1929 yılında New York’da bulunan Wall Street borsasının çökmesi dünya tarihinin en uzun süren ekonomik krizlerinden birine yol açtı. Büyük Buhran olarak da bilinen bu olayın etkileri, II. Dünya Savaşı’nın başladığı 1940’lı yıllara kadar devam etti. Çoğu uzman için bu kriz; boom and bust’ın (ani artış ve çöküş) bir parçasıydı. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde borsanın hızla genişlemesi, aynı hızla çökmesine sebep olmuştu. Kriz sadece Amerika’nın ekonomisini değil dünyanın geri kalan tüm ülkelerini de etkilemişti. İflaslar peş peşe gelmiş, işsizlik tarihin en yüksek noktasına ulaşmış, üretim çarkları durmuş ve intihar olayları artmıştı. İnsanlık ve kapitalizm tam anlamıyla can çekişiyordu. Ta ki yeni bir dünya savaşı için hazırlıklar başlayana kadar. II. Dünya Savaşı’nın hazırlıkları sanayiyi ve dolayısıyla ekonomiyi büyük ölçüde hareketlendirmeyi başardı. Trajik bir şekilde II. Dünya Savaşı, kapitalizme can suyu olmuştu. Ancak savaş, dünya tarihinin en acımasız olaylarına sahne olacaktı. Gelin, 1920’li yılların dünyasına kısa bir yolculuğa çıkalım.
Amerika Birleşik Devletleri 1920’li yıllarda sosyal, ekonomik ve politik anlamda tarihinin en parlak dönemini yaşadı
Amerika’nın tamamında değişim o kadar radikaldi ki bu dönem “kükreyen yirmiler” olarak adlandırılmaktaydı. İlk defa şehirlerin nüfusu köy nüfusunu geçmişti. Ülkenin toplam serveti 1920-29 yılları arasında iki katından daha fazla arttı. Bu ekonomik büyüme Amerikalıları zenginleştiriyordu ancak “tüketim toplumu” ismi verilen yeni bir çılgınlık dönemini başlatmıştı. Ülke çapında reklamların ve zincir mağazaların yaygınlaşması sayesinde insanlar ihtiyaçları olsa da olmasa da aynı ürünleri satın alıyordu. Tüm Amerika halkı aynı müziği dinliyor, aynı şekilde dans ediyor ve hatta aynı argo kelimeleri kullanıyordu. Henüz kimse kitle kültüründen rahatsızlık duymamıştı ve 1920’li yıllar gerçekten kükremeye başlamıştı.
Bu dönemde Wall Street’teki New York Borsası milyonerden aşçıya, işçiden esnafa kadar herkesin birikimlerini hisse senetlerine aktardığı bir dönemi yaşıyordu
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa ülkelerinin üretim kapasitesi çarpıcı bir şekilde düştü. Ancak Amerika’da bu durumun tam tersi yaşanmaktaydı. Teknolojik alanda yaşanan gelişmeler otomotiv sektöründen enerjiye kadar pek çok alanda üretimin artmasına yol açtı. Üretimin artması kısa bir sürede tüketim toplumunu oluşturdu. Tüketimin artması ise borsadaki hisse senetlerini sürekli değerlendirmeye başlamıştı. Sonuç olarak New York borsası hızla genişledi ve 1929 yılının Ağustos ayında zirveye ulaştı.
1929 yılının yaz sonunda ekonomi, tüketici harcamalarının azalması ve satılmayan malların yığılmasıyla birlikte hafif bir durgunluğa girdi. Fakat hisse senedi fiyatları yükselmeye devam ediyordu. Çünkü insanlar gelecekte daha fazla kazanacaklarını düşünerek yatırım yapmaya devam ediyordu. Aynı zamanda yeni gelişen endüstrilere olan talep hala çok fazlaydı. Bu durum pervasız spekülasyonlara yol açıyordu.
Ülkede borsa dışındaki ekonomik göstergeler son derece iyi durumdaydı. Ücretler ortalama olsa da istihdam oranı yüksekti. Amerikan halkında az emek vererek çok zengin olma hevesi vardı. Bu spekülatif balonun oluşması için oldukça yeterli bir nedendi. Amerika’nın destansı ekonomik büyümesi, dehşet verici bir çöküşle sona erdi.
Büyük Buhran, 1929 yılında borsadaki hisse senetlerinin yüzde 50 değer kaybetmesiyle başladı
1920’li yıllar boyunca ilk defa 3 Ekim 1929 günü birkaç büyük holdingin hisse senetleri değer kaybetti. Ufak bir değer kaybından çekinen yabancı yatırımcılar, 21 Ekim günü hisse senetlerini satmaya başladı. Paniğe kapılan insanlar 24 Ekim’de borsada 12,9 milyon hisse senedi satınca, borsa çöküşü gerçekleşti. O gün tarihe Kara Perşembe olarak geçti. Beş gün sonra yani 29 Ekim’de Wall Street’te başka bir panik dalgası yaşanmaktaydı. O gün 16 milyon hisse işlem görmüş ve borsanın iflası onarılmaz bir boyuta ulaşmıştı.
