Kendine has teknikleri, asla doymayan kapital açlığı ve dinmeyen sistem eleştirisi ile bize her gün nefret edecek yeni bir şeyler çıkartan bu Oregonlu adamın yolculuğuna yeni çıktıysanız; bu rehber elinizden tutar, kitabınızı kucağınıza koyar ve kulağınıza fısıldar:
İnsanlar hayal etmeyi bıraktıklarında, Dünya’yı tehdit eden bir şey kalmayacak.
1. İlk yaratık: Görünmez Canavarlar
Sanılanın aksine Palahniuk’un ilk romanı, “Brad Pitt’in Dolgun Dudakları İçin Güzel Sözler ya da Fight Club” değil, o dönem kendisini kapılardan süpürgelerle kovalatan romanı “Invisible Monsters”dır. Estetik manyağı bir kadının geçirdiği uzun bir cinneti konu alan kitap, her zamanki Palahniuk tarifleriyle süslüdür. Buna alt maddelerde değineceğiz.
bana ilgi göster.
flaş.
bana güzellik ver.
flaş.
bana barış, mutluluk, sevgi dolu bir ilişki ve mükemmel bir ev ver.
flaş.
2. Palahniuk temizlememe şirketi: Gösteri Peygamberi
Mesleği insanların evini veya yüksek statülü hayatlarını nasıl kullanacağını, o insanlara anlatmak olan Tender Branson bir misyonerdir. Bir kilise himayesinde doğmuş ve yetiştirilmiştir. Dış dünya denen şeyden haberi yoktur; ilgilenmez de.
Onu kiralayanlar mesela, “Akşam yemeğe gideceğiz; şık bir yer, ıstakoz yiyeceğiz. Ne yapılmaz abi?” gibi sorular sorarlar; bu da cevap verir. Fakat birden onun mensubu olduğu “Creedish Mezhebi”nin tüm mensupları bir bir öldürülüp de geriye bir tek bizim eleman kalınca, medyanın yeni gözdesi olur. Hayatına solaryum, pahalılık ve parıltılar girer.
Chuck Palahniuk, ileriki maddelerde de değineceğimiz bir eleştiriyi, “Survivor” adlı romanında da sürdürür. Kitabın isminin bizdeki çevirisinde değişmesinin, Funda Uncu’nun mükemmel bir dokunuşu olduğunu da takdir etmeden geçmeyelim. Tüketim, biz onu tüketmezsek bizi tüketecek bir sosyal hastalıktır.
İntihar etmek ile şehit olmak arasındaki tek fark gazetede manşet olmaktır.
3. Ben büyüyünce film olacağım, yazarımı gölgede bırakacağım: Dövüş Kulübü
İlk başta, bir araba tamircisinde çalışırken sırf sosyallik olsun diye katıldığı bir edebiyat grubunda “Kargaşa Projesi” isimli bir hikâye yazar Palahniuk. Bunun esin kaynağı, kamp yaparken alanda çıkan bir kavga sonucu gözünün morarıp dudağının patlaması ve bu yaralar yüzünden bütün iş arkadaşlarının ondan çekinmesidir.
Bunun üzerine, algı yönetimi ve manipülasyonun aslında çok basit yerlerden doğduğunu fark ediyor. O da bu konuyu alıyor, insomniyak bir ofis çalışanının yani çukurdaki başka bir karıncanın ağzından anlatıyor ve ona halüsinatif bir arkadaş kazandırıyor; Tyler Durden.
Tyler aslında, Anlatıcı’nın alt kimliği değil. Anlatıcı’nın kendinde görmediği haddi kullanmak için yarattığı bir sanal kimlik; iradesi dışında gelişen bir şey yok yani. Olayı tamamen onun ağzından dinlediğimize göre, doğru söylediğinden emin olamayız değil mi!
4. Kendi kitabından dayak yiyen adam
“Dövüş Kulübü”, aslında Palahniuk için bir kırılma noktası oluyor. Üç eserdir manyak gibi eleştirdiği tüketim toplumu, gösteriş, ambalaj ve IKEA etkisi bu kitapta yaşadığı patlamadan ve Brad Pitt denen yakışıklı yüzünden Palahniuk’un da kaderi oluyor. Ya bir köşeye kapanıp karanlık ve eleştirel yazarak açlıktan ölecek ya da durup dururken kazandığı bu şöhreti sağarak işin bokunu çıkartacak. Palahniuk ikincisini seçiyor.
