Beyoğlu’nda gezersin/Gözlerini süzersin… Yeter süzme o gözleri, aç biraz, kaldır da kafanı hemşerim, her gün geçip gittiğin şu İstiklal Caddesi boyunca, Beyoğlu’nun farklı yerlerindeki her biri ayrı bir güzel, her biri ayrı bir sanat eseri olan binalar bak. Emin ol Beyoğlu’nu daha çok seveceksin. Ve inan ki bu binaların öyle hikayeleri var ki, bir filmi çekilse de izlesek diyeceksin…
1. Botter Apartmanı
Bir varmış bir yokmuş. Doğunun en gizemli en büyük ve en güzel şehri olan İstanbul’da, Boğaz’a nazır küçük küçük villalardan oluşan Yıldız Sarayı’nda kızıl sakallı bir padişah yaşarmış. İsmi Abdülhamit olan bu padişahımız, batılı icatlar olan demokrasi, parlamento, insan hakları ve düşünce özgürlüğü gibi kavramlara karşı savaş açarken, kendi sarayında İngiliz ve Fransız polisiye romanlarının, hoş ahenkli operaların, görkemli tabloların ve süslü püslü kıyafetlerin yılmaz bir koruyucusuymuş. Tabi bir padişahın kendine has bir terzisi de mutlaka olmalıymış. Bu sebepten II. Abdülhamit, kendini ve sarayındaki tüm kadınların kıyafetlerini Hollandalı bir terzi olan Jean Botter’in maharetli ellerine bırakmış. Botter senelerce tüm sarayı, sarayı taklit etmeye bayılan Osmanlı sosyetesini giydirmiş de giydirmiş. Hiç kimseye güvenmeyen padişahımız için Botter vazgeçilmez biriymiş ve zamanı gelince ona Pera’da kendine ait bir apartman yapabilme iznini de vermiş. Tüm İstanbul’u senelerce giydirmiş olan Jean Botter, kazandığı paralarla Pera’da, İsveç Konsolosluğu’nun yanında kendi güzel binasını yine o dönemin saray mimarı olan İtalyan Ricardo Tommaso D’Aronco’ya inşa ettirmiş ve böylece daha sonradan tüm Beyoğlu’nun her yerini süsleyecek olan Art Nouveau akımının ilk örneği de ortaya çıkmış. Aynı zamanda Türkiye’de ilk modaevine kavuşmuş. Binanın giriş katları Jean Botter’in atölyesi ve mağazası olarak kullanılırken üst katlar ailesi ile birlikte yaşayabileceği daireler olarak tasarlanmış. Birbirinden güzel oymalarla bezenmiş bu güzel bina Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Botter ailesinin çalışma ve ikamet yeri olarak kalmış. Savaştan sonra Jean Botter, en büyük mali destekçisi olan saltanatın kaldırılması ve art arda girilen savaşlar yüzünden yorgun ve fakir düşmüş İstanbul halkının modayla ilgilenecek halinin kalmamasından ötürü Paris’e yerleşmiş; gitmeden de binayı eski Osmanlı vezirlerinden birinin oğlu Mahmut Nedim Oyvar’a satar. Mahmut Nedin, Zeynep Hanım diye bir güzelle evlenir ama çocukları olmaz. Onlar bu dünyadan göç edince de uzaktan akrabalar bina için bir miras kavgasına tutuşurlar, sonuç bir türlü gelmez. Botter Apartmanı terk edilir. En son giriş katında faaliyet gösteren müzik aletleri satan bir dükkan da 2000li yılların başında taşınınca, bu güzelim bina yavaş yavaş çürümeye doğru içindeki nice Osmanlı hanım ve beyzadelerinin en güzel giysileriyle dolaştığı bir hayaletler evi olmak üzere kapılarını son kez kapatır.
