Son dönemde iklim krizi ne yazık ki bütün dünyayı etkisi altına aldı. Afrika’dan Avrupa’ya, Amerika’dan Asya’ya kadar dünyanın dört bir yanı bu tehlikeyle karşı karşıya. Bu sorun, hem hayvanları hem bitki örtüsü çeşitliliğini hem de bütün insanlığı tehdit ediyor. Bu anlamda, son dönemde bazı belgesel yapımcılarının konuya dikkat çekmesi önem arz ediyor. Daha önce yurt dışında yayınlanan Earth’s Tropical Islands (Dünyanın Tropik Adaları) belgeseli de izleyenleri gezegeni korumak için bir adım atmaya teşvik edecek nitelikte! Biz de ListeList olarak belgeselin yapımcısı Kathryn Jeffs bu değerli yapım hakkında sohbet ettik, sorular sorduk. Ama isterseniz röportajımıza geçmeden önce Earth’s Tropical Islands konusu, yönetmeni ve diğer detaylar hakkında biraz bilgilenelim…
İklim krizi son dönemde belgesel yapımcılarının da gündeminde yer almaya başladı. Daha önce Blue Planet II gibi ses getiren yapımlarla adından söz ettiren Kathryn Jeffs, bu kez Earth’s Tropical Islands ile bu küresel soruna dikkat çekiyor
Blue Planet II, 2017’de yayınlandığı zaman gerek izleyicinin içindeki doğa sevgisini tekrardan gün yüzüne çıkarmayı başarmasıyla gerek müzikleriyle geniş kitlelere ulaşmıştı.
Earth’s Tropical Islands belgeseli ise dünyanın üç önemli tropik adasındaki biyolojik çeşitliliği ve bozulmakta olan doğal dengeyi çarpıcı bir şekilde ele alıyor
Belgeselin her bir bölümünü izlediğinizde eminiz ki hem içinizdeki doğa aşkı bir kez daha canlanacak hem de insanlığın doğaya karşı ne kadar yıkıcı davrandığını göreceksiniz.
3 bölümden oluşan belgeselin her bir bölümünde ayrı bir tropik ada ele alınıyor
1. bölüm: Madagaskar Adası’nı ele alıyor. Bu bölümün yapımcı ve yönetmeni ise Sara Douglas. Adada yaşayan binlerce canlı çeşidinin hayatta kalmak için verdiği mücadeleyi anlatan bu bölümde aynı zamanda bölge halkının olumsuz iklim koşulları nedeniyle yaşadığı sorunlara da yer veriliyor.
2. bölüm: Asya’nın güneydoğusunda yer alan Borneo Adası’ndaki biyolojik zenginlik ele alınıyor. Yapımcılığını ve yönetmenliğini Will Ridgeon’un üstlendiği bu bölümde bölgenin 60 bin türe ev sahipliği yaptığını duyunca doğanın ne kadar kucaklayıcı olduğunu bir kez daha anlayacaksınız.
3. bölüm: Hawaii’yi ele alan bu bölümün yönetmeni ve yapımcısı ise Evie Wright. Bu bölümde özellikle şehirleşmenin hayvanların ve bitkilerin yaşam alanına ne kadar zarar verdiğini acı bir şekilde göreceksiniz.
2020 yapımı olan Earth’s Tropical Islands belgeselinin hikaye anlatıcısı ise ünlü İngiliz oyuncu David Harewood
Harewood’u Homeland, Venedik Taciri gibi pek çok dizi ve sinema yapımlarından hatırlayabilirsiniz. Harewood bu belgesele de sesiyle güzel bir hava katmış diyebiliriz.
IMDb puanı 8,9 olan Earth’s Tropical Islands belgeseli, Türkiye’de 6 Şubat’ta BBC Earth kanalı üzerinden yayınlandı. Biz de bu kıymetli yapımla ilgili serinin yapımcısı Kathryn Jeffs ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Keyifli okumalar ?
