Ana sayfa » Tarih » Seri Katil Ed Gein’in Evinden Korkunç Fotoğraflar ve Orada İşlediği Akıl Almaz Suçlar
Seri Katil Ed Gein’in Evinden Korkunç Fotoğraflar ve Orada İşlediği Akıl Almaz Suçlar
Amerika tarihinin en rahatsız edici isimlerinden biri olan Edward Theodore Gein, sıradan bir çiftçi gibi görünüyordu. Ancak Gein’in çiftlik evindeki her bir alan birer kabus sahnesine dönüştü.
Amerikan seri katilleri denince akla ilk Ted Bundy veya Jeffrey Dahmer gibi isimler gelse de, asıl korku hikayesinin mimarı, ismi daha az bilinen ama hayal gücümüzde çok daha derin izler bırakan bir isimdir: Ed Gein. Onun hikayesi, 1950’lerin sakin, pastel renkli Amerikan rüyasının altında gizlenen karanlık ve çürümüş bir gerçeği ifşa etti. Wisconsin’in uysal kasabası Plainfield’ta, sıradan görünen bir çiftlik evinde, yetkililer 1957’de kapıdan içeri adım attıklarında asla unutamayacakları bir dehşetle karşılaştıracaklardı. Bu, sadece bir cinayet hikayesi değil, bir annenin gölgesinde şekillenen, sapkın bir yaratıcılığın ve insanlığın sınırlarını zorlayan bir koleksiyon tutkusunun hikayesiydi. Gerçek suç hikâyelerine meraklı olanlar için Ed Gein evi fotoğraflar, olayın boyutunu anlamak açısından oldukça çarpıcı kanıtlar sunuyor.İşte Ed Gein evi fotoğraflar ve işlediği suçlar…
Ed Gein’in çocukluğu
Ed Gein 27 Ağustos 1906’da Wisconsin’in La Crosse şehrinde dünyaya geldi. Babası George, alkolle boğuşan, agresif bir adamdı; annesi Augusta ise aşırı dindar ve ahlak saplantısı olan bir kadındı. Evde sevgi yoktu, sadece korku ve baskı vardı. Ed ve ağabeyi Henry, annelerinin sürekli dünya kötü bir yer vaazlarını dinleyerek büyüdüler. 1915 yılında aile, izole bir yaşam sürmek için Plainfield kasabasına taşındı. Bu taşınma, Ed’in dış dünyayla bağını kopardı. Arkadaş edinmedi, okuldan sonra hep çiftliğe döndü. Ev, Ed’in güvenli alanı ve zihinsel hapishanesi oldu. Çocukluk yıllarındaki bu aşırı korumacı, aynı zamanda cezalandırıcı ortam, gelecekteki dehşetin ilk tohumlarını attı.
Ed’in dünyasının merkezi annesiydi. Augusta, oğlunun kadınlara olan ilgisini günah olarak gördüğü için her türlü duygusal bağı bastırıyordu
Ed büyüdükçe, bu baskı bir takıntıya dönüştü. Kardeşi Henry ise Ed’in bu sağlıksız bağına karşıydı, ancak 1944’te bir yangın sırasında gizemli bir şekilde öldü. Olay kaza olarak kayda geçti ama Henry’nin başında darbe izleri olduğu iddia edildi. Bu noktadan sonra Ed tamamen annesine kaldı. Onun ölümünden bir yıl sonra Augusta da hayatını kaybetti. Ed için bu, dünyanın sonu demekti. O günden sonra annesinin odasına asla dokunmadı. Odası bir tür kutsal tapınağa dönüştü. Ancak evin geri kalanı çürümeye, zihniyse çözülmeye başladı.
Annesi Augusta’nın ölümünden sonra Ed’in zihninde bir şeyler koptu
Artık kimseyle konuşmuyor, insanlardan uzak duruyordu. Çiftlik evi, çürüyen mobilyalar, çöp yığınları ve kitaplarla doluydu. Özellikle anatomi, ölüm ve insan vücudu üzerine kitaplar dikkat çekiciydi. Gein’in merakı, kısa sürede korkunç bir takıntıya dönüştü. Mezarlıklara gidip yeni gömülmüş kadın cesetlerini çıkarmaya başladı. Bu cesetlerin bazı parçalarını evinde yeniden değerlendirdi. İnsan derisinden yapılmış sandalyeler, abajurlar, kemiklerden üretilmiş kase ve maskelerle dolu bir ev… Wisconsin’in sakin kasabasında, kimsenin aklına bile gelmeyecek bir korku evriliyordu.
