Zamanında fark edilen düşman neredeyse yenilmiş sayılır!
Don Kişot’u biliyorsunuz değil mi? Hani şu deli CHP’li ihtiyar, kendisini şövalye sanıyor da yaverini yâren eyleyip yeldeğirmenlerine atara kalkıyor? Flix’in yıllarca gazetelere çizdiği, sonrasında da banttan sıkılıp direkman kitaba çevirdiği Don Kişot, bu konudan çok alakasız bir konuyu işliyor. Sadece isimler tutuyor bile diyebiliriz.
Marmara Çizgi, muhteşem insanlardan oluşan, muhteşem risklerle muhteşem kitaplar basan, muhteşem bir yayınevi. Muhteşemler ki, bu çizgi romanı da hiç ikiletmeden bize ulaştırdılar.
Anlatalım. Ana karakterimiz gene Alonso Quixano. Kendisi, bulduğu her dergiye imtinayla “Çizgi romanlar vakit ve ciddiyet kaybıdır!” diyen, prensipli bir vatandaş ve evet, kendisini bir şövalye sanıyor! Toboso da değil, tek bir harf değişikliği ile Tobosow’da, Almanya’da yaşıyor ve Euro kullanıyor! Olay, Tobosow’daki tek arkadaşı olan bakkal Sancho Panza’nın ölümünden sonra patlıyor. Sancho Panza ölüyor ve Quixano kendisini Tobosow’un her yerine dev rüzgar türbinleri yapmak isteyen rantçılarla buluyor.
Haydutlar!
Kahramanımız, Rosinante isimli bisikleti, kılıç yerine koyduğu şemsiyesi ve sadece kendisinin gördüğü kedisi Dulcinea ile buna bir dur demek zorunda. Ama önce bir yavere ihtiyacı var. O da torunu oluyor. Torunu kim mi? Okusanıza yazıyı!
Dede “Ben Don Kişot’um!” derse torun da durur mu, “Ben de Batman’im dede!” demez mi?
Öncelikle, kendisine bir yaver buluyor Don Kişot. Yani bir Side-Kick. Olayın çizgi roman mantığına evrilmesi bir yana, Çizgi romanlarda side kick denen olayın temelini klasik edebiyatta Cervantes attı biliyorsunuz. Kendisini Batman sanan torun Robin, talihsiz ismine çok sinirleniyor ve dedesiyle tanışana kadar kendi çapında adalet dağıtmaya çalışıyor.
Cervantes Huzur Evi’ne hoş geldiniz!
Eserde, birden ortaya çıkan kızının Quixano’yu yatırmak istediği huzur evinin ismi Cervantes. Yanaklarından sıkasımız geliyor Felix’i valla.
The Dark Knight Returns mü o?
Çok nazik Batman referansları, eser boyu bizi kovalıyor. Robin’in elinden düşürmediği efsane Batman hikayesi The Dark Knight Returns olsun, dedesini kötü adam olarak lanse etmesi ve lakap olarak da Scarecrow demesi bambaşka detaylar.
Gördüğümü sen de görüyor musun?
Dedesi ile Robin’in başta tutarsız giden ilişkisi, Robin’in onu tartaklayan serserilere kurduğu bir cümle ile rayına oturuyor. “Benim, apartmanın bodrumunda beslediğim ateş çıkartan dev bir yarasam var!” diye kendini savunan Robin’i duyan Alonso, gizlice onu takip ediyor. Yarasayı sadece dede – torun olarak görebiliyorlar. Çünkü onların inanmak için görmelerine gerek yok. Görmek için inanmaları yeterli.
Devlere bak dede! Babalık, devlere bak!
Eserin bir başka muazzam noktası ise, giderek kendi zihninde kaybolan bir bunak ve hayal gücünün ipini kaçırmış bir çocuğun gözünden izliyor oluşumuz. Bir karede korkutucu bir devken birden ateş çıkartan bir ejderhaya dönüşebiliyor gördüğümüz şey. Alonso’nun yavaş yavaş kendi hayal gücünden korkması da çok güzel. Ve bir de, tabii ki, Dulcinea var ki….
Ah benim güzel Dulcinea’m..
Kitabın belki de en güzel anları, Alonso yani Don Kişot’un kedisi Dulcinea’nın peşinde olduğu zamanlar. Açılan onlarca mama, Alonso’ya göre orada olan, diğerlerine göre alev çıkartan bir yarasayla aynı gerçeklikle olan isim bu sefer aşk olarak değil, kedi olarak lanse ediliyor. Hele o finali yok mu, sonunda Dulcinea’ya kavuşması, ama nasıl kavuşması. Çok anlatmayalım, okuyun. Ama duman olduk dusduman! Ah be çok yaşa Felix.