2. Mısır Apartmanı
Bir varmış bir yokmuş… Doğunun en gizemli, en büyük ve en güzel şehri olan istanbul, üç kıtaya hükmeden bir imparatorluğun payitahtıymış ve burada yaşarmış o büyük devletin padişahları. Bu padişahların sahip olduğu nice şehir, eyalet ve devletin arasında onlar için en önemlisi Mısır’mış. En büyük zenginlik kaynağı Mısırmış, ülkeye en büyük vergiler de oradan gelirmiş. Gel zaman git zaman imparatorluk zayıfladıkça Mısır güçlenmiş ve artık Mısır’ın başında Mısır’ı Osmanlı adına yöneten valiler İstanbul’u dinlemez olmuş, kendilerine Hıdiv ünvanını vermişler ve hatta bağlı oldukları Osmanlılarla savaşıp onları yenmişler de. En sonunda barış gelmiş, iki taraf anlaşmış ama Hıdivlerle padişahlar arasında bir kıskançlık, bir güç gösterisi arzusu alttan alta devam etmiş. Hıdivlerin neredeyse her biri bu yüzden İstanbul’da, padişahı çat diye çatlatmak için birbirinden güzel yalılar, köşkler, kasırlar inşa etmişler. Bunların hepsi Boğaz’ın muhtelif yerlerine yapılmış olsalar da, Pera’nın gittikçe artan popülerliğine sonunda onlar da karşı koyamamışlar ve içlerinden Abbas Hilmi Paşa buraya kocaman bir kışlık konak inşa ettirmiş. İşte böyle ortaya çıkmış günümüzün Mısır Apartmanı. Mimarı , Ermeni asıllı Hovsep Aznavuryan’mış. Aznavuryan binayı altı katlı olarak tasarlamış (anlayacağınız son iki kat daha sonradan ruhsat alınarak inşa edilmiş). Alt katlar, Cadde-i Kebir’den gelip geçenler için dükkanlar, üst katlar ise komple tek bir ev olarak inşa edilmiş. Abbas Hilmi Paşa ölünce bina çocukları ve torunları tarafından kat kat bölünmüş ve böylece Mısır Konağı, bir apartmana dönmüş. Bina 1940 ylında Mısırlılardan Hayri İpar’a satıldı. Türkiye’nin ilk yerli zenginlerinden olan ve zamanında Şeker Kralı olarak bilinen İparlar, sanıldığının aksine futbol sevgisi yüzünden değil çeşitli siyasi davalar ve intiharlar sonucu Brezilya’ya yerleşmişler, bu güzelim bina da bir süre sonra Koray Holding’e devrolunmuştur. Gerisi bildiğimiz Mısır Apartmanı. Bina ile ilgili az bildiğimiz diğer şeylerse Mehmet Akif Ersoy ve Mithat Cemal Kuntay gibi edebiyatçıların bir dönem burada yaşadıkları, dişçisi burada olduğundan dolayı Atatürk’ün sık sık buraya geldiği, İsrail’in gizli haber alma servisi Mossad’ın bir rivayete göre burada kurulduğu, Tiyatro Dot’un bir dönem şok edici oyunlarını oynadığı, zamanında çamaşırhane olan terasın bugün bir gece kulübüne ev sahipliği yapıyor olmasıdır olabilir mesela.
