Gökyüzüne baktığınızda gördüğünüz o pamuksu kütleler, çoğumuz için sadece “bulut”tur. Ama işin perde arkasında, doğanın hem zarif hem de karmaşık bir mühendisliği yatar. Beyaz, gri, hatta bazen turuncu ve pembe tonlara bürünen bu dev yapılar, aslında su damlacıkları ve buz kristallerinden oluşan uçsuz bucaksız yüzen şehirler gibidir. Tonlarca ağırlığa sahip olmalarına rağmen gökyüzünde adeta asılı durmaları, zaman zaman rengarenk görünmeleri, içlerinde görünmez bir yaşam barındırmaları… Hepsi, atmosferin fizik, kimya ve biyoloji kurallarının kusursuz uyumuyla mümkün oluyor. Bir bulutun hikâyesi, okyanustaki buharlaşan bir su zerresinden başlar, rüzgârla kilometrelerce yol alır, gökyüzünde dans eder ve bazen yağmur, bazen kar, bazen de sadece gölge olarak yeryüzüne geri döner. Peki hiç düşündünüz mü bulutlar neden beyaz?
Bulutlar neden beyaz?
Bulutlara baktığınızda hep bembeyaz görürsünüz ya nedenini hiç düşündünüz mü? Hem hava hem de su aslında şeffaf olduğu için ışığı emmez. Yani mantıken bulutların renksiz olması gerekir gibi düşünebilirsiniz. Ama işin sırrı, bulutlardaki suyun “minik zerrecikler” halinde gökyüzüne yayılmış olmasıdır.
Işık bu zerreciklerin arasından birkaç metre ilerler, sonra mutlaka birine çarpar. Her çarpışmada ışığın yönü biraz değişir, adeta bulut içinde küçük bir sekme oyunu oynar. Yoğun bulutlarda bu durum defalarca yaşanır, ışık girip çıktıkça karışır ve sonunda gün ışığının rengi —yani beyaz— ortaya çıkar. Bu yüzden bulutlar bembeyaz görünür. Ama gün batımında turuncu, kırmızı ya da şehir ışıkları altında sarımsı olmalarının sebebi, üzerlerine düşen ışığın renginin değişmesidir.
Peki tonlarca ağırlıktaki bulutlar gökyüzünde nasıl asılı kalıyor?
Aslında cevap basit ama büyüleyici: Bulut damlacıkları çok küçük. Bir bulutun her bir metreküpünde ortalama sadece yarım gram su vardır. Bu zerrecikler, havadan ağır olsalar da o kadar hafif hareket ederler ki yerden yükselen sıcak hava onları yukarıda tutar. Ancak damlalar birleşip büyüdüğünde yerçekimi galip gelir ve yağmur olarak yere düşer.
Bu arada su buharının yükselmesinin sebebi de ağırlığıdır. Havanın büyük kısmını oluşturan nitrojen ve oksijen karışımının yoğunluğu yaklaşık 1,225 kg/m³’tür. Su buharı ise, daha hafif olan hidrojen ve oksijen atomlarından oluştuğu için 0,804 kg/m³ yoğunluğa sahiptir. Yani su buharı, doğal olarak havadan hafif olduğu için göğe doğru yol alır. İşte bu yüzden, bulutlar tonlarca ağırlığında olsalar bile gökyüzünde asılı durabilirler.
Evet, hem de düşündüğünüzden çok daha fazla. Yılda iki milyon tona yakın bakteri, 55 milyon ton mantar sporu ve bol miktarda alg rüzgârla birlikte atmosfere taşınıyor. Bu mikroskobik canlılar, yağmurun oluşmasında önemli bir rol oynar. Onlar olmasa yağmur çok daha seyrek yağardı. Yani bir bakıma, gökyüzündeki yağmur fabrikasında bu canlılar ustabaşıdır.
Peki, bazı bulutların altı neden dümdüz görünür?
Sıcak hava yükselirken içindeki su buharı, belli bir yükseklikte soğuyarak su damlacıklarına dönüşmeye başlar. İşte bu nokta, bulutun tabanı olur. Alttan sürekli yeni buhar yükseldiği için bu “düz çizgi” korunur. Ama yukarı doğru devam eden hava akımları bulutun üst kısmını kabartır, böylece o pamuksu, dalgalı tepeler oluşur.