Carl Sagan, Ann Druyan ve Steven Soter tarafından yazılan Cosmos: Kişisel Yolculuk’un devamı niteliğinde çekilen Cosmos: Bir Uzay Serüveni; Carl Sagan’ın eski öğrencisi ve dünyaca ünlü astrofizikçi Neil deGrasse Tyson’ın sunuculuğunu yaptığı olağanüstü bir belgesel dizisi.
Günlük hayatın sıradanlığından kurtaran bu seriyi izleyen herkes, dünyaya ve evrene eskisi gibi bakamaz hale geliyor. Farkındalığımızı Everest’in tepelerine kadar çıkaran, bazen de bilincimizin sonsuzluk duygusuyla bocalanmasına sebep olan Cosmos: Bir Uzay Serüveni bize, yıllar boyu süren öğrencilik hayatımızdan daha çok şey öğretti.
Şimdi uzay ve zamanın zincirlerinden bağımsız bu şahane belgeselden neler öğrendiğimize bir göz atalım:
1. Yalnız ama güzel Güneş Sistemiz
Güneş, Güneş Sistemi’nin tüm gezegenlerini kütleçekimiyle kucaklar. Merkür ile başlar bulutlarla kaplı, kontrolden çıkmış sera etkisinin bir nevi cehenneme döndürdüğü Venüs’le devam eder. Mars Dünya kadar toprağı olan bir gezegen. Mars ve Jüpiter yörüngelerinin arasında Güneş’in etrafını çevreleyen göktaşı kuşağı. Dört dev ve düzinelerce daha küçük uydusuyla Jüpiter’in kendine ait bir güneş sistemi var gibidir. Kütlesi diğer tüm gezegenlerin toplamından fazladır. Jüpiter’in Büyük Kırmızı Leke’si tüm gezegenimizin boyundan üç kat daha büyük ve yüzyıllardır kopmakta olan bir kasırgadır. Güneş Sistemimizin mücevheri Satürn yörüngede ağır ağır dönen sayısız kar topu otobanlarıyla çevrelenmiş ve her bir kar topu, küçük bir uydu. Uranüs ve Neptün atalarımıza yabancı dış gezegenler. Teleskobun icadından sonra keşfedilebildiler. Dış gezegenlerin ötesinde on binlerce donmuş dünya yığını mevcut ve Plüton onlardan biri.
2. Gözlemlenebilir evren
Evrenin 13.8 milyar yıllık tarihinde bu parçaların ışığının bize ulaşması için yeteri kadar zaman geçmiş değil. Birçoğumuz, tüm bunların, gözlemlenebilir evrenimizdeki tüm gezegenlerin, yıldızların galaksi ve kümelerin başka evrenlerden oluşan bir okyanustaki küçük baloncuklardan başka bir şey olmadığından şüphelenmiştir: Çoklu evren. Evren üstünde evren. Sonsuz sayıda gezegen. Biraz minik hissettiniz, değil mi?
3. Küçük canlılar olabiliriz ama küçük düşünmüyoruz
Kozmos bağlamında düşündüğümüzde, gerçekten de küçük kalıyoruz. Sersemletici bir enginlikte yüzen bir toz zerreciğinin üzerinde yaşayan küçük canlılar olabiliriz ama küçük düşünmüyoruz. Bu kozmik perspektif, görece yeni. Yalnızca dört yüzyıl önce, bizim bu minik dünyamız kozmosun geri kalanına karşı kayıtsızdı. Teleskop icat edilmemişti. Evren, yalnızca çıplak gözle görülenlerden ibaretti.
4. 13,8 milyar yılı, tek bir yılda özetleyen kozmik takvim
Kozmik takvim, 1 Ocak’ta evrenimizin doğuşuyla başlar. O zamandan bugüne dek gerçekleşmiş olan her şeyi kapsar ki bu tarih bu takvimde 31 Aralık gece yarısı olarak gösterilmiştir. Bu ölçekte, her ay yaklaşık bir milyar yıl uzunluğunda. Her gün yaklaşık olarak 40 milyon yılı temsil ediyor.
Takvimin son gününe, hatta son dakikası olan 11:59’a bakalım. Evrenin zaman ölçeğine göre o kadar genciz ki kozmik yılın son 60 saniyesine yani bundan yaklaşık 30 bin yıl öncesine gelene kadar henüz ilk resimlerimizi bile yapmamıştık. Gece yarısına 14 saniye kala veya yaklaşık 6 bin yıl önce yazıyı icat ettik. Buda 6 saniye önce doğdu. İsa 5 saniye önce doğdu. Muhammed 3 saniye önce doğdu.
5. İnsanların evrime ilk müdahalesi: Kurtlar
İnsanlar yerleşik hayata geçtikten sonra, kurtlar özgürlüklerini düzenli yemek ile takas ettiler. Eş seçme haklarından vazgeçtiler. Artık insanlar onlar için seçiyor. Eğitilemeyen, onları besleyen eli ısıran köpekleri sürekli olarak öldürüyorlar. Onları memnun eden köpekleri ise besliyorlar. Onların işlerini yapan avlanan, güden, koruyan, çeken ve arkadaşlık yapan köpeklere bakıyorlar. Her doğumda insanlar en beğendikleri yavruları seçiyorlar. Nesiller içinde, köpekler evriliyor. Bu tür evrime, “yapay seçilim” veya “terbiye” deniyor. Kozmik zamanın bir göz açıp kapamasında, yaklaşık 15-20 bin yılda gri kurtları, bugün çok sevdiğimiz tüm köpeklere çevirdik. Bunu bir düşünün. Gördüğünüz tüm köpek cinsleri insan elleriyle şekillendirildi. En iyi arkadaşlarımızın birçoğu, en popüler cinsler yalnızca son birkaç yüzyılda yaratıldı. Evrimin muhteşem gücü yırtıcı kurtları sürüyü güden ve kurtları kaçıran sadık çobanlara çevirdi. Yapay seçilim kurdu çobana yabani otları da buğday ve mısıra çevirdi.