3. Frej Apartmanı
Bir varmış bir yokmuş… Doğunun en gizemli, en büyük ve en güzel şehri olan İstanbul’da, Bizans’ın merkezi tarihi yarımadanın tam karşısında bir Ceneviz kolonosi kurulmuş; ismine de Galata denilmiş. Galata kısa sürede şehrin ticaret merkezi olup yarı özerk bir yönetim bölgesiyken Cenova’dan kalkıp gelmiş bir aile buraya yerleşmiş, ticaret yapmışlar, çok zenginleşmişler ve Bizans yıkılıp şehir Türklerin olduğunda da, önce Ortaçağ sonra da Yeni Çağ bittiğinde de, sanayi devrimi ile yelkenliler eskiyip yerine buharlı gemiler boğaza girdiğinde de soyları devam etmiş ve şehrin en köklü ailelerinden biri olmuşlar: Galvaniler. O kadar zenginlermiş ki, kendilerinin sahip olduğu zenginliği simgeleyen bir kelime Türkçeye bu ailenin adı aracılığıyla yerleşmiş: Kallavi. Bu ailenin dillere destan güzellikte bir kızı varmış: Polin. Polin gönlünü babası Lübnanlı annesi Amerikalı bir Hristiyana kaptırmış: Şan, şöhret ve zenginliği ve lükse olan düşkünlüğü ile bilinen Selim Hanna Frej. Bu evliliğin dört meyvesi olmuş: Jan, Alfred ve Anjel isimli üç çocuk ve Şişhane’nin tam ortasında dikilmiş, bir süs pastasını andıran görkemli Frej Apartmanı. Binanın yapım tarihi bir muamma; kimileri 1890lı yıllar diyor, kimileri 1910lu yıllar. Mimarı da bir gizemli: Khrykiadis. Kendisi hakkında bir bilgi yok ne de yaptığı başka bir bina bilinmiyor. Lakin burası yaptığı tek binaysa da öyle bir yapmış ki süslemelerini kimileri abartılı bulsalar da yapı güzelliğiyle, günümüz diliyle bir binaya hiç yakışmayan bir terimle: yıkılıyor! Peki ya içi: Frej Apartmanının ünü Anjel’in trajedisidir bir açıdan. Erkek çocuklara ne olduğunu bilmiyoruz ama binanın sonradan, yakışıklılığı ile ünlü ve Dumlupınar’da Yunan ordusunun komutanı Trikopis’i esir alan Feridun Dirimtekin ile evlenmiş ve böylece Aysel adını almış olan Anjel hanım’a kaldığını biliyoruz. Feridun Bey tam bir entelektüel ve İstanbul aşığı. İstanbul’un tarihi eserleri ile yazdığı kitaplar, surlarla ilgili çalışmaları, Ayasofya Müdürlüğü, giydiği fraklarıyla Feridun Bey ve katıldıkları her davette attığı şen kahkahaları, güzel kıyafetleri ve İstanbul’da eşi benzeri görülmemiş şapkaları ile Aysel Hanım, emeklilik yaşları geldiğinde bu güzelim binayı Sarkuysanlara satarlar; günümüz parasıyla 25 milyon dolar gibi meblağ karşılığında. Frej Apartmanı artık Sarkuysan İş Hanı’dır, Dirimtekinler ise artık Nişantaşı’na taşınmışlardır, kısa süre sonra Feridun Bey bir çukura düşer ayağını kırar ve yaşlılıktan olsa gerek tedavi sürecinde hayatını kaybeder. Bir dönemin en şatafatlı kadını olan Aysel ise mirasçıları tarafından deli raporları alınarak önce hastanelere sonra da huzurevlerine gönderilir, tüm servedini kaybeder, yoksulluk içinde tıpkı eşi Feridun bey gibi bir çukura düşer ve hayatını kaybeder. Yani Aysel en zirveyi de görmüştür en dibi de diyebiliriz. Frej Apartmanı mı? Restorasyonu daha çok taze bitti. Ne mi oluyor? Tabi ki otel! Umarım müşterileri bu çukur lanetine yakalanmazlar.
