Tarih, katliamlar ve intikamlarla dolu. İnsan olduğunu unutup politik davranmaya çalışırken on binlerce hatta yüz binlerce masum insanın ölümüne sebep olan bir katliam; Dresden Bombardımanı. Hatta, bombardıman kelimesinden ziyade, Dresden Katliamı.
1945 yılı. İkici Dünya Savaşı bitmek üzereyken Ruslar tarafından, Alman kadınlara yapılan bir eziyet…Erkekler için savaş bitmişti. Teslim oluyor ya da ölüyorlardı. Fakat kadınlar için durum korkunç bir işkenceye dönüşmüştü. Ruslar, Alman kadınlara tecavüz ediyordu. Durum bu iken; İngiltere ve Amerika öncülüğünde bir plan yapılmaya başlandı.
Nazi’lerin yaptığı soykırım sebebiyle, bu bombardıman ve 150 bin hatta bazı araştırmacılara göre 200 bin kişinin katledildiği bu korkunç saldırı Almanların gerekli tepkiler vermesini engelledi. Hatta yapılan bu insanlık suçunu, yüz binlerce insan seneler sonra bile destekledi. Ortada büyük bir insanlık suçu olan, masum insanların katledildiği katliama değinmemiz gerekirse;
Güvenli şehir ilan edilen Dresden, 1 milyon nüfusa sahipti.
Kültürel anlamda oldukça gelişmiş olan bu şehir, Elbe nehrinin kıyısındaydı ve insanlar şehre “Elbe’nin Floransası” diyorlardı. 500 bin nüfusa sahipken, İkinci Dünya Savaş’ı esnasında hiç bombalanmaması sebebiyle güvenli şehir ilan edildi ve nüfus 1 milyon’u buldu.
Ruslar için intikam vakti gelmişti. Dresden, müttefikler tarafından bir fırsat olarak görüldü. Nüfusun fazlalığı ve hava saldırılarına karşı korunmasızlığı apaçık ortadaydı…
Saldırı 13 Şubat’ta gerçekleşti. İngiliz ve Amerikanlar, şehri bombalamaya akşam saatlerinde başladı.
İngiliz ve Amerikanlar korkunç bir kurgu yaptı. Önce şehir bombalanacak, yangınlar söndürülüp, cesetler toplanıp, halk sığınaklara kaçmaya çalışırken bombardıman tekrarlanacaktı. Böylece ölü sayısı artacaktı. Planları başarıyla hayata geçti. Fosfor bombası olarak bilinen “incediaries” bombasını kullandılar.
Halk büyük bir yangının ortasında kalmıştı ve birbirlerinden yardım istiyordu.
Kabus sona ermedi. Gece saldırılar tekrarlanmaya başladı. Elektrikler, saldırıdan dolayı kesildiğinden halk uyarılar için sinyalleri duyamamıştı.
Bombardıman için halkın en yoğun olduğu bölgeler seçildi. Tren istasyonları, parklar…
25 dakikada 2000 ton bomba atıldı.
İnsanların kaçacak yeri kalmamıştı. Kaçtıkları yerlere bombanın neden olduğu alevler gelmişti bile. Yangının getirdiği rüzgar bölge sıcaklığını insanı yakacak yüksekliğe çıkartıyordu. Yanarak hayatını kaybedenlerin yanında, dumandan zehirlenerek ölenler de oldu.
Gazi Rudolf Eichner şehire döndüğünde o günleri şöyle özetliyor:
“Hiç bir yerde siren sesi yoktu. İkinci saldırı bizim için büyük bir sürpriz olmuştu. Biz daha ne olduğunu anlamadan hastanenin mahzenine girmeye çalıştık. Bombardıman o kadar şiddetliydi ki, insanlar ayakta bile duramıyordu. Herkes dizlerinin üzerine çömelmiş bir şekilde hareket etmeye çalışıyordu. …Yangınlar yüzünden mahzende tıkılmış insanlar nefes almakta zorlanıyorduk. Havada yangınlar sebebiyle oksijen kalmamıştı. Yangın bulutları yanmış eşyalarla, kor haline gelmiş demir parçalarıyla ve yanmış insan bedeni parçalarıyla doluydu. …Her yerde dağlanmış insan bedenleri vardı. …Burada yaşadıklarım, ön cephede savaştığım Rusya saldırısından bile daha kötüydü…”
“Ben burada yanarak ölmemeliyim…”
Saldırıdan sağ kurtulan Margaret Freyer şu sözleri söyledi; ” …hemen solumda bir kadın gördüm. Bugün bile o kadın gözümün önündedir ve asla unutamam. Kadın koşarken tökezlemiş, düşmüş ve çocuğuyla birlikte alevlerin içine düşmüş. Sağımda başkalarını gördüm. Çığlık atarak elleriyle bir şeyler söylemeye çalışıyorlar sonra kendilerini yere bırakıyorlardı. Maalesef sonradan öğrendiğime göre, Oksijen yetersizliğinden nefes alamadıkları için kendilerini bırakıp, kül olmaya başlamışlardı. Her yerde bu tür manzaralar görüyordum ve kendi kendime sürekli aynı şeyi söylüyordum: Ben burada yanarak ölmemeliyim…”