Boks bugün hala popülerliğini koruyan dünyanın en eski spor dallarından biri. Olimpiyat Oyunlarının ilk atletik yarışmalarında yer alan boks, eski Yunan ve Romalılar tarafından iyi biliniyor ve oldukça seviliyordu. Roma İmparatorluğu’nda kullanılan boks stili, selefleri olan Yunan ve Etrüsklerden büyük ölçüde etkilenmişti. Ancak boksun tarihi çok daha eskilere dayanıyor. Arkeolojik kanıtlar, M.Ö. 3000 yıllarında Mezopotamya’da boks sporunun var olduğunu gösteriyor. Tarihçiler; antik dünyanın edebiyat, heykel ve mozaiklerini inceleyerek bu sporun nasıl yapıldığına dair fikir yürütüyorlar. Peki bu kalıntılar konu hakkında bizlere ne söylüyor, yakından bakalım.
Boksun kökeni
Boksun en eski tasvirleri, Mezopotamya’da yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda ortaya çıkarıldı. Mezopotamya bölgesinde Sümerlere ait bir yerleşim yerinde gün yüzüne çıkan kabartmalar, boks için uygun bir duruş benimsendiği ve sporun belirli kurallar çerçevesinde yapıldığını gösteriyor. M.Ö. 2000’li yıllara ait Asur kaynaklarında düzenli aralıklarla boks ve atletizm yarışmalarının yapıldığından bahsediliyor. Sonraki bin yıla ait Minos, Hitit ve Mısır sanat eserlerinde de benzer tasvirlere ve yazılı ifadelere sıkça rastlanıyor. İlerleyen dönemlerde Roma İmparatorluğu’nun, boksun Etrüsk ve Yunan uyarlamalarını çok fazla değiştirmeden doğrudan benimsediği biliniyor. Yunan ve Romalılar arasındaki üslup farkına rağmen antik batı dünyasında boks, genellikle benzer kurallar çerçevesinde oynandı. Ancak bu dönemde boks ve güreş arasındaki farkın henüz yapılmadığını da belirtelim.
Ekipman
Antik Yunanistan’da üç farklı tipte boks eldiveni vardı. Yunanlılar kalın dolgulu eldivenlerin gerçek bir sporcu için uygun olmadığını düşündüğünden ilk eldivenler oldukça ince bir kumaştan yapılmıştı. İnce eldivenler kullanım kolaylığı sağladığı için uzun bir süre hem yarışmalarda hem de eğitim sırasında kullanıldı. Bu eldivenler kullanımdan kalkmadan önce daha esnek, çeşitli desenlerle süslenmiş, elin etrafını tam saran deri kayışlı eldivenler ortaya çıktı. Bunlar bugün boksörlerin kullandığı sargılara oldukça benziyordu. Antik Yunanistan’da geliştirilen son eldiven oldukça saldırgan bir yapıdaydı. Eldiven daha kalın bir deriden yapılmış ve bilek kısmı sert bir kılıfla sarılmıştı. Bu eldivenlerin en ünlü örneğini The Boxer at Rest (Dinlenen Boksör) heykelinde görmek mümkün.
Dinlenen Boksör Heykeli, Roma’daki Quirinal Tepesi’nin güney yamacında ortaya çıkarıldı. Bu bronz güzelliğe değinmeden önce Dinlenen Boksör Heykeli’nin yalnız olmadığını söyleyelim. Yunanlıların acımasız eldivenleri, Fransa’nın Villelaure kentinde bulunan Roma vazolarında ve mozaiklerinde de görülmektedir. Romalılar, Yunanlıların keşfettiği ekipmanları kullanmakta bir beis görmüyordu. Ancak Yunan boksunun çok “yumuşak” olduğunu düşünüyorlardı. Bu nedenle işin içine biraz daha vahşet dahil oldu.
Roma’da rakip demek düşman demekle eş anlamlıydı. Bu nedenle eldivenlerde kullanılan deri, zamanla daha kalın dikilir oldu. Kayışlar ise artık deriden değil metalden yapılıyordu. O dönemden kalma bir yazıtta eldivenler şöyle tarif ediliyor: “Yedi büyük öküz derisi o kadar genişti ki kurşun ve demirden daha sertti.” Bu ölümcül eldivenler, omzu tamamen saran koyun derisi askılarla desteklenmeye başladı. Metal kayışların çıkıntılı sivri uçları, adeta rakibi öldürmek için tasarlanmıştı.
Kurallar ve teknik
Boks sporunun en önemli tekniği, sahada uygun bir pozisyon bulmaktı. Sporcular yaz aylarında güneşin altında yarıştığı için gözlerini güneşten korumaları gerekiyordu. Zeki bir hareketle yüzünü güneşten koruyan ve rakibini güneş altında bir pozisyona çeken yarışmacı çoğunlukla galip geliyordu. Boks sporunun tekniği günümüzün aksine; hızlı ayak hareketleri, küçük adımlar, parmak hareketlerinden oluşuyordu. İskenderiyeli filozof Philo, dönemin boksörlerini şöyle tanımlıyor. “[O] kendisine gelen yumrukları iki eliyle iter ve vurulmamak için boynunu bir o yana bir bu yana büker. Genellikle parmak uçlarında durur ve kendini gökyüzüne doğru uzatır, sonra kendini geri çeker ve rakibini gölge boksu yapıyormuş gibi boş yumruklar atmaya zorlar.” (İskenderiyeli Philo, Yaratılış Üzerine, 80-81.)