Louvre Müzesi‘ni yakmak istiyordum. Elgin Mermerleri’ni balyozla parçalamak, Mona Lisa‘yla kıçımı silmek istiyordum. Bu dünya benim dünyam artık.
5. İmam osurursa cemaatin çok kalbi kırılırmış. Bu ne ironi be Chuckie?
Elimizde; yazdıklarına eyvallah diyip duruşuyla ölümüne dalga geçtiğimiz, dalga geçerken de aslında adamın yazdığı mottolardan ilerlediğimiz saçma bir ironi var. Ee ne yapacağız?
Duygularımızı bu işin dışında bırakacağız. Kendisi hala yeteri kadar anarşist bir adam aslında; bu anarşist duruşunu destekleyip, geniş kitleleri taşlayabilmek için bu kadar yüksekte olması gerektiğinin farkında. Bazı fedakârlıklar yapıyor. Yoksa niye milletin üstüne imza günlerinde şişme kadın atsın, evliya mı bu adam?
Fiziksel güçle ve mülkiyetle olan bağlarımı niçin koparıyorum? Çünkü ancak kendimi mahvederek ruhumun gerçek gücünü keşfedebilirim.
6. Bir psikiyatr olmayarak varsayarsak
Bu adamın eserlerinde bu kadar meşru bir şiddet kullanması ve metotlar üretmesinin sebebi, tabii ki aileye dayanıyor. Büyükbabası büyükannesini öldürmüş. Cinayetten hemen sonra da evde tanık bırakmamak için elinde tüfek, gördüğünü vurmak üzere evde gezer. Chuck’ın henüz çocuk olan babası yatağın altına saklanır, babasının ayaklarının önünden geçtiğini görür.
Büyükbaba Palahniuk kimseyi bulamayınca silahı kendi kafasına dayar ve intihar eder. Chuck’ın babası ise bütün bu vahşeti yatağının altından izler. Sonra da mirası peşini bırakmaz.
Chuck’ın annesinden boşandıktan sonra bir ilan aracılığıyla tanıştığı genç kadınla flört etmeye başlar. Ama bu kadın, başından bir evlilik geçmiş ve uğradığı cinsel saldırılar sonrasında şikâyette bulunarak kocasını hapse attırmış biridir. Adam serbest kaldığında kadını Baba Palahniuk ile yakalar ve ikisini de vurur. Sonra cesetleri kulübelerine taşır ve tamamen kül olacak şekilde orayı ateşe verir.
Babasının bu kötü talihi bir yana, birçok karakterinin sağlam bir babaya sahip olmamasını da bu mirasa borçlu sanırım. Genel olarak yaşadığı anne problemleri de bu trajedinin mirası.
Sizin sevdiğiniz ile sizi seven asla aynı kişi değildir.
7. Amerikan ilke ve inkılapları
Palahniuk’un kitapları tamamen bir Amerikan kültür dersidir. Onu ne över, ne de yerer. Yerdiği kısımlar her kültürün sahip olduğu olaylardır. Karakterler, yaşadıkları olaylar ve karşılarındaki sorunlar hep bir Amerikan kokusu barındırır. Karavanlar, kanyonlar, uzun yollar ve “Hey sir, could you get out of that car, thank you” polisler.
8. İsa olsa ne yapmazdı: Tıkanma
Tıp fakültesinden terk, Kutsi’ye hiç benzemeyen Victor Mancini isimli nemfomanyak, geçimini -her Palahniuk karakteri gibi- kendi bulduğu bir yöntemle sağlar. Biz buna ‘yavru kedi metodu’ diyoruz. Adam, lüks bir restoranda gözüne bir kalantoru kestiriyor ve tipin ona tam baktığı sırada yemeğinin boğazına takılmasını sağlıyor. Rol yapmıyor, gerçekten boğuluyor, kendini güç bela o adamın masasına atıyor ve kendisini kurtarmasına müsaade ediyor.
Sonrasında mükemmel psikolojik hamlelerle, konuyu minnettarlıktan inanılmaz sorunları olduğuna bağlıyor. Az önce onu kurtaran tüketim toplumu mensubu, kendini ona karşı sorumlu hissediyor; ona bir miktar nakit verip hayatı boyunca da kendini ona karşı sorumluymuş gibi hissederek yaşıyor.
