Microsoft kurucusu ve CEO’su Bill Gates’in 1996’da yayınladığı “Content is King” (İçerik Kraldır) makalesinin üzerinden 20 seneden fazla zaman geçmesine rağmen “İçerik” tahtından inmedi. Biraz biçim değiştirdi belki ama hâlâ tahtında oturuyor. Başlıktaki cinsiyetçi yaklaşım bir kenara bırakılırsa, o zaman Gates’in içerik hakkında söylediği şeylerin büyük kısmı hâlâ geçerliliğini koruyor. Zaten Microsoft gibi bir şirketi kurup Dünya’daki birçok ülkeden daha fazla paraya sahip bir iş insanından daha az bir vizyonerlik beklenmezdi.
Gates makalesinde “televizyon devrimi ile birçok farklı yan sanayi ve ticaret fırsatı ortaya çıktı ama uzun vadede kazananlar mecra için bilgilendirici ve eğlenceli içerik üretenler oldu” diyor. Haksız da sayılmaz. Bir bilgisayar ya da bilgisayar ekipmanı satın alındıktan sonra 3-4 sene kullanılabiliyorken içerik tüketimi günlük, hatta bazen saatlik.
İçerik Bilgilendirici mi?
Bill Gates içeriğin uzun vadede daha fazla kazandıracağını doğru bilmişti belki ama “bilgilendirici içerik” üretenlerin kazanacağı konusunda o kadar haklı olmayabilir. Üstelik televizyonda da bilgilendirici içeriğin üretcisini iyi ödüllendirip ödüllendirmediği tartışmanın başka bir boyutu.
Senaryosunu Paddy Chayefsky’nin yazdığı ve Sidney Lumet’in yönettiği 1976 yapımı The Network filmi TV programcılığının ve haberciliğin geleceğine yönelik ağır hiciv barındırıyordu. Buna rağmen filmde TV programcılarının “rating” kazanmak için yaptığı tüm şaklabanlıklara ve daha fazlasına bugün hem TV kanallarında hem de YouTube’da şahit oluyoruz. Filmde haberler neredeyse bir eğlence programı formatına evriliyorken filmin tarihinden çok sonrası olmayan 80’ler Türkiye’sindeki kültürel atmosferi anlatan Vitrinde Yaşamak kitabında Nurdan Gürbilek şunları yazıyordu: “…söz çözümleyici ve sınıflandırıcı bir bilimsel söylemden çok yaşananları estetize eden bir söylem düzenine eklemlenir.”
Gürbilek kitabının bir bölümünde özellikle habercilik ve reklamcılık dillerinin birbirine ne kadar benzediğinden, cinsellik vb. tabulaşmış konuların nasıl söyleme hapsedildiğinden bahseder. 30 yılı aşkın süredir bu konuda olumlu bir gelişme yaşamak şöyle dursun, belki habercilik ve yayıncılık sektöründe gelinen durum çok daha vahim.
İlk Olmak mı Önemli? “Doğru” Olmak mı?
Günümüzde içerik üreticileri herhangi bir bilgi içermeyen, içerdiği zaman ise eksik veya taraflı anlatımlarla reklam satmayı amaçladığı için yayınlanan ve yayılan içerikler “daha çok tık alan” formüllere göre üretiliyor. Aslında çoğu zaman başlığın dikkat çekici olması yetiyor ki bu 80’lerden beri devam eden bir mesele. Sansasyonel, çarpıcı, şok edici başlıklar yayıncıların olmazsa olmazı arasında. Bununla birlikte muhteviyat o kadar da önemli değil. İçerik çok uzun süre önce bilgi değeri taşıyan bir iletişim aracı olmaktan ziyade salt ticari bir meta haline geldi. Bazı içerik siteleri milyonlarca tık almanın peşinde koşarken haber siteleri bir haberi, Denzel Washington’ın da onaylayacağı üzere “doğru” veya “tam” yayınlamak yerine “ilk” yayınlamanın peşinde.
“Toplumsal Sorumluluk” Beklentisi Çok mu?
“Herkes ekmeğinin peşinde, ne gerek var anlamlı içeriklere” diye düşünen de olabilir. Haklıdır. Bununla birlikte kitleleri etkileyebilen mecraların en azından “toplumsal sorumluluk” gibi bir ilke edinmesi yüksek bir beklenti mi? Yalan haberin topluma verdiği zarar gözle görülebilir ve ölçülebilirken kitleleri etkileyen kurumların bu duruma duyarsız kalmaması, toplumdaki huzursuzluğu ve eksilen güven duygusunu onarabilir.
