Hayatımızda Sabit Görünen Her Şeyin İçinde Olan İniş Çıkışların 7 Eylemlik Yaşam Döngüsü’nden bahsetmiştik. Şimdi hep birlikte bunun bir uyarlamasını yapalım. Ekonomik olsun, evden hiç çıkmayalım. Yalnızca kendimiz olalım. Kimse üzülmesin, kırılmasın. En çok biz üzülüp kırılalım. Ama bir çırpıda bitsin, öyle çok da uzamasın. Bu ucuz bir versiyon olarak bir köşede dursun, hevesimizi alalım, nefsimizi köreltelim 🙂 Düşünerek düşelim.
1. Başka ‘düşmek’
Duvarlar, zeminler, kapılar, pencereler yavaş yavaş siliniyor. Yine havadayız. Ayaklarımızın altında bizi havada tutan bir şeyler var, görmüyoruz. Hiç kıpırdamıyoruz; bu hali bilmemekten, tanımamaktan. Sadece duruyoruz, nefes bile almıyoruz. Takvim yaprakları; günleri, ayları, yılları değil, zamanı bile temsil etmiyor. Yaşımız yok, cinsiyetimiz yok, rengimiz yok, adımız yok; hele o diplomalar falan hiç yok. Tüm etiketlerimizden sıyrılmışız, sınırsız ve özgür, hem canlı, hem cansız bir varlığız. Bu siyah beyaz, sonsuz boşlukta tam olarak kendimiziz. Konsantre “ben”ler. Bu şey, bu ben, bu biz. Bu “biz”in içinde hiç sen yok. Napıyoruz?
2. Ben değirmeninden ‘görmek’
Hiç. Bu koşullar altında bir şey yapmaya ihtiyaç var mı? Sabah erken kalkmaya? İşe gitmeye? Eve dönmeye? Temizlik yapmaya? Kitap okumaya? Konuşmaya? Kendimizi geliştirmeye? O sınavı geçmeye? Çocuk yapmaya? Sevmeye? Aşık olmaya? Sevişmeye? İçmeye? Cips yemeye? Hayır, hayır.. Duyguların da olmadığı bu hissetmemek içindeyken, sadece gerçek ben’ler var, biz’ler var. Bu bir ben değirmeni. Nasıl bu hale geldik? Böylesine bir yokluktan var olma hali içerisinde, nasıl dönmeye başladı bu değirmen? İşleyen, hareketli bir şeyin içindeyiz çünkü, yaşam var. O rüzgar var, o rüzgar esecek. Tamamen ben olmaya izin kime çıkmış? Ne yapacağız?
3. Uzanmaya ‘gitmek’
Bu kolay bir soru değil. Bunun için saatlerce tavanı seyretmek lazım uzandığın karyoladan. Tüm ben’ler bir araya gelip, kafa kafaya verip düşünmek. Ama her şeyi. Hem de arada bir karyolanın altını kontrol ederek. Bir ben’den yorgan, bir ben’den yastık, bir ben’den tavan, bir ben’den ben, mis gibi yeni bir gerçeklik. Sonra düşüncelerin tavanı delişi, tavanda açılan o koca boşluktan tüm şehri ev ev dolaşmak. Biletsiz bir uçuş bu, hiçbir çatıya iki ayakla basmadan, sekerek. Tüm benlerle el ele. Tüm evren varlığımızı onaylamış. Tüm ben’ler birbirine sarılmış uzanıyoruz aslında tek bir vücut. Kalkmak lazım, gerçekten o kapıyı açıp çıkmak lazım. Ama nasıl?
