıcı Jacques Pills ile dünya evine girer. Bu haberle dünya gündemine oturur. 60’dan fazla dergi bu evliliği konuşur.
İkinci ve son evliliği
Pills ile ayrıldıktan sonra 1962’de kendisinden 20 yaş küçük Yunan asıllı Théo Sarapo ile ikinci evliliğini yapar. A Quoi ça sert l’amour (Aşk neye yarar ki?) şarkısında Sarapo ve Piaf’ın muhteşem düeti dilden dile anlatılır.
Karaciğer kanserinden ölür
Müzik tarihine ismini altın harflerle yazdıran sanatçı Fransız rivierasındaki Plascassier’de 10 Ekim 1963’te karaciğer kanserinden ölür. Eşi Theo Sarapo’nun aynı gece cenazesini gizlice Paris’e getirdiği, böylece hayranlarının “Édith Piaf’ın kendi evinde öldüğünü” düşüneceğini umduğu söylenir.
Yakın dostu ölüm haberini kaldıramaz
11 Ekim günü Édith Piaf’ın öldüğü açıklandıktan kısa bir süre sonra (aynı gün içinde) çok sevgili dostu Jean Cocteau da hayata veda eder. Cocteau’nun Piaf’ın acısına dayanamadığı için kalp krizi geçirdiği söylenir.
Katolik kilisesi cenaze törenini reddeder
Katolik kilisesi Paris Başpiskoposu –sürdüğü hayat nedeniyle- Édith Piaf’ın cenaze törenini yapmayı reddeder. Tabutu Père-Lachaise mezarlığına götürülürken on binlerce hayranı korteje katılır. Mezarlıktaki törende hazır bulunanların sayısı ise 100.000’i geçer. Ünlü şarkıcı Charles Aznavour, Édith Piaf’ın cenaze törenini anlatırken “İkinci Dünya Savaşı sona ereli beri bütün Paris’in trafiğini tamamen kilitleyen başka bir olay yoktur.” der.
Onun için bu hayattaki en önemli şey sevgi
“Ben hep, herşeyi sonuna dek, sevgiyle yaşamayı seçtim. Ölüm benim için ürkütücü bir şey değil. Ben ancak, şarkı söyleyemediğim zaman ölürüm” diyerek tüm zorlukları sevgiyle aştığını vurgular.