Başlıkta da belirttiğim üzere biyografi okumalarının dışında bir yazarı daha fazla tanımak istiyorsak onların mektupları çok iyi bir araç. Günün şiiri, edebiyatı hakkında ne düşünüyorlar, nasıl bir ruh hali içerisindeler, nelere özlem duyuyor, nelere öfke duyuyorlar gibi pek çok soruyu yanıtlıyor mektuplar. Mesela Nâzım Hikmet’in Tolstoy’un yanında Dostoyevski’yi ‘’hilebaz herif’’ olarak gördüğünü Kemal Tahir’e yazdığı mektupta görüyoruz. Çok çarpıcı değil mi? Buyurunuz daha fazlasına. İşte edebiyat mektupları!
1. Canım Aliye, Ruhum Filiz (Sabahattin Ali)
‘’Gözlerimi kapadığım zaman senin hayalini görüyorum’’ diyorsun. Ah Aliye, ben gözlerim açıkken bile hep seni görüyorum.
Türk edebiyatının büyük şehidi Sabahattin Ali, bugün de giderek daha fazla kıymetini anladığımız ve önem verdiğimiz bir yazar. Gerek Türk folklorunu gerek halk edebiyatını çok iyi bilen Ali sıkıntılı da bir hayat yaşamıştır. İşte öylesi zor günlerde ailesine yazdığı mektuplara bir kitap halinde ulaşmak mümkün. Kitabın tanıtımından: ‘’Sabahattin Ali’nin en sıkıntılı döneminde ailesine yazdığı mektuplardan oluşan bu derleme, okuyucuya yazara daha yakından bakma fırsatı tanıyor.’’
2. On Üç Günün Mektupları (Cemal Süreya)
Sensiz hiçbir şey olmuyor. Her tasarım, her projem seninle. Bir su akıyorsa, bir bulut geçiyorsa, hep seninle…
Aşk ve şiir dedik mi bizde akla en çok gelenlerden biri şüphesiz Cemal Süreya Bey. Eşi Zuhal Tekkanat’ın on üç gün süren hastane zamanında ona yolladığı mektuplar şairin özlemi, aşkı, tutkusunu apaçık ortaya koyuyor. İçeriğe yönelik arka yazıdan: ‘’Cemal Süreya, Temmuz 1972’de Okmeydanı SSK Hastanesi’ne yatan eşi Zuhal Tekkanat’a hastanede kaldığı on üç gün boyunca mektuplar yazmıştı. Zuhal’e ve oğulları Memo’ya olan sevgisini, hayallerini ve özlemlerini, mutluluk ve kaygılarını anlattığı, şiirinden tanıdığımız içtenlikle kaleme alınmış bu mektuplar, Süreya’nın ölümünün ardından Erdal Öz’ün sunumuyla kitaplaştırıldı. Kitabın ikinci kısmını oluşturan 1967-1978 tarihli mektuplarla birlikte On Üç Günün Mektupları, bir büyük aşkın ‘sevda sözleri’yle bezeli tanıklığı ve tarihçesi.’’
3. Yalnız Seni Arıyorum (Orhan Veli)
Ben senin hayranın, esirinim. Her şeyinin hayranı, her şeyinin esiri.
Garip’in öncü ismi Orhan Veli’nin ‘’Ben Orhan Veli’’ şiirinde şu dizeler vardır: ‘’Bir de sevgilim vardır, pek muteber; İsmini söyleyemem, Edebiyat tarihçisi bulsun.’’ Bugün artık biliyoruz ki o ‘’muteber’’ hanım bir öğretmen olan Nahit Hanım’dır. Nahit Hanım, Orhan Veli’nin yanı sıra devrinin pek çok edebiyatçısı ve edibi ile de dostluk kurmuş özel bir isimdir. Kitabın tanıtım yazısından: ‘’Şiirimizde çığır açmış ustanın aslında nasıl bir gönül ustası olduğunu kanıtlayan mektuplarını okuduğunuzda onu çok daha yakından tanıyacaksınız. ‘İstanbul Türküsü’ gibi pek çok şiirini daha iyi anlayacaksınız. 36 yıllık ömrüne neler sığdırdığını görecek, onu daha çok sevecek ama belki biraz da üzüleceksiniz. Nereden bakılsa, gizli saklı yaşanmış kırık bir aşk hikâyesine tanık olacaksınız.’’
4. Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar (Tezer Özlü)
Biz, kimse ile yaşayamıyorsak da, kendimizle yaşayan, kendi içimizde gece gündüz mücadele eden insanlarız. Ben de her zaman yaşamın kendisini yazı dünyasından daha önemli bulduğum için, bakmaya, algılamaya, insanlarla konuşmaya devam ediyorum…
İki harikulade, büyük kadın. Eserlerinden herhangi birini dahi alıp köşenize çekilince vaktin nasıl geçtiğini anlamanız güçleşir. Bu mektuplarsa Tezer Hanım’ın Erbil’e vasiyeti üzerine kitaplaşmıştır. Yani bir bakıma Leyla Hanım’ın Özlü’ye verdiği sözü tutmasıdır bu kitap. Kitapta Tezer’in kişisel ve toplumsal olarak üzerine düşündüğü meseleleri göreceksiniz. Tabii daha fazlasını da! Yalnızca bugünü anlamak açısından dahi okunabilecek bir kitap. Açıklama yazısından: ‘’Duyguların, doyumların, düşüncelerin dolaysız, sade, birebir aktarımıdır mektuplar. Hele de ‘en yakın’ arkadaşa, bir ‘can dostu’na yazılmışsa, yazılan Leylâ Erbil, yazan da Tezer Özlü’yse… Yazarının coşku dolu, yoğun bir sevgiyle, sevecenlikle yüklü, zaman zaman da ‘taşkın’ duyarlılığını yansıtan bu mektuplar, okuru bir başka boyuta taşıyacak, Tezer Özlü’nün Bütün Eserleri’nin ufkunu genişletecek…’’
5. İki Aykırının Mektupları (Fikret Mualla, Semiha Berksoy)
Böylesi iki isim mektuplaşmış ve biz de bunları okuyabiliyorsak belki de yalnızca hudutsuz bir merak ve heyecan hissederiz, ötesine pek gerek kalmaz. Peki neden aykırılar? Fikret Mualla 20. asrın önemli Türk ressamı evet, ama bir yandan da yaşam tarzıyla ilgileri üstüne toplamıştır Mualla. Bohemdir, ayrıksıdır, sanatındaki bu vasıfları hayatında da toplamıştır. Peki Semiha Hanım? Türkiye’nin ilk opera sanatçısı! O da ressam ve tabii ikisi de ‘’kafa tutan’’ tipler. Elbette yaşadıkları çağ da oldukça ilginç. İçeriğe dair tanıtıcı arka yazıdan: ‘’Cumhuriyetin ilk opera sanatçılarından Semiha Berksoy ve hayat hikâyesiyle Türk resim sanatının en ‘trajik’ adlarından Fikret Muallâ. 1930’ların İstanbul’unda başlayan ve âşıkları kıskandıracak yakınlıktaki dostluk, Fikret Muallâ’nın bir daha dönmemecesine gittiği Fransa’da samimiyetini ve yakınlığını hiç yitirmeden mektuplarla devam eder. Ta ki Muallâ’nın ölümüne kadar… Semiha Berksoy’un hayattayken bir araya getirdiği malzemelerden oluşan İki Aykırının Mektupları, bu iki çizgi dışı insanı mektuplarında buluşturuyor.’’
6. Sana Mektuplar (Özdemir Asaf)
Sözler, söylenildikleri an değil, inanıldıkları an kıymetli ve güzeldirler.
15 yıllık bir devrede, Asaf’ın hayatının belki de en büyük tutkusu olan eşine yazdığı mektuplardan oluşuyor kitap. Bununla beraber, şairin aile hayatı, acı ve sevinçlerini de görebiliyorsunuz. Arka yazıdan: ‘’Sana Mektuplar tam ismiyle Halit Özdemir Asaf Arun’un en tutkulu aşkını yaşadığı, ilham kaynağı olan karısı Sabahat Selma Tezakın’a yazdığı mektupların derlemesi. 1944 – 1959 yıllarını arasında yazılan bu mektuplar Özdemir Asaf’ın kızı Seda Arun tarafından bir araya getirildi.’’
7. Kemal Tahir’e Mahpushaneden Mektuplar (Nâzım Hikmet)
Günün birinde öleceğimi bildiğim için hayatı seviyorum ve onun daha güzel olabileceğine ve olacağına inanıyorum biraz da.
Yazının girişinde Nâzım’ın Dostoyevski’yi düzenbaz gördüğünden bahsetmiştim ya; işte o, Kemal Tahir’e yazdığı mektuplardan birindedir. Hikmet’in 1938’den 1950’ye değin içeride yattığı dönemde yol arkadaşı, Türk romancısı Kemal Tahir’e mektupları şiirimize büyük yenilikler getiren Nâzım’ı bilmek açısından oldukça faydalı. Bir de Nâzım, şiirlerinden de biliriz ki açık sözlüdür, lafını esirgemez. O halde mektuplarından da aynı açıklığı görebileceğimizi söylemek yanlış olmaz. Arka kapaktan: ‘’Kemal Tahir’e Mahpushaneden Mektuplar, Nâzım Hikmet’in 1940-1950 yılları arasında Bursa cezaevinden Kemal Tahir’e yazmış olduğu mektuplardan oluşuyor. Mektuplar, aynı dünya görüşünü benimseyen iki mahpus arasındaki dostluğun yanı sıra, edebiyatımızın iki büyük isminin edebiyat ve sanat konusundaki tartışmalarını da içeriyor.’’
