Film çekmek zorlu iştir. Bizlerin iki saatte bitirdiği eğlencelik olsa da hazırlık aşamasından son haline gelene kadar arada geçen süreçte onlarca hatta yüzlerce insanın gece gündüz emeği vardır. E bu kadar zaman ve insan emeğinin de bir bedeli var değil mi? Eğer standart bütçelerden bahsediyorsak evet ama bir de inanılmaz düşük paralara mal edilen, evde bulunan malzemeyle hazırlanmış tadında bütçelerini duyunca sizi çok şaşırtacak denli küçük bütçeli filmler de var. İşte size evde de çekilebilir dedirten 16 adet düşük bütçeli film.
Not: Liste en yüksek bütçeden en düşüğe şeklinde sıralanmıştır.
Soldan soldan gelen paralar: Soldaki Son Ev (1972)
Kafanız karşımasın bu filmin bir de yeniden çevrilmiş hali var bu dosyada yer alan orijinal olanı. Korku janrı her daim diğer türlere göre daha avantajlıdır zira konu ilgi çekici olunca oyuncunun kim olduğunun önemi yoktur ve bu da bütçenin gereksiz şişmesini engeller. Film ile ilgili detay ise kariyerinin başında olan Wes Craven’ın filmi yönetiyor oluşu. Bundandır ki 87.000 dolar gibi bir bütçe yapımcının cebine giren 3.1 milyon dolar filmi ziyadesiyle karlı hale getiriyor.
Büyümesin böyle kalsın: Şişir Beni
Belgeselci Morgan Superlock’ın hala geçerliliğini koruyan bir konu, fast food ile beslenmenin zararları ve insan bedeni üzerine etkilerini anlattığı filminde yönetmenin bizzat kendisi bir aylık süreç boyunca sadece ünlü bir hamburger markasının ürünlerini yiyerek besleniyor. Bu süreçte bedeninde yaşadığı her değişimi de detaylarıyla seyirciye gösteriyor. 65.000 dolar bütçeli belgesel Oscar başta olmak üzere pek çok ödüle aday olmanın yanı sıra dünya çapında toplam 20 milyon dolar getiri elde etti.
14 ötesi: Pi
Şimdilerde neden bu kadar takdir topladığını anlamak için herhangi bir yönetmenin ilk adımlarına bakmak yeterli olacaktır. O adımlar sağlam ise devamı zaten bir şekilde geliyor. Darren Aronofsky için de aynı şey geçerli zira kendisini bizlere tanıttığı filmi Pi, sinefillerin mutlaka izlenmesi gereken filmler listesinin gediklisi. Genç Darren’a film çekmesi için verilen 38.000 doların uzun bir kariyerin fitilini ateşleyeceğini kim bilebilirdi ki? Üstelik gişeden geri gelen 3.3 milyon dolar da cabası.
Cadılara inanmayan kaldı mı? Blair Cadısı
1999 yılında internet henüz bebek adımlarını atarken vizyonu 2010 yılında olan bir grup pazarlamacının harikası sayılabilecek Blair Cadısı Amerika’da şu an pek çok örneğini izlediğimiz gerçekten yaşanmış olay düsturu ile tanıtılarak fenomen haline getirildi. Filmin el kamerası ile yapılan çekimleri herhangi bir kişide tereddüt uyandırmayınca 35.000 dolar gibi bir bütçe tüm dünyadan 248 milyon dolar gibi akıl almaz bir gişe getirisi olarak geri döndü. Devamı mı? Artık izlemekten sıkıldığımız bir tür halini alan sonradan bulunmuş kaset temalı korku filmleri.
Aman patron duymasın: Clerks
Kevin Smith daha sonra kült bir karaktere dönüşecek olan Silent Bob karakterini bu filmle bizlere tanıttı. Filmin hemen her işinde bir şekilde temas ederek kotardığı film 28.000 dolar gibi komik bir paraya mal oldu. Daha sonra bağımsız sinema dağımtıcılarının ilgisini cezbedince yatırılan miktarın katbekat fazlasını getirmekle kalmayıp Smith’i de takdir gören sinema insanlarından birine dönüştürdü. 3.1 milyon dolarlık toplam gişenin bunda etkisinin büyük olduğunu da ekleyelim. Filmin bu denli düşük bütçeli olmasının sebebi de Smith’in filmi çalıştığı video dükkânında kotarmış olması.
