Dedektiflik, hepimizin çocukluktan beri çok özendiği ama neredeyse hepimizin sadece hayallerinde yaşattığı bir meslek. Çünkü ufacık ipuçlarından kocaman detaylara ulaşmak, sürekli keskin zekâ gerektiren olayların içerisinden hakkıyla çıkıp sıyrılmak her yiğidin harcı değil. Gerçi dedektif karakterlerin uğraştığı olaylar kurgu olduğundan, reel hayata nazaran çok daha karmaşık ve zor oluyor ama olsun. Biz ağzımız açık “Ayyyy nasıl çözecek bunu” diye izlerken şapadanak çözüyorlar ve biz “Vay bee” hayranlığında dilimizi yutuyoruz. Hem (genelde) cinayetleri hem de bunu çözecek o dedektif karakterleri ortaya çıkarmak, baştan sona yazabilmek de büyük iş. Hem bu karakterlerin sahibi yazarları, hem de bunları izlerken bizim büyük keyif almamızı sağlayan oyuncuları tebrik edip hemmmen yazımıza geçiyoruz.
1. En sevilen yüksek işlevli sosyopat: Sherlock Holmes
“Dedektif” kelimesi duyulduğu anda herkesin aklına ilk gelen isimdir; Sherlock Holmes. Sir Arthur Conan Doyle’ın zihni dert görmeyegörsün, öyle bir karakteri tanıttı ki bizlere, hani “efsane” kelimesi yanında sönük kalıyor herifin. En büyük düşmanı Moriarty’nin varlığı bile onu mutlu ediyor, çünkü onun sürekli bir şeylere karşı uğraş vermesi lazım. Eğer elinde uğraşacak bir dava yoksa kötü alışkanlıklara yöneliyor hep. Hayatını tamamen suçluları yakalamak, ipuçlarını takip etmek üzerine kuran Sherlock, zihnini de sadece bu konuda işe yarayan şeylerle dolduruyor bu yüzden. Mesela Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü falan bilmez, çünkü görevinde hiçbir işe yaramıyor bu bilgi. Böyle nevi şahsına münhasır bir tip işte. Resmen onu anlatmaya kelimeler yetmiyor. Şimdi bu yazdığımızı görse bize kesin “Lütfen burayı terk edin, ortamın iq’sunu düşürüyorsunuz.” falan derdi.
Piposu, kemanı, fuları, bakışları, kendine has hınzır gülüşleri ile aklımıza kazınan Sherlock Holmes’u, “Sherlock” dizisinde Benedict Cumberbatch, “Sherlock Holmes” film serisinde ise Robert Downey Jr. oynuyor. Hangisinin Sherlock ruhunu daha iyi yansıttığı konusunda izleyiciler arasında bayağı çekişme var açıkçası. Ama kesin olan bir gerçeklik varsa; Sherlock Holmes karakterinin, hem kitap hem de film/dizi dünyasında, açık ara 1 numaralı dedektif olduğudur. Keşke bölümleri daha çok olsa dizinin. Ah Dr. Watson, sen ne şanslı adamsın!
2. Centilmenlik ve kibarlığın kitabını yazan dedektif: Hercule Poirot
Hercule Poirot, Agatha Christie kitaplarından tanıdığımız bir dedektif karakter. Agatha’nın kitaplarında rastladığımız tek dedektif olmamakla birlikte, en çok yaşattığı karakter Hercule Poirot olmuştu. Hatta o kadar sevildi ki, “Agatha Christie’s Poirot” adıyla diziye uyarlandı. Fötr şapkası, bastonu, kıvrak bıyığıyla gönüllerimizde taht kuran Hercule Poirot, aynı zamanda inanılmaz derece düzen hastası bir insandı. Görgü tanıklarını çok iyi dinler, onlara sorduğu sorulara aldığı cevaplar karşısında kafasında oluşan tahminleri ve kurduğu bağlantıları asla belli etmez, hep gülümser, sonra o sakin tavrıyla olayı açıklığa kavuştururdu.