4. Düşüncede ‘dağıtmak’
Basit, sadece çıkarak. Şimdi tüm kapılar yavaşça kapandı. Ve her şey arkada, çok arkada kaldı. Bu boynumuza dolanan kendi soluğumuz. Ciğerlerimizde biriken ne varsa, biz nefes alıp verdikçe, hepsi, herkesin ciğerlerine işliyor. ‘Herkes benmişim belki :)’ diyor joker. Hangi kendini daha çok sevebilir ki insan? Hangi kendini bir diğerinden ayırt edebilir? Etmiyoruz. Artık hep birlikte ben oluyoruz. Yeryüzündeki tüm hayatları yaşıyoruz. Mesela, kilise çanları çalıyor, sabah namazımızı kılıp, ardından kafa kesiyoruz. Sonra biraz gazete okuyoruz. Bir kaç fotoğraf var, iyiler yalnız. Çocuğumuzu okula yazdırıyoruz, sonra bakkala geçiyoruz. Bakkal uzun süre başkasına emanet edilebilir değil. Karton topluyoruz biraz, öğleden sonra duruşmamız var, ona son hazırlıklarımızı yapıyoruz. Öğle tatillerinde ameliyat yapıyoruz, hem de estetik, meme yapıyoruz, bozup bir daha yapıyoruz; derileri bir kenera sıyırıp eti dövüyoruz, ellerimizi önlüğümüze silip öyle veriyoruz poşeti müşteriye, böyle şeylere dikkat etmek lazım, akşama topladığımız istihbaratı da amirimize iletiyoruz. Yeterince dağıttık mı?
5. İçimizde ‘aramak’
Bu dağıtmanın açtığı tüm kapılarda, yapılan hesaplaşmalar, ben’ler arası yüzleşmeler, biz’ler arası inşa edilen ve yıkılan köprüler, bu aranma hali, bu sahte hakemler, hilekâr seyirciler, bu evler üstü ama yer yüzü sekmeler… Bu içimizdeki her bir ben’in, aslında hiçbirimizle hiç konuşmadıklarından, hiç sormadıklarından ibaret bir düğüm. Bu iletişimsizlik içerisinde arananlar aslında cevaplar değil, doğru sorular; çözmek için değil, sadece anlamak için. Oysa gözlerimiz görmüyor, ağzımız yok, kulaklar hep unutulur zaten. Öfkelenmek var burada. Böyle el yordamı bir diklenme içerisindeyiz. Neye karşı durduğumuzu bilmiyoruz, kime karşı olduğumuzu bilmiyoruz, ne kadar ben’iz, mesela kaç kişiyiz; onu da bilmiyoruz. Nedir atladığımız? Bilsek, neden atlayalım? Neyi unutuyoruz?
6. Anahtarı ‘unutmak’
Unuttuğumuz bir şey yok aslında. Nasıl yani? Hemen örnek; kapıyı tam kapatırken akla gelen anahtar. Takıntılı tipler bilir, kapıyı kapattıktan sonra anahtarın kendisiyle kapıyı kilitliyor olsak bile, yine de akla gelir o anahtar. O hayali bir anahtardır çünkü. Hayali olarak unutulmuş, dolayısıyla somut dünyada zaten hiçbir zaman bulunamayacak olan bir anahtardır o, rahatsız eder. Bir düşünce olarak tek görevi sadece rahatsız etmek, eksik ve yanlış hissettirmektir. Peki ya hayali olarak unutulmuş olan o anahtarı somut dünyada gerçekten bulsaydık? Kim bilir neleri açardık? Nereyi açmak isterdik? Sinir bozucu bir basitlik seviyesi ama; en çok ne kapatılmışsa ya da en çok ne kapalı duruyorsa, onu tabii ki. Bir de hiç düşünmeden yapardık bunu, rüyada olduğunuzu anlayınca hemen en yüksek yerlerden atlayarak ölüm provası yapmak gibi.
7. Merdivenden ‘dönmek’
Neyse ki tüm bunlar olmuyor aslında, hatta bunlar hep olmamaktan, olamamaktan. Oysa ne pahasına olursa olsun, en çok kendini temsil etmeli insan. Takıntılı mısın? İçinden bir ben çıkar, öyle bir ben olsun ki bu, sana katlansın. Aranıyor musun? İçinden bir ben çıkar, öyle bir ben olsun ki bu, karşına dikilip içindeki tüm benleri sana karşı korusun. Çok mu dağıtıyorsun? İçinden bir ben çıkar, öyle bir ben olsun ki bu, seni toplamakla kalmasın, yeniden yeniden, bol bol senden yapsın. Gidiyor musun? Bak bu ayrı, içindeki tüm benleri yanına al kâfi. Görüyor musun ya da görmek istiyor musun? Düşerken görebilir mi insan? Düşüncede bile olsa… Bakarsın, olur 🙂 Sen merdivenleri çıktıktan sonra ışığı kapatma yeter. Bugüne kadar çıktığın her merdivenden indin, öyle düşün 😉