– Öncelikle bulunduğumuz yere çok çok uzakta olan muhteşem güzellikteki adaları keşfetmemize vesile olduğunuz için teşekkür ederiz. ListeList olarak en merak ettiğimiz soruyla başlamak istiyoruz. Çekimleri ıssız yerlerde gerçekleştirdiniz. Bu sırada hayvanların saldırısına uğramak gibi bir talihsizlik yaşadınız mı? Başınıza herhangi kötü bir olay geldi mi? İlginç bir anınızı paylaşabilir misiniz?
Her çekim öncesinde çalışacağımız hayvanları, alan ve ortamları değerlendirmek için son derece titiz ve detaylı bir değerlendirme çalışması gerçekleştiriyoruz. Dolayısıyla karşılaşabileceğimiz riskleri de önceden hesaplamış ve farkına varmış oluyoruz. Çoğu zaman sınırları zorlamamıza rağmen bu farkındalık güvende olmamızı sağlıyor. Ancak yine de bazen rahatsızlık verebilecek durumlar karşısında nasıl yanıt vereceğinizi bilmediğinizde veya hızlı şekilde harekete geçmediğinizde durum tehlikeli bir hale gelebiliyor.
Örneğin, Borneo’nun yağmur ormanlarında çekim yaptığımız sırada, küçük ağaç deliği kurbağasını aramak için birlikte çalıştığımız bilim insanını çekiyordum ki aniden bağırmaya ve kaçmaya başladı. Tam o anda bacaklarımda yoğun bir acı hissettim ve bir sürü ateş karıncasının etrafımızı sardığını fark ettim. Bir karınca kabilenin üzerine gelmiştik ve bitki örtüsünün kalınlığından dolayı orada olduklarını fark etmemiştik. Bilim insanı gayet iyiydi ancak benim bacaklarımda inanılmaz acı verici kızarıklar oluştu. Önümüzdeki birkaç hafta, zorlu zamanlarda dahi bu acı verici ısırıklara rağmen çekime devam etmek zorunda kaldım.
– Belgeselin yapım aşamasında sürekli doğal hayatla iç içe oldunuz ama sonrasında oradan tekrar modern yaşama dönmek nasıl bir duygu oldu sizin için?
Aslında uzaklarda çekim yaptıktan sonra ‘normal’ hayata geri dönmek çok ilginç olabiliyor. Alışmak genellikle biraz zaman alıyor. Bir çekimde olduğunuzda, aynı hedefe odaklandığınız çok küçük bir grup insanla birlikte çalışıyorsunuz ve çok fazla odaklanmış oluyorsunuz. Genellikle şaşırtıcı derece güzel yerlerde kalıyorsunuz ve oraları tüm duyu organlarınızla tecrübe ediyorsunuz.
Yoğun bir şehre döndüğünüzde özellikle kokular, şehir kirliliği, insan yoğunluğu ve rahatsız edici sesler nedeniyle bunalabiliyorsunuz. Bazen çok uzun süren bir çekime gidiyorsunuz ve döndüğünüzde sizi çok şaşırtacak şeyler popüler kültüre dahil olmuş olabiliyor. Bir dönüşümde havalimanında yürürken bir adamın kendi kendine konuştuğunu gördüğümde iki kez baktığımı hatırlıyorum. Ama daha sonra sadece kablosuz kulaklık ile konuştuğunu fark ettim ve o cihazı daha önce görmemiştim. Bu gibi durumlar bazen komik olabiliyor.
– Az önceki soruya ek olarak, sizce doğayla iç içe yaşamak insanoğlunun daha az bencil olmasını sağlar mı? Şimdiye kadarki tecrübeleriniz ve gözlemleriniz size bu konuda ne söylüyor?
Ben bir psikolog değilim ancak doğada olmanın bizleri arındırdığını, bizi biz yaptığını düşünüyorum. Sadece diğer canlıları gözlemlemek için zaman ayırabilmek, ne kadar zeki olduklarını ve çevreleriyle nasıl uyum içinde olduklarını görmek… Bunların hepsinin ruhumuz için iyi olduğunu düşünüyorum.
