Türk şiirinde tutkunun, aşkın, şehvetin şairi Cemal Süreya 9 Ocak 1990’da hayata gözlerini yumdu. Bilgi birikimi, sosyal değerlendirmeleri ve edebi diğer çalışmaları da onun gerçek bir entelektüel olduğunun ispatıdır. Dilde ve içerikte yeniliklere giden İkinci Yeni’nin öncü ismi, aşk satırlarının en meşhur şairi olarak bilinen Süreya bir çevirmendir de: Tomris Uyar ile beraber “Küçük Prens”i çevirmişlerdir. Güvercin Curnatası, yazarın ölümünün ardından konuşma ve demeçlerinin bir araya getirilip kitaplaştırılmasıdır. Üstelik pek çok konudaki şahsi fikrini kitapta bulabilirsiniz. Ölüm yıldönümünde kitaptan alıntılarla şairi analım, hatırlayalım.
1. Evlilik
“Evlilik, ilişkiyi kurumlaştırmak demek. Türkiye’de kötü işleyen bir müessese. Bir insan arkadaşınızken karşılıklı davranışlarınız çok saf, katıksız ve doğaldır. Evlendiğiniz zaman hatta evlenebilir duruma geldiğiniz zaman, iki yönden de davranışlar değişiyor: Toplumdaki ortalama erkeğin tavrı erkeğe, toplumdaki ortalama kadının tavrı kadına geçiyor.”
2. Biz
Bu, şairin şiirinden bir parçadır:
“Fotoğraf çektirmek için yan yana getirilmiş iki nesne değiliz biz
Güvercin curnatasında yan yana akan iki güverciniz
Mesafeler birleştirdi bizi bir de sözler
Razı olma hiçbir sessizliğe”
3. Sanatçılarla yapılan konuşma
“Bence, sanatçılarla, yazarlarla yapılmış konuşmaları, hatta soruşturmaları, dergi ve gazete sayfalarında bırakmamalı. Bunların hepsini toplamalı. (…) Niçin önem veriyorum buna? Şundan: Sanatçıyla yapılmış bir konuşma, ileriye doğru, onun üstüne yapılmış on eleştiriden daha aydınlatıcıdır.”
4. Şiirim
“Erotik bir şiirdir benimki… Sanırım en belirgin özelliği budur. Dipte tarih içinde uygarlık ve var olma sorunu tartışılır. Mitler, günlük hayatın küçük olaylarına dağılarak somutlaşır. Nişancı bir şairim ben. Ayrıca şiirlerimde Türkiye’nin en iyi portre ressamıyım. Yarattığım her imgenin hem çağdaş duyarlılığı kavramasını hem de şiirimizin en eski örnekleriyle çağrışım bağı kurmasını özlerim. Şiirin kurulu düzene karşı olduğu inancındayımdır. Çok şeyi konuşma dilinden çıkarırım. İlk sıralarda daha biçimciydim… Şimdilerde insani özün peşindeyim. Ama baştan beri toplumsal bir ağıntı vardır yapıtlarımda.”
5. Feministler
“Feministlerin, erkeklere çok ters gelecek çıkışları olacak elbet. Bunu doğal karşılamak gerek. Oysa kimi erkek, feminist kadını, kadın olarak bile görmüyor. Kaç bin yıllık hükümdarlığının yıkılışını hissediyor da ondan. Bizim ülkede feminizmin başarı demeyeyim, büyük etkenlik kazanması başka yerlere göre zor. Çünkü Türk erkeği (aydını, yazarı bile) bir ayağını nice ileri bir noktaya atmış olursa olsun, öbürünü feodaliteden çekebilmiş değil.”
6. Dostluklar
“Zaman ve koşullar her şeyi eskitiyor, ufalıyor. Dostlukları bile. Kişi, onsuz yapamayacağını sandığı birçok kişiyle ilişkilerinin gevşemiş, yüzeyselleşmiş olduğunu fark ediyor günün birinde. Yine de dostluğu bireyin onuru olarak düşünmek bana güzel gelir. Çıkarın üstüne yükselmiş, karşılıklı bir onaylama ancak sınamalardan sonra gerçekleşir. Belli yaştan sonra yeni dost bulmak zorlaştığı için, eski dostlarla ilişkiyi sıklaştırmak, firelerin yerini yeni kazanımlarla doldurmak gerekiyor. Kişi, bozulmuş bir dostluğun üstüne bile gidebilmelidir bence. Ne yazık ki bozulmuş bir dostluk, bitmiş bir aşk gibi, düşmanlığa da dönüşmekte. En çok da yaşlandıktan sonra bozuşanlara şaşmalı. Hayatın her yönüyle iki taraf içinde göçmesi değil mi bu? Kadınlar arasındaki dostluk bağı daha mı güçlü oluyor? Hele yaşlı kadınlar.”
7. Acılar
“Böyle anlarda, bir köşeye çekilip hiçbir şey düşünmeden içime kapanırım. Neden sonra kendimi şöyle avuturum: Üç beş yıl sonra bu da bir anı olacak… Sanırım acılara sevinçlerden daha dayanıklıyım.”
8. Sanat hayatı
Sanat hayatını özetlemesi istendiğinde:
“1931 yılında doğdum. Annem çok küçükken öldü. 1948’de Dostoyevski’yi okudum. O gün bugün huzurum yoktur.”
9. Aşk
“Aşk insanın birbirini vazgeçilmez tutkuyla istemesidir. Aşk, yasadışıdır, gizlidir. Şiir de aşk gibi, meşru şiir yaşamaz. Mutluluğun şiiri olmaz. Mutluluğun aşkı da olmaz. Olsa da adını başka türlü koyalım, mutluluk diyelim, karı-kocalık diyelim, dostluk diyelim. Ama aşk demeyelim. Evlenince aşk mutlaka biter. Çünkü aşk, yanlı, ilkel bir duygudur. Sanki aşkta bir savaş hali vardır. Masallara bakın, ‘Gerdeğe girdiler ve evlendiler’ denir ve biter. Biter, çünkü aşkın anlatılacak şeyi kalmaz artık. Toplumun önüne biz beraberiz diye çıkmak, ister evlilik olsun, ister beraber yaşamak olsun, hiç fark etmez, aşk ölür. Bir de aşkta rekabet vardır. Çoğunca rekabetten doğar aşk. Her an elinden kaçırabilecek gibiysen ona tutkun büyür. O sadece seninse, onun için de, senin için de, özellikle erkek için, aşk yavanlaşır. Evlilik ise toplumsal, kutsal bir kurumdur. Ve her kutsal kurumda olduğu gibi yalanları çok fazla. Başka dengeler yoksa, aşk bitince cinsellik de kalmaz… Bazen aşkın yansımaları kalsa bile, cinsellik biter.”