Cahit Sıtkı Tarancı, hüzün gibi bir kırgınlığı taşıdığı yüreğinden şiirler yazmış yıllarca. Yazdıkça yaşamış, yaşadıkça yazmış. Arşınladığı dünyanın kederini satırlarına nakışlayıp durmuş. Bıkmamış, yalnızca şiirine sarılmış. Hayatın getirdiklerine de götürdüklerine de teşekkür etmiş. Lakin bir sevgilisinin olmaması içten içe onu üzen en büyük dert olarak oturup kalmış.
Tarancı, Galatasaray Lisesi’nde öğrenci olduğu yıllarda yaklaşık olarak yarım yıl boyunca kendi kendine mektuplar yazıp postalamış. Önce hayalinde bir sevgili yaratan şair, daha sonra o sevgilinin ağzından mektuplar yazmaya başlamış. Şehirdeki yalnızlığı, kadınlar tarafından beğenilmediğini düşünmesi, kendi yüzünü yakışıksız bulması ve bunun gibi pek çok sebep, Tarancı’nın bu hareketini etkilemiştir diyebiliriz.
Yazar, bu konuyla ilgili anısını arkadaşı Şemsettin Kutlu’ya detaylıca anlatmış. O hikâyenin yazılı olduğu mektuptan Cahit Sıtkı’nın hayalinde neden bir sevgili yarattığı bilgisini anlamak mümkün. Sizler için listeledik.
1. Cahit Sıtkı Tarancı, Diyarbakır’dan İstanbul’a okumak için gelir. Galatasaray Lisesi’nde öğrencidir. İçinde bulunduğu yalnızlık halinin verdiği ilhamla kendine hayali bir sevgili yaratır ve onun ağzından kendi kendine mektuplar yazar.
“Galatasaray Lisesi’nde idim. Arkadaşlarımın çoğu varlıklı, iyi giyinen, gösterişli çocuklardı. Ben giysem, onlar gibi kendime yakıştıramaz, pısırıklıktan kurtulamazdım. Çoğunun ceplerinde güzel, fettan kızlardan gelmiş mektuplar, resimler bulunur; övüne övüne bunları birbirlerine okuyup gösterirlerdi. Onların bu başarılarını gördükçe içim içimi yerdi. Geceleri yatakhanede pısır pısır, bu çeşitten kahramanlıklar anlatıldıkça benim gözüme uyku girmezdi…”
2. Bu üzüntüsü içten içe büyümeye başlar. Kendi inceliğinin farkındadır fakat bu durumu mutluluğa dönüştürecek imkanı bir türlü bulamaz.
“…Ben bunların çoğundan daha derin, daha duygulu, daha anlayışlıyım; üstelik bazı dergilerde şiirlerim de çıkıyor. Onlardan eksiğim yok, fazlam var. Hal böyle iken neden benim de kız arkadaşlarım olmuyor?” yollu tasalarla, sabahlara kadar yastığımda döner bire dönerdim…”
3. Yazar, kendince bir arayış tutturur. Günleri yalnız ve sevgisiz geçmektedir. Hayaller kurmakta, içten içe o hayali aramaktadır.
“…Tatil ya da paydos oldu mu, bu hızla okuldan dışarı fırlar, Tünel’le Taksim arasında melil mahzun mekik dokurdum. Ama faydasız, yine de okula eli boş dönerdim. Bu, uzun süre böyle gitmişti. Baktım ki, bu işin sonu yoktu. Arkadaşlarıma karşı da, kendime karşı da zor durumda kalıyordum. Nihayet buna bir çare buldum. Kafamda, kendi zevkime göre bir sevgili yarattım. Ona boy pos verdim, kaş göz düzdüm, adını koydum. Artık benim de hiç değilse arkadaşlarıma anlatacak bir “kızım” vardı. Anlatmaya da başladım. Yalnız ne var ki, bunu belgelendirmek gerekiyordu…”
4. Nihayet onu mutlu edecek bir çözüm bulur. Hayalinde bir sevgili yaratacak ve o sevgiliden kendine mektuplar yazıp postalayacaktır. Vakit kaybetmeden bu düşüncesini gerçekleştirir.
“…Bir gece, kuytu bir köşede yazımı değiştirerek, özene bezene, bu düşten sevgilimin ağzından, kendime bir mektup yazdım. Beşiktaş postanesine gidip, oradan adıma postaladım…”
5. Düşündüğü gibi olmuştur. Hayali sevgiliden gelen mektup, gerçek bir sevgiliden gelmiş gibi mutluluk vermiştir. Ayrıca arkadaşlarının da ona inanmasını sağlamıştır.
“…Mektubun elime geçtiği günkü heyecanımı anlatamam. Bu gerçekten sahici bir kızdan gelseydi, ancak o kadar duygulanırdım. Bir süre sonra bu mektupları arkadaşlarıma okurken onlar, “Cahit, sen tam dengini bulmuşsun. Sen şair, o şair… ” diyorlardı…”
6. Hayali sevgiliden gelen mektuplar aylarca devam etmiş ve Cahit Sıtkı’yı içindeki mutluluğa ulaştırmıştır. Ancak yazar, mektubunda da belirttiği gibi kendi kendine vefasızlık ederek mektup yazmayı bırakmıştır.
“…Sonunda galiba ben vefasızlık ettim. Mektuplaşmayı kestim.”
7. Otur Beş Yaş Şiiri, “Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız/ Hatırası bile yabancı gelir” dizesiyle yaşadığı gençlik aşkının itirafı gibidir biraz da.
OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Kaynak: 1