Eski bir boks maçı, rakiplerden biri dışarı çıktığında veya nakavt edildiğinde sona eriyordu. Oyunlarda tur sistemi yoktu. Bu nedenle yarışmacılar, yerden kalkamayacak duruma gelene kadar devam etmek zorundaydı. Standart bir uygulama olmasa da bazı önemli maçlarda boks ringi oluşturulurdu. Rakiplerin mesafesini sınırlamak için merdiven ya da başka nesnelerden sınırları belli eden engeller yapılırdı. Modern dünyada boks karşılaşmaları, ağırlık sınıfına göre bölünüyor. Fakat antik dünyada böyle bir uygulama yoktu. Küçük adamlar büyük adamlarla sık karşılaşır ve maç, çoğunlukla küçük adamın ölmesiyle son bulurdu.
Travmatik sonuçlar
Antik dünyanın boks maçları, bazı detaylar dışında kuralsızdı. Bu nedenle sporcular çok ciddi şekilde yaralanıyordu. Yüzde morarma, burun kırılması, koku kaybı, beyin kanaması, diş kaybı, kafatası kırılması gibi yaralanmalar oldukça normal karşılanıyordu. Antik dünyanın tıp teknolojisi henüz bu yaralanmaları tedavi edebilecek kadar gelişmemişti. Dolayısıyla tedavi edilmeyen yaralanmalar, ömür boyu süren deformiteler haline geliyordu.
Antik dünyadan günümüze ulaşan sanat eserlerinde yaralanmalar, boks maçlarından ayrı tutulmuyordu. Vazolar, heykeller, frizler, mezar resimleri ve yazıtlar Roma İmparatorluğu’nda boksun nasıl yapıldığına dair net bir görüntü sağlıyor. Roma döneminden günümüze ulaşan eserlerde, boksörlerin rakibine bakarken burunlarından kan aktığı görülüyor. O görüntülerden birini sunan Dinlenen Boksör Heykeli’ni birlikte inceleyelim.
Dinlenen Boksör Heykeli
Dinlenen Boksör Heykeli, antik dünyadan günümüze ulaşan en ikonik eserlerden biri. Bu heykel, 19. yüzyılda Konstantin Hamamları kazısı sırasında keşfedildiğinde tüm dünyayı hayrete düşürdü. Çünkü bu döneme ait bronz heykeller oldukça nadir bulunuyordu. Bronz, çoğu zaman madeni para ya da silah yapmak için eritilmekteydi. Dinlenen Boksör Heykeli’nin ise tamamı bronzdan yapılmıştı. Heykelin keşfine tanık olan İtalyan arkeolog Rodolfo Lanciani, o gün hissettiği duyguları şöyle anlatıyor: “Aktif arkeoloji alanındaki uzun kariyerim boyunca birçok keşfe tanık oldum. Sürpriz üstüne sürpriz yaşadım. Bazen en beklenmedik zamanlarda gerçek şaheserlerle karşılaştım. Ama bu muhteşem yarı-barbar sporcu örneğini görmenin yarattığı olağanüstü etkiyi hiç hissetmedim.”
Helenistik dönemde yapılan bu heykel, gerçekten de bir şaheser. Çünkü bu dönemin sanatçıları standart ideal figürler yapmayı henüz yeni bırakmıştı. Artık daha gerçekçi heykeller üretiyor, ince detaylara önem veriyorlardı. Bu heykeli kimin yaptığı henüz bilinmese de eserin M.Ö. 330 ile 50 yılları arasında yapılmış olabileceği düşünülüyor. Heykel, kollarını dizlerine dayamış, başı sağa dönük, hafifçe kalkık oturan bir boksörü tasvir ediyor. Figürün eski Yunan tipi boks eldivenleri giydiği görülüyor. İlk bakışta, bu boksörün bir maçtan hemen sonra temsil edildiği düşünülüyor. Aynı zamanda figür, kaslı vücudu ve dolgun sakalıyla dönemin profesyonel sporcu profiline oldukça uygun.
Figürün yüzünde morluklar ve kesikler olduğu görülüyor. Aynı zamanda boksörün kırık burnu ve karnabahar kulakları, önceki maçlarında yaralandığını vurguluyor. Boksörün ağzından nefes alışı ve yüzündeki kesikler, son rakibinin verdiği hasarı açıkça ortaya koyuyor. Kol ve bacak kaslarındaki gerginliğe bakılırsa, rekabetin yorgunluğuna rağmen ayağa kalkıp sıradaki rakibiyle yüzleşmeye oldukça hazır.
Dinlenen Boksör, gün yüzüne çıkarıldığından beri heykel hakkında çok fazla tahmin yürütüldü. Bazı bilim insanları bu heykelin Yunan kahramanı Herakles olduğunu düşünüyor
Bazıları da Dinlenen Boksör’ün belirli bir kişiyi tasvir etmediğini sadece boks sporuna verilen değeri gösterdiğini söylüyor. Az sayıda bilim insanı, Dinlenen Boksör Heykeli’nin büyülü güçlere sahip bir nesne olarak kendi döneminde saygı gördüğünü iddia ediyor. Heykele çok fazla saygı gösterildiğinden, Roma İmparatorluğu işgal edildiğinde heykeli korumak için insanların onu gömdüğü düşünülüyor. Dinlenen Boksör Heykeli her ne amaçla yapılmış olursa olsun, heykel antik dönemden günümüze ulaşan en değerli eserler arasında bulunuyor. Bu olağanüstü sanat eseri, keşfinden bu yana estetik nitelikleri nedeniyle pek çok kişi tarafından beğenildi. Hatta diğer sanatçıların eserlerine ilham kaynağı oldu. Bunların en dikkate değer olanı İtalyan şair Gabriele Tinti tarafından bestelenen The Boxer’dır.