4. Kamondo Apartmanı
Bir varmış bir yokmuş… Avrupa’nın en batısında İber yarımadasında üç semavi dinden insanlar mutluluk içinde yaşarmış. Ne var ki, huzur denilen şey hiçbir toprak parçasında sonsuza kadar devam etmez ve insanlar arasında çatışma kaçınılmazdır. Bu yazgıdan, İberli halklar da kaçamamışlar. Müslümanların İspanya’yı fethi sonrasında, bölgeyi yeniden Hristiyanlaştırmak isteyen ve Müslümanların hakimiyetinde gittikçe zenginleşen Yahudilerden hoşlanmayan Ferdinand ve Isabella ismindeki ünlü monarklar, bir genelgeyle tüm Yahudilerin ülkeden çıkmalarını istemişler; aksi halde öldürüleceklermiş. İşte böyle doğmuş Sefarad Yahudileri denin halk. (Sefarad, İbranicede İspanya toprakları anlamına gelmektedir). Topraklarından apar topar göç edip başta Osmanlı olmak üzere Avrupa’nın çeşitli yerlerine göç etmiş bu halk. Bu halkın simalarından biri de kamondo ailesiymiş. Aile önce Venedik’e, 1798 yılında şehrin Avusturya yönetimine girmesiyle de İstanbul’a yerleşmişler. İstanbul’da ticaret ile uğraşan ailenin artık başı olan Abraham Salomon Camondo, kurduğu Isaac Camondo & Cie isimli şirketiyle zenginleşmiş de zenginleşmiş. Öyle ki Osmanlı kendi milli bankasını kurana kadar ülkenin en güçlü bankası bu aileninmiş. Kıbrıs Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin finansmanını bu aile sağlamış, devlet aileye o kadar borçlanmış ki, Islahat Reformunun ilan edilmesinde söz sahibi olacak kadar güçlenmişler. O yüzden Kamonda ailesi, bu toprakların Rothschild’i olarak bilinir. Kamondo ailesi bu arada hayırseverlikleri ile de ün kazanmışlar. Ayrıca ülkenin batılılaşmasında, modern bankacılığın gelişiminde, eğitimin gelişmesinde, ülkenin ilk belediyesi olan günümüzün Beyoğlu Belediyesi’nin ilk hali 6. Daire’nin kurulmasında öncülük etmişler. Zenginlikleri ile şehirde simge durumuna gelecek bir çok bina yapmışlar. Karaköy, Pera ve Galata’daki bir sürü hanın yanı sıra, kendi şahsi kullanımları için de iki adet bina yapmışlar. Bunlardan biri bugün Kasımpaşa’da Deniz Kuvvetlerine ait olan bina, bu ailenin sarayıymış. Ama buradan çok belki de işlerine daha yakın olan Kamonda Apartmanı’nda yaşamışlar. Bugün Galata’da Serdar-ı Ekrem’de olan bina 1861 yılında ailenin ikameti için inşa edilmiş. Kasımpaşa’da Haliç’e nazır bina yaz ayları için kullanılırken, kış evi olarak aile burada kalmış. Şirin ahşağ cumbaları ile dikkat çeken binada ailenin yazgısı da şekillenmeye başlamış. Ev önce ailenin çocuklarından Rafael’in ani ölümüne tanık olmuş, bunun sonucunda Abraham Salomon’un bunalımına… Abraham Bey, bu evden ve İstanbul’dan uzaklaşmak istemiş ve Paris’e yerleşmiş. Birkaç sene sonra orada ölüp de vasiyeti üzerine İstanbul’a getirildiğinde, cenazesi ilk olarak bu eve taşınmış ve buradan son yolculuğuna uğurlanmış. Ailenin geriye kalan diğer oğlu Moise de Camondo, oğlu Nissim ve kızı Beatrice ile birlikte Paris’e yerleşmişler. Nissim, Birinci Dünya Savaşı’na pilot olarak Fransız ordusuyla katılmış lakin 1917 yılında savaş esnasında ölmüş. Beatrice ise şimdi müzisyen kocası ve iki çocuğu ile birlikte söz konusu binamızın olduğu gibi ailenin tüm servetinin de tek sahibiymiş. Zenginliğine o kadar güveniyormuş ki gelen tüm uyarılara rağmen İkinci Dünya Savaşı esnasında Paris’ten kaçmamış. Ama Nazilerin nefreti onu da bulmuş ve tüm zenginliğine ve gücüne karşılık tutuklanıp tüm ailesiyle birlikte toplama kampına gönderilmiş. Böylece ünlü Kamondo ailesinin soyu 1944 yılında Auschwitz Kampı’nda ölmeleriyle sona ermiş. Binamız mı? Uzun yıllar ortada bir mirasçı olmaması nedeniyle atıl vaziyette çürüyordu. Çok yakın bir tarihte restore edildi. Şimdi ise tabi ki bir otel oldu.
