Afrika asıllı Amerikalıların siyahi kimlikleriyle var olma çabalarını ve gündelik hayatta karşılaştıkları zorlukları anlatan filmleriyle ünlü yönetmen Spike Lee’den günümüz ırkçılığı hakkında adeta ders niteliğinde yeni bir baş yapıt geliyor: BlacKkKLansman…
Ron Stallworth, 1970’lerde Colorado Springs Polis Departmanı’nda çalışmaya başlayan ilk siyahi polistir. Ron ve beyaz meslektaşı Flip Zimmerman, ırkçı örgüt Ku Klux Klan’ın içine sızarak, örgütü deşifre etmek üzere gizli bir operasyon düzenlerler.
Filmde Ron Stallworth’u Denzel Washington’un oğlu John David Washington canlandırıyor.
Her şey, Ron’un gazetede gizli örgüt Ku Klux Klan’ın verdiği bir ilanı görmesi ve onlarla telefondan iletişime geçmesiyle başlıyor. Klan’ın tehlike arz eden yayılmacı ırkçı politikalarını açığa çıkarmak isteyen Ron, kendisinin siyahi olduğunu saklayarak Klan’a üye oluyor. Böylece, Ron adına toplantılara katılarak Klan üyeleri hakkında bilgi toplamak da Ron’un beyaz meslektaşı Flip Zimmerman’a (Adam Driver) düşüyor.
BlacKkKLansman, verdiği mesaj ile bu yılın en politik filmlerinden biri.
Spike Lee, savunduğu tezi gayet açık bir şekilde kurgu yardımıyla seyircilere iletiliyor. Üstü kapalı bir şekilde de değil; karakterlerin ağzından çıkan her cümle, büyük bir özenle amaca hizmet etmek için seçilmiş gibi. Film, Obama başkanlığı sonrası Amerika’nın siyahiler için daha yaşanılabilir bir hale geldiğini savunan herkese tokat gibi bir cevap veriyor. “Irkçılık yok olmadı, hala yanı başımızda...”
Merkezlerinde Kara Panter Partisi ve Ku Klux Klan gruplarının yer aldığı iki kutuplaşmış tarafın yarattığı düzlemde, olabildiğince “sistem”in içinde yer alarak sistemi alt etmeye çalışan enteresan bir ikili görüyoruz. Biri siyahi, biri Yahudi iki polis…
Irkçılık denilince zihinlerimizde ilk canlanan “siyah” ve “beyaz” ayrımı olsa da, Spike Lee’nin Flip Zimmerman karakterini bir Yahudi olarak yaratmış olması konuya farklı bir perspektif daha kazandırıyor.
Flip’in filmde Yahudi olduğunu ele veren tek şey boynuna taktığı “Davud’un Yıldızı” kolyesi… Hatta, kendisi de fazla inançlı olmadığı için Ron’un kolyeyi görünce verdiği, “Yahudi olduğunu bilmiyordum,” tepkisine “Bilmem, öyle miyim?” diyerek karşılık veriyor.
Radikal muhafazakar kesim tarafından sıklıkla marjinalleştirilmiş bu iki grubun temsilcilerinin, sistemi değiştirmek için bir araya gelmeleri ekranda etkili bir iş birliğine dönüşüyor.
Flip, ten renginin beyaz oluşu sayesinde dini inancının yaratabileceği sorunlarla Ron’un aksine her gün yüzleşmek zorunda kalmıyor. Ron’un siyahiler adına başlattığı bu operasyona her ne kadar saygı duysa da, ilk etapta konuya hemen dahil olmak istemiyor. Klan için, saf beyaz ırktan olmayan herkesin “istenmeyen” ırk olduğunu toplantılara giderek bizzat deneyimlediği zaman, bu savaşın kendisinin de savaşı olduğunu fark etmeye başlıyor ve operasyon onun için daha farklı bir anlam kazanıyor.
BlacKkKlansman; gözü kara KKK ile “Afro-Amerikalılara özgürlük” söylemleriyle kitleleri kendine çeken Kara Panter Partisi’nin işleyişlerini mercek altına alıyor.
Bir yanda KKK’in hırslı, muhafazakar ve belki biraz da saf lideri David Duke; öte yanda karizması ve söylemleri ile eğitimli siyahi kitleyi yanına çeken Kuwame Ture… Kendi politikaları çerçevesinde devrim isteyen ve bunu ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmeyi göze alacak bu iki grubun beraber resmedilişi, dönemin kutuplaşmış havasını gözler önüne seriyor.
Geçmişin geleceğin bir aynası niteliğinde kurgulandığı filmde, kölelik döneminden bu yana siyahilerin yaşadığı zorlukların aslında azalmadığı belli motifler ile dile getiriliyor.
Zamanında Amerika’nın aşırı muhafazakar kesiminin övgüler yağdırdığı, D.W Griffith imzalı 1915 yapımı “Birth of a Nation”; filmde Klan mensuplarının hep beraber izleyerek tezahürat ettiği bir film olarak tekrar karşımıza çıkıyor.
“Birth of a Nation”, Amerikan İç Savaşı ardından köleliğin kaldırılmasıyla özgürleşen siyahileri, barbar ve şiddet eğilimli olarak resmediyor. KKK’yi kahraman olarak gösteren bu filmin hala Amerika’nın büyük bir kesimi tarafından sahipleniliyor oluşu, ırkçılığın ülkenin kolektif hafızasına ne kadar derinden işlemiş olduğunun da bir kanıtı…
Filmin kapanış jeneriğinde kullanılan gerçek görüntüler Trump Yönetimi ile geçmiş olaylar arasında derin paralellikler çiziyor…
Filmin en son sahnesi, Ron ve aktivist sevgilisi Patrice’in operasyonun başarısı üzerine konuşmaları ile açılıyor. Tam bu sırada, bir ses duyuyorlar ve pencereden baktıklarında KKK örgütünün haç yakarak yaptıkları bir ayine tanık oluyorlar.
Ancak, filmin en etkileyici kısmı bu değil. Bu kurmaca ayinden bir sonraki sahne, 2017’nin Ağustos ayında Charlottesville’de gerçekleşen “Unite the Right” yürüyüşü esnasında çekilmiş gerçek görüntülerden oluşuyor. Yürüyüş, ırkçılık karşıtı gruplar ile muhafazakar “alt-right” arasında bir çatışmaya dönüşmüştü. Bu konu hakkında Amerika başkanı Trump’ın, “iki taraf da suçluydu” yorumunu yapması bir çok insanın tepkisini çekmişti.
Sonuç: Bu operasyon başarıyla sonuçlanmış olabilir ama ırkçılığın kökünü kazıyabilmek için daha kat edilecek çok yol var…
Amerika’nın, siyahi hak ve özgürlükleri konusunda çalkantılı bir tarihçesi olduğu su götürmez bir gerçek. Trump’ın, ırkçı hareket ve söylemleri açık bir şekilde reddetmiyor oluşu; ülkedeki aşırı milliyetçi grupları ve onların ırkçı ideolojilerini neredeyse meşrulaştırdı. Köleliğin kaldırılmasından bu yana; siyahiler başta olmak üzere, çeşitli güçlüklerle baş etmek zorunda bırakılmış bu marjinal gruplar için ise zorluklar maalesef henüz son bulmuş değil. Bu gibi filmler modern ırkçılık hakkında farkındalığı arttırsa da, daha kat edilecek çok yol olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.