3. “Görünüşüne bakıp da yanılmayın, zekâ fışkırıyor çocuktan” dedirtir: L
Ömründe anime izlememiş, “ben anime sevmiyorum yaaa” diyen insanlara bile kendini başından kalkmadan izleten “Death Note”da, -bir ölüm kitabına isimlerini yazarak insanları öldüren- seri katil Kira’yı yakalamaya çalışan, çok çok farklı bir tarzı olan karakter; L. Çocuk bir de üstüne üstelik, yetişkin değil yani. Yürümesi, oturuşu, yemek yiyişi, telefon tutuşu; her bir şeyi tuhaf. Zaten o garip oturuşuyla oturmazsa, düşünme hızı %40 azalıyormuş falan. Ama kendini acayip sevdirir izleyiciye. Zamanla, yaptığı her ilginç davranışa da alışırsınız. Animenin ilk bölümlerinde L’yi göstermiyorlar, sonra bir anda ortaya çıkıyor, “anaa, bu muymuş!” oluyorsunuz. Aman ha, hafife almayın. Ne cevherler saklı o çocukta. Kaygan maygan bakıyor ama felaket cingöz yani.
4. Saygılar amirim!: Behzat Ç.
Çoğumuz her ne kadar onu diziden adını alan diziden tanıyor olsak da, aslında ondan önce Emrah Serbes’in “Behzat Ç. : Bir Ankara Polisiyesi” kitabındaki başkarakterdi Behzat amirimiz. Hepimizin abisi gibi, içten, samimi, rahat, kafası kıyak bir heriftir. Kimseyi takmaz, umursamaz. Ne derdi olsa içine atar. Günde kaç bin kere “HE” der. Sürekli ceza alır ama asla uslanmaz. Kendi tarzıyla davaları çözer. Cesurdur, çünkü kızını da kaybettikten sonra hayatta kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştır gözünde. Adamdır!
5. Hepimizi cebinden çıkartacak yaşlı kadın dedektif: Miss Marple
Miss Marple, yani listemizdeki tek kadın dedektif, yine bir kadın yazar olan Agatha Christie’nin kitaplarından tanıdığımız ve daha sonra dizi uyarlamasıyla kendisini daha yakından tanıma şansı elde ettiğimiz bir dedektif karakteri. Agatha Christie, kitaplarında, Hercule Poirot’tan sonra en çok Miss Marple karakterine davaları çözdürmüştü. Miss Marple, çok dikkatli bir insan olmasının yanında, yaşının verdiği tecrübenin de sayesinde, iyi de bir insan sarrafı biriydi. Olayları olabildiğince sakince çözer, “bu yaşlı kadın ne anlar” laflarını herkesin ağzına tıkardı. Son derece kibar ve görgülü, çevresinde de çokça tanınan ve sevilen bir insandı.
6. Büyümüş de küçülmüş: Dedektif Conan
Valla şu “büyümüş de küçülmüş” deyimi Conan’a cuk diye oturuyor. 17 yaşındaki Shinichi Kudo, yaşına rağmen çok iyi bir dedektifken, peşine düştüğü bir dava sırasında suçluların ona içirdiği bir ilaçla 6 yaşındaki bir çocuk hâline geliyor. Sevdiği insanların başını belaya sokmamak için bunu profesör dışında kimseyle paylaşmıyor. O suçluları bulurum umuduyla, sevdiği kızın da babası olan dedektif Mouri’nin yanına yerleşiyor. İşleri çok kötü olan beceriksiz Mouri’nin hayatının dönüm noktası, Conan onun yanına taşındıktan sonra oluyor. Bütün dava çözümlerinde alttan alta ona yardım ediyor.
Scinichi’nin kendine “Conan” takma adını vermesi, Sir Arthur Conan Doyle hayranı olması 🙂 Profesör de iyi ki var, Conan’ın davaları çözerken ona çok yardımı dokunacak şeyleri icat ediyor. Alabildiğine uzun bir seri ama insan bir solukta izliyor. Tabii izlerken “ah ulan Scinichi, çık artık ortaya, açıkla gerçek kimliğini. Herkes davaları Mouri çözüyor sanıyor, sinir oluyoruz burada” diye bağırmalara sebep oluyor. Ve bu başlıktaki yazıyı Conan’ın her bölüm başında bizi hatırlattığı sözle bitirelim: “Her zaman tek bir gerçek vardır!”
7. Suçlular korkar, kadınlar sever: Mike Hammer
Mickey Spillane’nin elinden çıkmış ilk Mike Hammer başkarakterli romanı öyle çok sevilmişti ki, devamında bu şekilde 12 kitap daha yazdı. Trençkot ve fötr şapkası ikilisiyle özdeşleşen Mike abimize, kadınlar da hastaydı aynı zamanda. Yaptığı görevi adalet duygusuyla sahiplenir, para beklentisi gütmezdi. Mike Hammer karakteri Türkiye’de öyle çok sevildi ki, Mickey Spillane roman yazmayı bıraktıktan sonra, Türkiye’de Mike Hammer’a atfedilen 300 kadar öykü yayımlandı. Bu yazarlar (çevirenler) arasında en bilinen isim de Kemal Tahir’di.