Borsadaki çöküşün ardından tüketici güveni ortadan kalkmıştı. Harcama ve yatırımlardaki gerileme fabrikaların ve diğer işletmelerin üretimi yavaşlatmasına ve işçilerini işten çıkarmaya başlamasına neden oldu. Çalışmaya devam edenlerin ücretleri oldukça düşüktü. Bankalardan kredi çekmeye zorlanan birçok Amerikalının evi haczedilmeye başladı.
Bugün olduğu gibi o dönemde de altın standardına küresel bir bağlılık vardı. Bu nedenle Amerika’daki ekonomik kriz başta Avrupa olmak üzere dünyanın tüm bölgesine yayıldı. 1930 yılında 4 milyon, 1931 yılında ise 6 milyon Amerikalı işsizdi. Ekonominin düzelmesi bir yana gün geçtikçe daha kötü bir hal alıyordu. Bu sırada ülkenin sanayi üretimi yarı yarıya azaldı.
Tüm bunların üstüne 1930 yılının sonbaharında bir bankacılık krizi patlak verdi. Yatırımcılar artık bankaların ödeme gücüne güvenmiyordu. Bu nedenle pek çok kişi bankalardan nakit mevduat talep etmeye başladı. Ancak bankaların elindeki nakit rezervi yetersizdi. Bankalar müşterilerinden kredi ödemelerini almak için çeşitli yöntemler denemekteydi. Bu ise bankacılık alanındaki ilk panik dalgasını başlattı. 1933 yılına gelindiğinde yaklaşık 4000 banka batmış, binlerce insanın mal varlıkları bir anda yok olmuştu.
Büyük Buhran’ın etkilediği insanlar kısa bir sürede yoksulluğa sürüklendi
1930’ların başında hisse senetleri düşmeye devam ettikçe, işletmeler iflas etti ve işsizlik dramatik bir şekilde arttı. Yoksulluk ve evsizlik Amerikan halkının yüzleşmek zorunda kaldığı en büyük sorunlar arasındaydı. Yoksullar, ülkenin dört bir yanındaki şehirlerde bulunan karton kulübelerde toplandılar; yüzbinlerce işsiz, beyhude iş arayışıyla ülkeyi yürüyerek dolaştı. İnsanlar açlıktan ölmeye başlamıştı. Yetersiz beslenme beraberinde pek çok hastalığı getirdi. Piyasadaki para bir anda yok olduğu için Amerika’nın bazı bölgelerinde takas usulüyle alışveriş yapılmaktaydı. Yoksulluk, giyim kuşam kültüründe dahi çarpıcı değişimler yarattı. Sokaklarda artık yem çuvalı modası hüküm sürüyordu.
1932 yılında Demokrat lider Franklin D. Roosevelt, başkanlık seçimlerinde ezici bir zafer kazandı. Göreve başlama gününde Amerikan halkına şöyle seslenmişti: “ Korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir”. Gerçekten de tüm bu krize sadece insanların paniğe kapılması neden olmuştu. Başkan Roosevelt, ülke ekonomisini düzeltmek için derhal harekete geçti. Görevindeki ilk 100 gününde; endüstriyel ve tarımsal üretimi istikrara kavuşturmayı, istihdam yaratmayı ve toparlanmayı amaçlayan bir yasa çıkardı. Roosevelt, ekonomik toparlanma için o kadar hızlı hareket ediyordu ki 1935 yılına gelindiğinde Gayri Safi Milli Hasıla yüzde 9 oranında büyüme göstermişti. 1937 yılında tekrar bir durağanlık yaşansa da 1939 yılında II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ekonomiyi tekrar canlandırdı.
Büyük buhran döneminin sonu: II. Dünya Savaşı
Başkan Roosevelt’in Almanya’ya karşı İngiltere ve Fransa’yı destekleme kararının ardından savunma sanayi tekrar canlandı. Böylece daha fazla özel sektör üretim yapmaya başladı. Aralık 1941’de Pearl Harbor’a yapılan Japonya’nın saldırısı, Amerika’nın II. Dünya Savaşı’na girmesine yol açtı. Bu ise Amerika’daki fabrikaların tam üretime geçmesine neden oldu. Ekonomideki bu hareketlenme, işsizlik oranlarını büyük buhran döneminden önceki seviyeye çekti. Böylece ekonomik kriz unutulmaya yüz tuttu. Artık Amerika, süper güç olmaya hazırdı. Ekonominin tekrar canlanması büyük buhran döneminin tüm izlerini sildi. Hiçbir şey yaşanmamış gibi Amerika tekrar dünya siyasetinin en önemli aktörlerinden biri oldu.