Aşkın üçgeninde dünyanın düzleminde: Sessiz Âşık
Bu listenin temel taşlarını oluşturan filmler bugün sinema dünyasının takdir gören ve unutması zor yapımlarının altına imza atan isimlerin ilk filmleri. Neil LaBute merhaba dediği yapımında iki yöneticinin başrolünde olduğu aslında her an önümüzde olan bir hikâyeyi anlatıyor. Farklı karaktere sahip, iş dünyasının başarılı iki adamının merkezde olduğu bu film 25.000 dolar bütçe ile tamamlandı. Bağımsız sinema ödüllerinde dikkat çektikten sonra dağıtım ağına dahil olup hem yönetmeni şu an bulunduğu noktaya taşıdı hem de yapımcısına 2.85 milyon dolar para kazandırdı.
Ah gardaşım dedirtiyor: McMullen Kardeşler
Hollywood oyuncuları gün gelir birer yönetmene dönüşür ama bu filmi çeken Edward Burns için kurgu bir parça farklı işlemiş. 1995 yılında yazar ve yönetmen olarak Hollywood’un çarklarına dâhil olan Burns filmde rol almasına rağmen yapımda üstlendiği diğer roller onun oyuncudan farklı bir kulvardan sinemaya merhaba demesine vesile olmuş. 24.000 dolar parasını da sahillerde çarçur etmek yerine bu küçük filmi yapmayı tercih etmiş ve buradan da 10.2 milyon dolar gibi daha konforlu olacağı kesin olan bir tatilin parasını çıkartmış.
Işıldayan dehanın ilk sürprizi: Slacker
Geçtiğimiz yıl izlediğimiz Boyhood ile gecikmiş Oscar adaylığı başta olmak üzere pek çok farklı ve prestijli ödüle aday olan ve bir kısmını kazanan Richard Linklater daha yolun başında kendindeki potansiyeli göstermiş. Slacker oldukça basit bir fikre dayalı belgesel ile kurmaca arasındaki sınırı iyice muğlaklaştıran bir film. Bütçesi de 23.000 dolar gibi standart Hollywood yıldızının günlük masrafına denk düşen cinsten. Eldle ettiği 1.23 milyon dolar ise belki de Linklater için Before serisini hayata geçirmek için gerekli gücü veren gişe getirisi oluyor.
Sinemanın bereketli topraklarından: The Castle
Avustralya yapımı 1997 tarihli bu film her ne kadar ait olduğu toprakların komedi anlayışından beslense de elle aldığı konular onu globale taşımakta başarılı olan en önemli etken. Eric Bana gibi şimdinin tanınmış oyuncusunu da barındıran kadrosuna rağmen 20.000 dolar gibi bir bütçeyle kotarılan film elde ettiği 2.1 milyon dolar getiri ile küçük filmlerin kar marjı yüksek olanlarından.
Dikkat David Lynch var: Eraserhead
Sinema dünyasının en çok saygı duyulan ama filmleri de tek sefer izleyip anlaşılamayan yegâne yönetmen David Lynch 1977 tarihli bu filmiyle benim diyen her yönetmenden daha çok kült olmayı hak ettiğini ilan etmiş. Sinefillerin her dem vazgeçemediği yapımlardan olan Eraserhead Lynch’in bugünkü anlayışından farklı olmayan küçük bütçeli film kavramının zirve noktalarından biri. 20.000 dolara mal edilen yapım 7 milyon dolar gibi oldukça büyük bir gişe getirisini sağladı. Bu da yönetmenin ileriki projeleri için önemli bir artı olarak hanesine yazıldı.
Her dönemin kahramanları: The Zombie Diaries
Zombiler sinemanın ilgi alanına girdiğinden beri aralıklı olarak farklı türlerle birleşip kimi zaman aksiyon kimi zaman komedi ile harmanlanıp önümüze gelen yapımların asıl kahramanları oldular. Hatta zombi temalı romantik komedi bile izlediğimizi düşünürsek… İngiltere yapımı 8.100 pound bütçeli bu yapım da listemize altın harflerle adını yazdırmayı başaranlardan farklı olmayarak bütçesinin katbekat üzerinde bir getiri sağladı. Tek farkı bunu yaygın gösterim ağı ile değil DVD üzerinden yapmış olması. Nasıl olduğunun önemi olmayan 1.1 milyon dolar yeter de artmaz mı?
