Kovboy filmlerinde sıklıkla karşımıza çıkan düello sahneleri meşhurdur. Taraflar birbirine sırtını döner, 10 adım geriye doğru saymaya başlar ve silahlarını ateşler. Fakat düello yüzyıllar öncesinde, farklı formatlarda vücut buldu kendine. Hem de hak getirme mücadelesi adı altında çoğu kez adil olmayarak. Geçmişten günümüze yükseldiği noktalara yer vererek düellonun kısa geçmişi listemizde.
İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinde de rastlanan düello, sadece yaşanılan yüzyıla göre farklı haller aldı.
Akhilleus’un (Aşil) Hektor’la, Turnus’un da Eneas ile düelloya tutuştuğu tarihi kayıtlarda yer alıyor.
Avrupa’nın büyük kısmının düelloyla tanışmasına vesile olan millet olarak Türkler gösteriliyor.
Kavimler Göçü’yle Cermenler yurtlarından olup Avrupa’nın çoğunu işgal edince düello kavramı Avrupa’nın büyük bir bölümünde tanınmaya başladı.
Cermenler’in düelloyu Avrupa’ya taşımasıyla, ortaya çıkan şövalye anlayışıyla düello turnuvaları yapılmaya başlandı.
Düzenlenen turnuvalarda birbiriyle karşılaşan şövalyelerden biri kaybedene kadar çarpışırlardı.
Şövalyelerin dinç ve her an savaşa hazır durumda olabilmesi için düzenlenen bu turnuvalar düellonun temelini oluşturuyor.
Fakat önemli bir detay var; şövalyelerin ilerleyen süreçte düellonun intikam ya da ün kazanmak için önemli bir araç olabileceği gibi bir düşüncesi yoktu.
Orta çağ Avrupa’sında yargıç, davacı ve davalının çelişkili ifadelerinin içinden çıkamayınca, ya da elde yeterli kanıt yoksa bunların kendisinin saptayacağı bir yer ve zamanda, yine kendisinin uygun gördüğü silahlarla dövüşmesini karara bağlardı.
Orta Çağ’da yargıçlar davacı ile davalı arasındaki soruna çözüm getirediklerinde, kararı kendilerinin belirlediği yer ve zamana göre, davanın muhataplarının silahla dövüşmesine bağlardı.
Hukukun çözüm üretemediği davalarda çözüm olarak sunulan bu yönteme o zamanlar ”duellum” denirdi.
Tanrının adil kararlar verdiğine ve masum olanı koruyacağına inanarak, masum kişinin galip geleceğine inanılırdı.
Bir Alman atasözü “Önemli olan haklı olmak değil, hakkını elde etmektir” der.
Haksız olan taraf tanrı tarafından cezalandırılarak, suçunun bedelini ödediği inancı vardı.
Uzun yıllar devam eden, yargının belirlediği bu düelloya Jugement de Dieu (Tanrı’nın Hükmü) adı verildi.
Orta Çağ’ın bitişinden sonra duellum mevcut dinsel ve yargısal sürecinden az da olsa sıyrılarak günümüze yakın haline biraz daha kavuşmuş oldu.
“Tanrının Hükmü” adı verilen, tanrı tarafından haklının kazanacağı görüşü ve katı kurallar biraz olsun esnetilse de, zaman zaman uygulanmaya devam etti.
Düelloya tutuşacak kişilerin önceden kaçmamaları için bir teminat göstermeleri şartı bu dönemde getirildi.
Bu dönemdeki düello, klasik düelloya göre daha demokratik ilkelere sahipti.
Düelloya katılmak istememe hakkı gibi bir şey bu süreçte doğdu.
Ruhban sınıfı, kadınlar, hasta ve düşkünler, 20 yaşının altındaki gençler ve 60 yaşının üstündeki yaşlılar bu haktan faydalanabiliyorlardı.
Devlet tarafından bu kişilerin yerine düelloya katılacak bir kişi tayin edilirdi.
Günümüzde zenginlerin parasıyla iyi bir avukat tutabilmesi gibi, o zamanlar düello için iyi bir profesyonel silahşor kiralamak mümkündü.
Bu durumun günümüzdeki gelir adaletsizliğinin dayattığı sistemden çok da farkının olmadığını görüyoruz.
Sonuç olarak parayı bastıran daha iyi bir savaşçıya sahip olarak kazanan taraf olabiliyordu.
Kaynak; 1