Bu şekilde tuttuğu 4-5 balık ve bir tema parkında 1800’lerin Amerika’sını canlandırdığı işinden geçinerek; bakımevindeki, aklını iyice yitirmiş, eski kulağı kesiklerden annesine bakıyor. Annesinin de durumu başka; onu her seferinde başkası zannediyor.
Bir de bir doktor var ki; bu arkadaşımızı, bu nemfomanik kardeşimizi İsa’nın kanından geldiğine inandırıp, onun da peygamber olduğu düşüncesini aklına yapıştırıyor. Yuh yani! Çarşı baya karışıyor. “Tıkanma”nın yazarın en sağlam romanlarından biri olduğunu belirtmeden geçmeyelim.
Eğer İsa çarmıha gerildiğinde kahkahalarla gülmüş olsaydı, Romalılar’ın üzerine tükürseydi veya acı çekmekten başka bir şey yapabilseydi, çocuk kiliseyi çok daha fazla sevebilirdi.
9. Britney Spears osurup, kavanozlayıp satınca iyiydi?
Asla demiyoruz ki adam seriye bağlamış, samimi bulun. Belki de en samimiyetsiz olayı, üç yıl sonra yazacağı romanı bile ön siparişe açıp ondan bile para kazanıyor olması. Ve size kendinizi gerçek hayran gibi hissettirmek için, üç yıl sonra çıkacak kitabını satın aldığınız için düşük kalite bir tişört yollayıp; adının yazdığı bir dövme yaptırmanıza izin veriyor.
İşin biraz boku çıkmış, burası kesin. Ama yapılacak şey, ruhsal bağ kurmayıp yazdıklarını okumak. Bu delinin anlatacak çok şeyi daha var gibi görünüyor.
Mobilya alırsın. Ve kendine aldığın bu kanepenin ihtiyacın olan son mobilya olduğunu söylersin. Kanepeyi aldıktan sonra, ne olursa olsun kanepe problemini çözdüğün için birkaç yıl için tatmin olmuşsundur. Sonra uygun bir yemek takımı. Sonra en mükemmel yatak. Perdeler. Halılar. Sonra güzel yuvana kısılır kalırsın; sahip olduğun şeyler sana sahip olmaya başlar.
10. Çek oradan üç cümle iki paragraf, ustam!
Üçten fazla kitabını okuduysanız, bu adamın her kitabını belli kalıplar üzerine inşa ettiğini fark edersiniz. Kötü bir şey değil; hatta her kitabın kendine ait bir formülü olması, kurulan ilişkiyi çok daha basitçe sağlamlaştırıyor. Bir şarkı izler gibi okuyorsunuz kitapları.
Mesela Görünmez Canavarlar’daki flaş paragrafları, mesela Dövüş Kulübü’ndeki “Ben İsmail’in solmuş ciğeriyim” girişleri.
11. Üç aylığına hayatınızı terk edin: Tekinsiz
Bir başyapıtla karşı karşıyayız! Palahniuk’un hayatının dönüm noktası “Dövüş Kulübü” olabilir ama edebi bir gözle taradığımızda, bu kitap gerçekten bambaşka. Yazarın en kalın kitabı olması bir yana, en fazla karakter de bu kitaptadır ve inanılmaz farklı şeyler anlatırlar. Olay şudur; insanlar bir sabah bir ilan görürler.
Ortadan kaybolun. Sizi başyapıtınızı yaratmaktan alıkoyan her şeyi geride bırakın. İşinizi, ailenizi ve evinizi; tüm bu sorumluluklarınızı ve dikkatinizi dağıtan şeyleri üç aylığına askıya alın. İşinize tam anlamıyla odaklanmanızı sağlayacak bir ortamda, kafadar insanlarla birlikte yaşayın. Katılmaya hak kazananlar için kalacak yer ve yemek bedavadır. Profesyonel bir şair, romancı veya senarist olarak yeni bir gelecek kurma şansını yakalamak için hayatınızın küçük bir bölümüyle kumar oynayın. Çok geç olmadan, hayalini kurduğunuz hayatı yaşayın. Yer çok sınırlıdır.