5. Cercle D’Orient
Bir varmış bir yokmuş… Doğunun en gizemli, en büyük ve en güzel şehri İstanbul’da, babasından miras mesleği ile sarraflık yapan, cüssesi dev padişah Abdülaziz’in yakın dostu, Mısır Hıdivi Kavalalının aracası, Galatanın meşhur borsacısı, Ermeni asıllı Abraham diye biri varmış ki; Abdülaziz ile Dolmabahçe Sarayı’nın has bahçesinde zümrüt ve elmastan yapılmış tavlası ile oynayıp kazandığı her oyun sonrasında rivayet odur ki önce paşalık, sonra bir koru (Günümüzde Beykoz Korusu olarak bilinen koca alan eskiden bu Abraham Paşanınmış ve korunun da ismi pek tabii Abraham Paşa Korusu imiş) ve ardından da Pera’da bir bina yapma izni almış. Kendisi lükse ve gösterişe çok meraklı paşamız, zamanının ünlü mimarı Alexandre Vallaury’ye öyle bir bina yapması emrini vermiş ki, Pera’nın medarı iftiharı olsun, bakan bir daha dönüp baksın… İstanbul’u nazik stili ile süslü binalar içerisinde bırakan Vallaury de belki yaptığı tüm binalar arasında en güzelini Abraham Paşa’nın adına yapmış: Cercle D’Orient. Yapı gerçekten de o kadar güzelmiş ki, padişah saraylarıyla yarış edecek kadar dillere destan olmuş. Lakin binanın güzelliği, sahibine de nazar değdirmiş. Aslında Abraham Paşa bina için o kadar büyük bir servet harcamış ki işleri bozulmuş. Herkes bu bina nedeniyle Abraham Paşa’yı konuşurken, o zenginliğini günden güne kaybetmiş, Osmanlı Bankası’ndan borç üstüne borç almış, sonra bu borçları üst üste ödeyememiş. Eskiden sosyetenin en gözde adamıyken yaşlandıkça gözden düşmüş ve fakir bir adam haline gelmiş. Ömrünün sonunda elinde borcundan gayrı neredeyse hiçbir şey kalmayan Abraham Paşa, Cercle D’Orient’ten gayrı bir diğer tutkusu olan binicilikle uğraşırken, 81 yaşında attan düşerek ölmüş. Öldükten sonra elinde kalan son birkaç şey de devlete borcuna karşılık olarak ailesine kalamadan el konulmuş ve Abraham Paşa da Beyoğlu’nun hayaletlerine katılmış. Cercle D’Orient, önce Emekli Sandığı’na geçti (Aynı hemen arkasında ki Emek Sineması gibi). Uzun yıllar onu evsahipliği yaptığı SESAM, İnci Pastanesi ve Beyoğlu’nun internete en uzun süre direnen erotik filmler sineması olan Rüya Sineması ile bildik. Gerisi bildik hikaye. Şu günlerde restorasyonu yeni biten Cercle D’Orient binası ismi Grand Pera olacak bir alışveriş merkezi, aman pardon efendim, yeni sahiplerinin çok tatlı uydurması olan bir lafla yeni bir “yaşam merkezi” olarak Beyoğlu’nda ihtişamı ve güzelliği ile bizleri selamlama devam ediyor. Eğer önünden geçerseniz zevk ve sefahat sahibi Abraham Paşa’yı meleklerin arasından sizlere sırıtır bir şekilde binanın üstünde görebilirsiniz hala.