“Doğruluk İddiası” ile Gelen Sorumluluk
İçerik her şeyden önce bir iletişim aracı. İletişim araçları her ne kadar eğlence araçları olarak kullanılsa da sonuçta tüketilen şey yine “içerik.” Oyun, dizi, film, video veya infografik gibi birçok farklı şekilde karşımıza çıksa da hepsinin özünde “metin” var. Bu metin ise bir mesaj taşıyor. Bu mesaj da çoğunlukla “doğruluk iddiası.”
Çözümleyici ve Sınıflandırıcı Bir Bilimsel Söylem
Reklam metni ile taşınan mesajın doğruluk iddiası yoktur, olsa bile daha farklı bir iletşim türü olduğu için iddiasını destekleyecek delil gösterme zorunluluğu yoktur. Mesajını daha estetik bir söylem düzeninde vermeye çalışır. Örneğin “Red Bull kanatlandırır” Red Bull’un gerçekten kanatlandırdığını değil enerji verdiğini anlatmak için seçilen bir metarofdur. Ancak bir içerik sitesinde “Libidonuzu Artıracak 10 Yiyecek” başlıklı bir içerik yayınlanıyorsa o yazarın veya editörün işi listesine aldığı yiyeceklerin libido artırdığını kanıtlayacak deliller göstermektir. Bu tabii ki eğlenceli bir dille de anlatılabilir ama…
“Çilek hem afrodizyak yaratması açısından hem de çikolataya batırılıp sevgiliye yedirme bakımından sevgililer gününün bir numaralı adamı çilek ile güne başlayabilirsiniz”
Böyle değil.
Yukarıda çilekle ilgili yazılan metin bir besin maddesinin nasıl cinsel isteği artıracağını anlatmıyor, sanki onu pazarlamaya çalışıyor. Onu da maalesef kötü bir dille yapıyor. Yazının başlığına aldanıp afrodizyak etkisi veren besinlerle ilgili bilgi alacağını sanan bir okur “çözümleyici ve sınıflandırıcı bir bilimsel söylemden çok yaşananları estetize eden bir söylem” ile karşılaşıyor.
Anlatma, Göster
Rus yazar Anton Çehov’un dediği gibi “bana ayın ışıldadığını anlatma; kırık camdan yansıyan parıltıyı göster.” Editörün işinin bir kısmı gerçeklere dayalı ve delillerle desteklenen içerikler üretmek iken diğer kısmı ilgi çekici ve okuyucu ile duygusal bağ kurabilecek bir dil inşa etmek. Hikâye anlatıcılığının önemli prensiplerinden biri “anlatma, göster” Bloomberg ve The New Yorker gibi yayınların da yazım stillerinde benimsediği bir prensiptir. Dan Harmon’un Hikâye Çemberi kullanılarak en basit olay bile hikâyeleştirilebilir.
“Arabam (Sen) garip sesler çıkarmaya başladı (İhtiyaç), bu yüzden arabayı tamirciye götürüp (Git) her şeyi kontrol ettirdim (Arama).
Aracın motorunun kötü durumda olduğu ortaya çıktı (Keşif), bu yüzden motoru çıkarıp yeni parçalar sipariş etmek zorunda kaldılar (Al).
Onarılmış motoru araca monte ettiler (Geri Dönüş) ve tamirciden çıkıp yepyeni bir araçla (Değişim) yoluma devam ettim.”
Bu hikâye bile “anlatma, göster” prensibi ile ele alındığında daha ilgi çekici hale gelebilir. Araba ve sahibi arasındaki duygusal bir bağdan bahsetmek bile kendi arabasıyla duygusal bağ kuran birçok insanın empatisini kazanabilir. Çilek örneğinde ise çileğin afrodizyak etkisi yaratan besin değerleri çileğin insanlarda uyandırdığı duygular ile paralel bir şekilde anlatılabilirdi.
Güvenilir, yanlış inanışların yayılmasını engelleyecek ilkelere sahip, bilgilendirici ve insanların duygusal bağ kurabileceği içerikler hazırlamak biraz emek gerektiriyor.