Kim korkar hayaletten? Paranormal Aktivite
Blair Cadısı içerisinde referansı bulunan bu film benzer bir şekilde izleyicilere yapılan gösterimdeki görüntülerin kullanılarak tanıtımı yapılan başka bir mikro bütçeli korku filmi. 15.000 dolar bütçeli yapımın viral videoları her yeri işgal ettiğinde ise salonların önünde uzun kuyrukların oluşması garantilenmişti. İkinci kez denenen ve başarı elde edilen bu pazarlama tekniği yapımcıların cebine 193.3 milyon dolar gibi bir para getiriverdi. İlk film orijinal olandır diye düşünebilirsiniz. Devam filmleri ile Paranormal Aktivite serisi şu ana kadar 800 milyon dolardan fazla gişe getirisi sağlayarak sinema tarihinin en karlı serilerinden biri oldu.
Sen çok yaşa John Waters: Pink Flamingos
Afişine bakınca bile ne tür bir şey izleyeceğinizin ipuçlarını bulabilirsiniz ama Waters’ın izleyicinin tahammül sınırlarını zorlayan çöp sayılabilecek espri anlayışı bazı kesimler üzerinde olumsu etki yarattı. Başroldeki Divine takma adlı trans bireyin makyajından kıyafetine hemen her şeyi kült duruşu filmin uzun yıllar boyunca para kazanmasını sağladı. Gösterildiği her festivalde hala bilet bulunması zor filmlerden olan Pink Flamingos bunca yaygaranın arasında 12.000 dolar gibi son derece masum bütçesini ise hatırı sayılır oranda katladı. Şimdilik 7 milyon olan gişe getirisine DVD ve video gelirlerini de eklersek Waters’ın yedi sülalesine yetecek parayı kazandığını söyleyebiliriz.
Hey amigo bir film çek, ucuz olsun: El Mariachi
Robert Rodriguez bu filmi çekerken şu an bulunduğu konumda olmayı hayal bile edemezdi dersek yalan bilgi vermiş olmayız. Set anlamında sıkıntı yaşatmayacak bir coğrafyada tanınmamış yerel oyuncularla çekilen film 7.000 dolar gibi Amerika tatiline çıksanız daha fazlasını harcayacağınız bir bütçe ile tamamlandı. Sony stüdyo yöneticilerinin dikkatini çektikten sonra 2 milyon dolar getiri sağlayan bu filmin bir de Hollywood versiyonu yapıldı. Yönetmen ve yazar koltuğunda yine Rodriguez vardı ama bu sefer bütçe tam bin kat artarak (gerçi artsa ne olur) 7 milyon dolara çıktı. Başrollerini dönemin iki Latin ateşinin, Antonio Banderas ve Salma Hayek, paylaştığı Desperado 54 milyon dolar getiri ile öncülü gibi karlı bir proje oldu.
Zorlukları fırsata çevirmek: Tarnation
Filmin yönetmen, kameraman, yazar, kurgucu yani her şeyi Jonathan Caouette şizofrenik annesi ile yaşadığı zaman dilimlerinden kaydettiği görüntüleri, telefon konuşmaları ve başka birçok veriyi bir araya getirerek bu belgeseli yaptı. Belgesel türü zaten çok fazla bütçe gerektirmez ama hani sezonda yapılan ayakkabı ve kıyafet harcaması kadar sayılacak 218 dolar bütçe de bütçe sayılır mı bilinmez. Gelin görün ki eleştirmenlerce çok beğenilen bu yapım aldığı olumlu tepkilerin gazıyla yaygın gösterim ağına sınırlı kabilinden dâhil olmayı başararak 600.000 dolar gibi bir gişe getirisi sağladı. Yönetmenin çalıştığı koşulları düşününce sonraki projelerine yeşil ışığın yanması için yetti de arttı diyebiliriz.
Bonus: Kötü geçen bir günün ardından, tok karnına: Once
Kendinizi sıkkın ve bitik hissettiğiniz anda imdada yetişecek türde bir film olan Once, yukarıdaki örneklerden farklı olarak daha yüksek bir bütçe, 150.000 dolar ile tamamlanmış olsa da etki gücü milyonlarca dolarlık yapımlardan kıyas kabul etmeyecek kadar fazla. İrlandalı grup The Frames’den Glen Hansard’ın başrolünde olduğu film, bir sokak müzisyeni ile bir Çek göçmenin aşk hikâyelerini anlatan şarkılarını yazarak, prova ederek ve kaydederek geçirdikleri bir haftayı anlatıyor. Falling Slowly şarkısı ile Oscar kazanan filmi henüz izlemediyseniz ilk fırsatta izlemenizi salık veririz. Kötü geçen bir günün ardından bir doz yeterli…