– Belgeselin özellikle ilk bölümündeki Madagaskar maymunlarının beslendiği bitkiden akan sıvının insan etini yaktığı ve sonrasında dev doğal kulelerin insan etine değmesiyle bile parçalayacak kadar keskin olduğu bilgisi verilmişti. Aslında insanın sandığımız kadar diğer canlılardan üstün olduğu tezini çürütüyor sanki bu belgesel. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz, belgeselde verilmek istenen mesajlardan bahsedebilir misiniz?
Bence çoğu hayvan vahşi yerlerde hayatta kalma konusunda insanlardan çok daha başarılı. Çünkü gerekli becerilere sahipler ve bulundukları yaşam alanlarına kolaylıkla adapte olabiliyorlar. İşte bu beceriler onların hayatta kalmalarını sağlıyor. Mesela Tsingy’de (Madagaskar’da yer alan ulusal park) yaşayan sifakalar (lemur), çok hızlı manevraları sayesinde bıçak kadar keskin taş kuleler boyunca kolaylıkla hareket edebilecek şekilde evrimleştiler. Ancak benzer bir durum herhangi bir insan için felaketle sonuçlanacaktır.
– Sizi bu belgeselin yapımına iten düşünce tam olarak neydi?
Adaların muhteşem doğal yaşamını kutlamak istedik. Çünkü yeryüzünde başka hiçbir yerde bulunmayan, nefes kesici türlere ev sahipliği yapıyorlar. Adalar evrimin mikrokozmlarıdır, bu yüzden canlı sistemlerin nasıl çalıştığı ve türlerin birbirleriyle nasıl ilişkili olduğu hakkında çok şey öğrenebiliriz. Ayrıca, tüm o eşsiz türleri veya habitatları kolayca kaybedebileceğimiz inanılmaz derecede kırılgan yerler. Bu yüzden korumaya değer olduklarını göstermek istedik.
– Belgeselde son dönemde sıkça konuşulan iklim krizine vurgu yapıyorsunuz. Bildiğimiz üzere, iklim krizi bütün gezegenin sorunu. Peki sizce modern hayat sürmeyen toplumlar bu konunun neresinde yer alıyor? Onlarla bu konuyla ilgili birebir diyaloğunuz olduysa paylaşabilir misiniz?
İklim değişikliği, kentte, şehrin çok uzağında veya kırsal bir bölgede, nerede yaşadığımız fark etmeksizin hepimizi etkileyen ciddi bir mesele. Bu konularla ilgili en yüksek ses kırsal alanlardaki birey ve topluluklardan geliyor. Ancak sadece hepimiz birlikte çalışırsak karşılaştığımız sorunlarla mücadele etmek için ihtiyacımız olan değişiklikleri gerçekleştirebiliriz.
– Belgeseli çektikten sonra doğa ve insan ilişkisine dair bakış açınızda ne gibi değişiklikler oldu?
Her zaman doğal dünyaya ilgi duydum ve vahşi yaşama karşı büyük bir sevgi ve saygı besledim, dolayısıyla bu serileri hazırlarken algımın değiştiğini söyleyemem ancak hayat verdiğimiz her bir yapımda doğal dünyaya olan sevgimi pekiştiriyorum. Bu belgeselleri yaparak bu tutkuyu olabildiğince çok insanla paylaşabilmeyi umuyorum.
– Sizi doğa üzerine yaptığınız belgesellerle görüyoruz ileride konuyu hangi açıdan ele almayı düşünüyorsunuz ya da sizi bambaşka bir proje ile görecek miyiz? Gelecek projeleriniz neler olacak?
Gezegenin en soğuk alanları, Kutup Bölgeleri ve buzul dağları hakkında bir yapım üzerinde çalışıyorum. Yapım, Donmuş Gezegen 2 (Frozen Planet 2) olarak adlandırılacak ve şimdiden bazı şaşırtıcı çekimler gerçekleştirdik bile, bu yüzden çok heyecanlıyım.