Karakterlerimiz bu ilanı görüp hiç bilmedikleri bir adamın peşinden, Bay Whittier denen 150 yıllık insanın peşinden gidiyorlar. Kadromuz felaket kalabalık; Aziz Bağırsaksız, Tabiat Ana, Peder Tanrısız, Bayan Amerika, Leydi Dilenci, Vandalların Dükü, Kayıp Halka, Kontes Basiret, Barones Frozbit, İftira Kontu gibi gibi…
Romanın işleyişi de diğer Palahniuk’lardan çok farklı. Her bölüm üç ana bölümden oluşuyor. Karakterlerin evde geçirdiği psikotik zaman, sahneye çıkan bir karakter ile ilgili şiir ve sonra o karakterin kendi hayatını ve sebebini anlattığı bir hikâye.
Karakterlerin hikâyeleri adeta Palahniuk’un kendi zihninde yarattığı nefreti, hırsı ve sinir krizlerini çok güzel veriyor ve ders gibi işliyor. Kitabın içinde ayrıca işleyen başka bir kurgu daha var, ama okuyun be ya! Uyarıyoruz, bu kitap bambaşka. Çevirmen Funda Uncu’nun elini ikinci kez sıkalım. Bu kadar mükemmel bir kitap ziyan olsaydı çok üzülürdük!
Peder Tanrısız, diyor ki;
Kah emekli bir denizci, kah kadın taklitçisi
Peder Tanrısız, kırmızı payetleri içinde parlıyor.
‘Her şeye gücü yeten tanrı
bu kadar güvensiz olur mu?’ Diyor.
Zayıf kalmaları için,
çocuklarını birbirine düşüren ve atan,
‘Bizim güya tapacağımız tanrı bu mu?’ Diyor.
12. Teoman’ın müziği bırakması gibi
Bir enteresan durum da şu ki, bu adam kitaplarını rahat bırakamıyor! Yazdıktan sonra elinden zorla mı alıyorlar bilmiyoruz ama yazdığı her kitaba bir devam, olmadı öncesini anlatan bir şeyler, o da o da olmadı Remix yapıyor.
Evet, “Görünmez Canavarlar” kitabı çıktıktan yaklaşık 10 yıl sonra; kitabı değiştirmeden, bölümlerin sırasıyla oynayarak bir remix yapıp piyasaya sürüyor. Aynı zamanda “Dövüş Kulübü”nün bir çizgi roman olarak devam edeceğini duymayanınız da yoktur eminiz!
13. Her kuşu yemledi, bir leylek kaldı: Lanetli
Dünyada eleştirecek bir şeyler kalmadığından olacak, 11 yaşındaki Madison’u, insanları kültürel olarak korkutan tek ceza mekanizmasına posta koymaya yolluyor; Cehennem’e. iPhone’ların, sosyal ağların ve hep daha fazlasını görmenin içimizi işgal ettiği bir evrende, 11 yaşındaki Madison; ilgisiz bir ailenin, para para hoppala bir hayatın ve fazla kilolarıyla dalga geçen arkadaşlarının ortasındayken bir gün dayanamaz ve intihar eder. Ölür ölmesine ama, bizim olayımız sonrasında başlıyor.
Orada mısın, Şeytan? Benim ben, Madison. Şimdi geldim buraya, Cehennem’e; ve belki de aşırı doz marihuanadan ölmek dışında hiçbir şey benim hatam değil. Belki de şişman… gerçek bir domuzcuk olduğum için düştüm Cehennem’e. Kendine saygın yeterli olmadığı için Cehennem’e gidilebiliyor mu bilmiyorum ama ben bu yüzden buradayım. Keşke yalan söyleyip, sarı saçlarım ve iri göğüslerimle bir deri bir kemik olduğumu anlatabilseydim sana. İnan bana, şişmanım ama çok iyi nedenlerim var bunun için. Önce kendimi takdim edeyim…
Net bir atar girişimiyle şeytanı bulup, onu yoketmeye yönelik yolculuğunu okuyoruz. Palahniuk bu eserde Freud’un “Dora Vakası”nı fazlasıyla incelemiş.
14. Bonus: Kendiliğinden DVD ekstralı adam
Bu arada, bu yaşadığı hayatın bölge bölge değişmesini ve kişisel tecrübelerini, Brad Pitt’in dudaklarını falan anlattığı “Kurgudan da Garip” isimli bir saçmalığı da mevcuttur Palahniuk’un.