8. Namık Kemal’den Mektup Var (Ali Akyıldız – Azmi Özcan)
‘’Hürriyet Şairi’’ olarak bilinen, genellikle bir padişah ve dinî büyüğü övmek adına yazılan kaside türünde özgürlüğü övdüğü ‘’Hürriyet Kasidesi’’ ile bilinen Namık Kemal kalemiyle de hayatıyla da coşkulu bir isim olmuştur. Devrindeki yenilikçi fikirleri, hücum eden görüşleri halkı da etkilemiş, coşturmuştur. Öyle ki kurucu babamız Atatürk de Namık Kemal’in fikirlerinden etkilenmiştir. Bize uzaklardan seslendiği bu kitapta sesinin ne kadar güçlü yankılar yaratabildiğini görüyorsunuz. Ali ve Azmi Beyler sayesinde kitaplaşan çalışmanın tanıtımından: ‘’Bu eserde yayımlanan, Namık Kemal’in talebelerinden ve yetiştirmelerinden olan Hüseyin Hilmi Paşa’nın evrakı arasından çıkmış mektuplar, dönemin entelektüel yapısı, aydınların konumu, üzerlerindeki siyasî baskı ve devletle ve birbirleriyle olan ilişkileri gibi konulara ışık tutuyorlar. Namık Kemal’den Mektup Var’da günümüzde de yaşanan pek çok probleme, daha o zamandan dikkat çekildiği, Namık Kemal’in tarihin derinliklerinden hepimize seslendiği görülüyor…’’
9. Kemal’den Piraye’ye Mektuplar (Kemal Tahir)
Sevgili Yengeciğim, Sana bu gece upuzun bir mektup yazmak içimden geldi. Hani işim gücüm yok da gevezelik etmek ihtiyacındayım sanma. Bilakis yarısına kadar gelmiş pek kolay bir hikâye (aman beni bitir kardeş) diye gözümün içine bakıyor. Lakin üstümüze ancak sevgili bir dostla görüşmeye feda edilecek nefis tembelliklerin çöktüğü rahat zamanlar olur ya, işte onlardan bir tanesinin içindeyim…
Yukarıda iki yol arkadaşı olduğunu söylediğimiz Nâzım ile Kemal aynı zamanda tüm kısıtlılıklarına karşın birbirlerini kollarlardı. Nâzım’ın büyük aşklarından Piraye’ye Kemal Tahir tarafından yollanan bu mektuplarda her şeyden önce bu yüksek vasfı görüyorsunuz. Tanıtım bülteninden: ‘’Kemal Tahir’in 1940’larda Piraye’ye yazdığı 15 mektup, 1 kartpostal ve bir not ile Nâzım Hikmet’e yazdığı 1 kartpostal, 2 mektup ve 2 farklı mektubundan sayfalar, Naci Sadullah’a yazdığı 1 mektupla birlikte Piraye Koleksiyonu’ndan gün yüzüne çıkıyor.’’
10. Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen! (Erdal Öz)
İnsan başlangıçta bir anlam değildir. Oysa bir anlam olmak elimizde. Olamasak bile, buna çalışmak elimizde.
Bugün pek çoğumuzun istifade ettiği, bastıkları kitaplarla önemli bir boşluğu dolduran Can Yayınları’nın kurucusudur Erdal Öz. 1981’de kurduğu yayınevi bugün hala en önemli yayınevlerimizden biri olarak varlığını koruyor. Erdal Bey’in yaşantısı sanmayın ki yalnızca edebiyat ve sanatla geçmiştir. Öyle olsa yaşamayı neden bu kadar özlesin? 12 Mart’ın ceremesini çekenlerden biri de Erdal Öz olmuştur. Açıklama kısmından içeriğe dair: ‘’Bu kitapta, Erdal Öz’den Türkân İldeniz’e gönderilmiş mektupları okuyacaksınız. Dönemin önemli dergi ve gazetelerinde eleştiriler kaleme alan Erdal Öz, yalnızca coşku dolu sevgi satırları koymamış bu mektuplara, edebî değerlendirmeler de göndermiş şair sevgilisine.’’