Yer altı edebiyatının sıkı okuyucuları bilirler ki “Bir Düş İçin Ağıt” bu kulvardaki başat eserlerden biridir. Kitabın yazarı Hubert Selby Jr. (1928 – 2004) eserin geçtiği New York Brooklyn bölgesinde dünyaya gelir. Eğitim hayatına erkenden veda edip çalışmak zorunda kalan yazar, yakalandığı verem nedeniyle yatağa hapsolur. Resmi eğitimden istifade edemeyen Selby Jr. her şeye karşın yaşadığı kasvetli zamanları iyi bir gözlemle aktarır. Bizde de oldukça bilinen ilk ve diğer romanı, filme de çekilen “Brooklyn’e Son Çıkış”tır. Selby Jr. sansürle başı dertte olan yazarlardan biridir; bu ilk eseri İtalya ve İngiltere’de yasaklanır. Bir Düş İçin Ağıt ise filme çekilen bir diğer eseridir. Brooklyn’deki üç genç ve bir yaşlı kadının ağır çıkmazlara düştükleri hikâyelerini anlatır: Kadın zayıflayıp bir TV şovuna çıkmak için can atar. Oğluysa bir keştir; tabiri caizse parayı kırmak adına sevgilisi ve yakın dostuyla karanlık işler içindedir. Dahası dördü de kendilerinden eminlerdir ve yaşadıkları buhranlardan ders çıkarmak yerine, bu sorunları ufak aksilikler olarak görürler. Bir Düş İçin Ağıt, çağdaş dünya edebiyatının ne kadar çarpıcı eserler verebileceğinin adeta ispatıdır.
1. Amerikan rüyası
“Açıkçası, ben Amerikan Rüyası’nın sadece beyhude olduğuna değil, aynı zamanda kendi kendini imha edici olduğuna da inanıyorum; çünkü nihayetinde onunla ilişkisi bulunan her şeyi ve herkesi yok ediyor. Doğası gereği yok etmek zorunda çünkü beslediği şeyler arasında önemli şeyler yok: Dürüstlük, etik, hakikat ve yüreğimizin ve ruhumuzun ta kendisi. Neden? Nedeni basit: Çünkü hayat vermektir, almak değil.”
2. Herhangi bir şey olmak
“Sen gerçekten hayatımı değerli kılabilirsin. Bir erkeğin hayatında nedene ihtiyacı vardır; aksi halde, yaşamanın ne anlamı var? Sokaklardan daha fazlası lazım bana. Hayatım boyunca oradan oraya kaçıp duran mezarlık kumarcısı olmak istemiyorum ben. Bir şey olmak istiyorum… Herhangi bir şey.”
3. Yaşamayı beklemek
“Beklemek! Sanki bütün bir ömrünü bekleyerek geçirmişti. Neyi bekleyerek? Yaşamayı. Evet öyleydi gerçekten de, yaşamayı bekliyordu. Şu andakini bir yaşama provası gibi görüyordu. Bir tür alıştırma.”
4. Güzel olan
“Güzel olan sadece dışarıdaki değil ama insanlar bunu bilmiyor. Bilecekleri de yok. Dünyada olup biteni düşünüp dert etmemek bu yüzden lazım. N’olursa olsun senin sonunu getirmeye bakarlar. İnsanlara bağlanamazsın çünkü eninde sonunda sana karşı olurlar ya da ortalıktan öylece kaybolup seni tek başına bırakırlar. Ama herkesi hayatının dışında bırakamazsın. Ne bileyim, insan sevebileceği birine… Tutunabileceği birine ihtiyaç duyar.”
5. Hastalık
“Hastalık ısrarcıydı. Boğuşmayı yavaş yavaş bıraktı ve içindeki o boşluk; hasta ölü şeye öylece teslim oldu. Bütün o acı, dehşet ve ıstırap, her yanını kaplayan ve mücadele etmeyi artık bıraktığından neredeyse rahatlatıcı gelen bir çaresizlik örtüsüne dönüştü ve öylece arkasına yaslandı. Gözünü televizyona dikti. Ekranda olup bitenler ilgisini çekmeye başlıyordu ve oradaki yalana inanacak gücü bulmaya çalışıyordu ki içindeki yalana inanabilsin.”
6. Işık huzmesi
“Herkesin yaşamında keder ve acı var; ama arada sırada insanın kalbindeki yalnızlığı eriten bir ışık huzmesi çıkagelir ve sıcak bir çorba gibi, yumuşak bir yatak gibi, huzur verir insana.”
7. TV programı
“Kendini sunucunun yanında durmuş, izleyicilere tanıtılırken izliyor, alkışları ve beğeni ifade eden ıslıkları duyabiliyordu. İzleyicilere gülümsedi. Belki, nasıl gözüktüğümü gördüklerinde düzenli bir TV programı için isterler beni. Belki bir Ziegfield kızı olurum.
8. Tamamlanmak
“Daha önce hiçbir yere uymayan bütün parçaların yerine oturduğunu hissediyordu. Çok mühim bir şeyin eşiğinde hissediyordu kendini. Kendilerini tamamlanmış hissediyorlardı. Birleşmiş.”
9. Hisler
“Hisler yoksa ardında, bütün o kelimelere ne gerek var ki zaten? Kelimeden başka bir şey değil onlar. Ben bir tabloya baktığımda ona güzelsin, diyebilirim. Bundan tabloya ne ki? Ama ben bir tablo değilim. Ben iki boyutlu değilim. Ben bir insanım. Bir Botticelli bile hissizdir ve nefes almaz. Güzeldir ama sonuçta bir tablodur. Dışarıdaki ne kadar güzel olursa olsun, içeridekinin kelimelerin karşılayamadığı hisleri ve ihtiyaçları vardır yine de.”