6. Güneş Sistemi’nde Dünya dışında yağmur yağan tek gökcismi: Titan
Bulutlar ve sis Satürn’ün dev uydusu Titan’ın yüzeyini tamamen örtüyor. Tıpkı Dünya gibi, onun da büyük oranda azottan müteşekkil bir atmosferi var. Ama bizimkinden dört kat daha yoğun. Titan’ın havasında hiç oksijen yok. Üstelik Dünya’nın hiçbir yerinde görülmeyen bir soğuk hakim. Yüzeyi görmeye başlamak için bile birkaç yüz kilometrelik bir pus örtüsünü aşmak gerekiyor. Titan, Güneş Sistemi’nde Dünya dışında yağmur yağan tek gökcismidir. Nehirleri ve kıyı şeritleri var. Titan’da yüzlerce göl var. Göllerden yükselen buhar yoğunlaşıp, yağmur olarak tekrar düşüyor. Yağmur, nehirleri besliyor ve bu nehirler de araziyi oyarak vadileri oluşturuyor. Tıpkı Dünya’da olduğu gibi. Ama burada tek bir fark var. Titan’daki denizler ve yağmurlar sudan değil, metan ve etandan oluşuyor.
7. Bilinmeyeni kavrayabilen Isaac Newton
Isaac Newton 1642’de bu evde doğduğunda, Dünya oldukça farklıydı. Herkes, gökyüzündeki gezegenlerin otomatik hareketlerinin mükemmelliğini düşünüyor ve bunu ancak usta bir saatçinin işi olarak algılayabiliyorlardı. Başka nasıl açıklanabilirdi ki?
Onların hayal gücüne göre böyle bir şeyin gerçekleşmesinin tek bir yolu, onlar için tek bir cevabı vardı; Tanrı. Bizim algımızın alamayacağı sebeplerden dolayı Tanrı Güneş Sistemini o şekilde yaratmıştı. Ancak bu açıklama, bir kapının kapanması demekti. Başka sorular doğurmuyordu. Tam bu sırada, Tanrı’yı seven ve aynı zamanda da bir dahi olan Newton doğdu. Doğa kanunlarını evrensel anlamda her şeye elmalara, aylara, gezegenlere ve çok daha fazlasına uyarlanabilecek mükemmel matematiksel cümlelerle, formüllerle yazıya dökebildi. Bir ayağı hala Orta Çağ’dayken, Isaac Newton tüm güneş sistemini hayal edebildi. Newton’un kütleçekimi ve hareket yasası, Güneş’in uzak gezegenleri nasıl olup da kendi çevresinde tutabildiğini açığa çıkardı. Onun yasaları, Güneş Sistemi’nin inceliği ve güzelliğini açıklamak için usta bir saatçiye duyulan ihtiyacı silip süpürdü. Kütleçekimi saat ustasının ta kendisiydi.
8. Evren aklımızın alabileceğinden daha büyük
Sombrero Galaksisi’nden gelen ışık 30 milyon yaşında. Bu ışık yola çıktığında, atalarımız ağaçlarda yaşıyordu. Yaklaşık beş kilo ağırlığındaydılar ve uzun kuyrukları vardı. Ama 30 milyon ışıkyılı bile kozmik olarak hala çok yakınımızda oluyor. Örneğin Saç Yıldız Kümes’i, 320 milyon ışıkyılı uzaklıkta.
9. Işık hızının garip etkisi
Hiçbir şey ışığa yetişemez. Doğa yasalarının özelliği çiğnenemez olmalarıdır. Fizikçilerin işi, kültürden kültüre, zamandan zamana değişmeyen ve kozmostaki hakikati barındıran bu emirleri keşfetmektir. Bu yüzden, Einstein’ın da ortaya koyduğu gibi ışık hızına yaklaşıldığında, garip şeyler olur. Işık hızında seyahat etmek bir nevi yaşam iksiri içmek gibidir. Zira ışık hızında biyolojik saatiniz geride kalanlarınkine oranla yavaşlar. Bu olgu, en fazla bir asırlık yaşam ömrü olan biz insanlara uzay zamanının sihirli gösterisinin gerçekten sıradışı bir hale geldiği yıldızlara seyahat kavramı hakkında gerçekçi bir yöntem sağlayabilir.
10. Olay ufkunun gizemi
Bir kara deliği Evren’in geri kalanından ayıran hayati sınıra “olay ufku” denir. Bize göre, bir madde olay ufkuna yaklaştıkça yavaşlar ama oraya asla ulaşamaz. Fakat o dönen gazın içinde seyahat ediyor olsaydınız olay ufkunu saniyeler içinde geçer ve kendinizi hiçbir yolcunun geri dönmediği, keşfedilmemiş topraklarda bulurdunuz. Olay ufkunu aşarak geçireceğiniz o tehlikeli yolculuktan bir şekilde sağ çıkmayı başarsaydınız, geriye baktığınızda Evren’in gelecekteki tarihinin tamamı gözlerinizin önüne serilirdi. Çünkü uzay-zaman, bir kara deliğin muazzam kütleçekimiyle büküldüğünde zaman, son haddine kadar esner.