8. Kırmızı Ferrari dendiğinde akla gelir: Thomas Magnum (P.I.)
Magnum abi, 80’li yıllardan tanıdığımız, sevdiğimiz bir dizi dedektif karakteri. P.I. kısaltması “Private İnvestigator” anlamına geliyor. Güvenlik görevlisi adı altında girdiği evde aynı zamanda kendi dedektiflik işlerini de yürütüyor. Bir Ferrari’si var kiiii, akıllara zarar, kıpkırmızı böyle. Hele ki 80’li yıllarda bir düşünün, insanın izlerken nasıl içi gidiyor. Velhasıl, Hawaii’de takılıp kumsallarda koşarak bizi hayatınıza özendiren Magnum karakterini Tom Selleck oynardı.
9. Hemen Bruce abi gözümüzde canlanır: David Addison
Yine 80’li yılların dedektiflerinden David Addison, Bruce Wills’in Mavi Ay dizisinde canlandırdığı bir karakter. Kendine has bir gülümsemesi ile hatırlanır. Oldukça sempatik biridir. Kendisi çok rahat, her şeyi akışına bırakan bir tipken birlikte çalıştığı Maddie karakteri tam bir kontrol manyağıdır, yani bu iki zıt kutubun sahnelerine tanık olmak bayağı eğlencelidir. Bacak kadar çocukların içinde dedektif olma hayallerini yeşerten biriydi David Addison. Taktığı bir gözlük modeli “David modeli” diye bir dönem gözlükçülerde satılır.
10. Her daim üstü başı dağınık: Komiser Columbo
Diziyi diğer dizilerden ayıran en önemli özelliği, her bölümün en başında cinayeti izler, hatta katili görürüz. Daha sonra Columbo’nun onu bulmak için incelediği ipuçlarına, görgü tanıklarına sorduğu soruları izlerdik. Hiçbir şey bilmiyor, anlamıyor gibi gözüküp bir anda çözünce, “Ne ara çözdü bu ya? Hiç belli etmedi he” oluruz. Bir de tanıklarla konuşurken konuşmayı tamamlamış gibi gözükürken bir anda dönüp “bu arada” diye başlayan bir soru daha sorar, genel tarzı budur. Kirli trençkotu, dalgın ve keş gibi tavırları onu kaale alınmayacak bir insana büründürse de olayları nasıl çözdüğünü gören insanlarda büyük hayranlık uyandırır.
11. O bir titizlik hastası: Adrian Monk
Türkiye’de “Galip Derviş” uyarlamasıyla izlediğimiz Monk, temizlik ve mikroplar konusunda obsesif kompülsif hastalığa sahip bir karakter. Olay incelemeleri yaparken pis olay yerlerine denk geldiğinde mahvoluyor adam ama yine de görevini yerine getiriyor. Eşini kaybettikten sonra hayatta yapayalnız kalmış. Fakat psikolojik rahatsızlığı sayesinde çok komik sahneler izlememizi sağlıyor.
Gönüllerin dedektifi 1: Müfettiş Gadget
Çocukluğumuzun dedektifi Gadget amca 🙂 Kendisi her ne kadar iyi bir dedektif olmasa da, yeğeninin sayesinde olayları çözerdi. Vücudunun her yerinden teknolojik bir şeyler çıkardı, şapkasını açardı uçardı falan. O küçük kalplerimize taht kurmuştu yani. Nerde görsek bi durup izleriz hâlâ. Bir de ezeli düşmanı vardı ki, biz onun yüzünü hiç göremedik. Sadece sürekli kucağında oturan ve sahibi sinirlendiğinde bundan nasibini alan siyah kedisini izlerdik o sahnelerde.
Gönüllerin dedektifi 2: Bay Kamber
Kemal Sunal hangi rolü oynamış da biz sevmemişiz? Bay Kamber de o “eski” dediğimiz 90’lı yılların dizilerinden. Mike Hammer’a çok özenen biri olan Bay Kamber, her ne kadar ona özgü bir stili yansıtan trençkot giymiş ve fötr şapkasını takmış olsa da, iyi bir dedektif değildi aslında, güzeller güzeli sekreteri Pınar sayesinde olayları çözerdi. Ama çok şeker, güleç ve soğuk espriler yapan bir insandı. Kırmızı, küçük bir arabası vardı. Dizi pek uzun soluklu olmadı ama olsun, Kemal Sunal’ı izlemek kısa sürse de güzeldi.