1954 yılında, kasabanın küçük barlarından birinin sahibi Mary Hogan ortadan kayboldu. İnsanlar onun bir anda ortadan kaybolmasına anlam veremedi. Ancak Gein yıllar sonra onu öldürdüğünü itiraf edecekti. Mary Hogan’ın kayboluşu o dönemde çözülememiş bir dosya olarak kaldı. Fakat bu olay, Gein’in gerçek anlamda ilk cinayetiydi. Onun gözünde kadınlar, annesinin nefret ettiği günahkâr figürler ve ulaşamadığı bir arzunun sembolleriydi. Bu karışık duygular, Gein’in cinayetlerinin psikolojik altyapısını oluşturdu.
16 Kasım 1957’de Plainfield’ın hırdavat dükkanı sahibi Bernice Worden ortadan kayboldu
Dükkanın zemini kan içindeydi, kasa boştu. Kadının oğlu Frank Worden, kasabanın şerif yardımcısıydı ve şüpheleri hemen Ed Gein üzerine yoğunlaştı. Polis Gein’in evine girdiğinde karşılaştıkları manzara, kimsenin hazırlıklı olamayacağı türdendi. Bernice Worden’ın cesedi tavandan baş aşağı asılmış, iç organları çıkarılmıştı. Evin her köşesinde kavanozlarda organlar, insan kafataslarından yapılmış kaseler ve insan derisinden yapılmış maskeler vardı. Ed Gein’in çürümüş çiftlik evi, bir suç mahallinden çok bir korku filminden fırlamış gibiydi.
Ed Gein mezarlıklardan sayısız ceset çıkardığını itiraf etti
Ed Gein sorguda cinayetleri itiraf etti. Mary Hogan’ı ve Bernice Worden’ı öldürdüğünü, ayrıca mezarlıklardan sayısız ceset çıkardığını anlattı. Evde bulunan objelerin büyük kısmı, mezarlardan çaldığı cesetlerden yapılmıştı. İnsan derisinden dikilmiş giysiler, kadın yüzlerinden kesilmiş maskeler… Bu iğrenç koleksiyon, insanın karanlık doğasına dair en rahatsız edici örneklerden biri haline geldi. Gein, bazı cesetleri annesiyle yeniden bir araya gelmenin yolu olarak görüyordu. Kendi zihninde yaptığı her şeyin bir anlamı vardı ama bu anlam, sadece akıl hastalığının karanlığında var olabiliyordu.
Gein’in avukatı, onun akıl hastalığı nedeniyle suçsuz sayılmasını talep etti
Mahkeme, Gein’in yargılanmaya uygun olmadığına karar verdi ve Central State Hastanesi’ne gönderildi. On yıl sonra yargılanabilir bulundu ve Bernice Worden cinayetinden suçlu sayıldı, ancak yine akıl hastası olduğu gerekçesiyle yeniden hastaneye yatırıldı. 1970’lerde serbest kalmak için başvurdu ama talebi reddedildi. 1984 yılında, Mendota Ruh Sağlığı Enstitüsü’nde akciğer kanseri ve kalp yetmezliğinden öldü. Arkasında bıraktığı şey, insanlığın karanlık yüzüne dair unutulmaz bir mirastı. Yıllar sonra ortaya çıkan Ed Gein evi fotoğraflar, hem polis kayıtlarında hem de arşivlerde gizli kalmış korkunç detayları yeniden gündeme getirdi. Ed Gein’in hikâyesi sadece adli vakalarla sınırlı kalmadı. Onun hastalıklı eylemleri, Psycho’daki Norman Bates, The Texas Chainsaw Massacre’daki Leatherface ve The Silence of the Lambs’daki Buffalo Bill gibi karakterlere ilham oldu.