Zayıf olanın sonunda ganimete dönüştüğü gergin kovalamaca sahneleri yüzünden belgesel izleyemeyenlere BBC Earth’ten müjde var! Planet Earth II ve Blue Planet II gibi ödüllü yapımların altına imza atan BBC Stüdyoları Doğa Tarihi Birimi, yeni belgesel dizisi Soylar (Dynasties) ile vahşi yaşama sıra dışı bir pencere açıyor.
Belgesel, hayvanların yırtıcılığı yerine zaaflarına odaklanarak, insanın doğayla kaybettiği bağını yeniden kurmasını sağlıyor.
Nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan beş farklı ırkı beş farklı coğrafyada yakın takibe alan beş bölümlük belgeselin ilk bölümü, Sir David Attenborough’un hipnotik sesi eşliğinde 22 Kasım’da BBC Earth kanalında meraklılarıyla buluştu. Biz de bu arada BBC Studios’un Başkan Yardımcısı (aynı zamanda Orta Doğu ve Akdeniz Bölgesi Genel Müdürü) Natasha Hussain ve belgeselin yapımcısı Rupert Barrington ile İstanbul’da bir araya gelerek belgeselin perde arkasını konuştuk.
Dilerseniz sohbete hikayenin ardındaki hikayeden söz ederek başlayalım. Televizyonda vahşi hayvanları sürekli başka hayvanları avlarken izliyoruz. Ancak Soylar belgeseli vahşi yaşama oldukça farklı bir perspektifle yaklaşıyor. Hikayeyi şekillendiren yaratıklar, tıpkı insanlar gibi evlerini savunuyor, yavrularını koruyor, kısacası basitçe hayatta kalmaya çalışıyor. Sizi tipik av hikayeleri kurgulamak yerine bu hayvanların yakın aile ilişkilerini belgeselleştirmeye iten olgu neydi?
Rupert Barrington: Gerçekten de öyle. Normalde bu tip belgesellerde 10-15 avlanma sahnesi ve benzer dramatik görüntülerle karşılaşmanız olası. “An”ı yakalamak elbette harika bir his, ancak bu hayvanların bilinmeyen birçok özelliği ve filme alınacak daha birçok hikayesi var. “An” diye tabir ettiğimiz ufak olaylar aslında büyük hikayedeki büyük resmi görmenizi sağlıyor. Eğer bu hayvanların her birini iki yıl boyunca izlersek, daha önce tanık olmadığımız gerçek bir hikaye yakalayabileceğimizi düşündük. Onların hangi koşullar altında yaşamlarını sürdürmeye çalıştığını görmek, her bir ırkı nasıl konumlandırabileceğimiz konusunda bize aydınlatıcı fikirler verecekti. Bu belgesel aslında vahşi hayvanların karşı karşıya kaldığı gerçekliği gözler önüne seriyor. Örneğin, aslanların ormanın kralı olmasını bekleriz ama aslında çoğu zaman içinde bulundukları hayatta bir şeylerle mücadele halindeler. Her birini tek tek takip ettiğinizde, ilginç bir şekilde birbirleriyle iletişim halinde olduklarını görebiliyorsunuz. Bunun sonucunda da insanlar onların hikayeleriyle duygusal bir bağ kurmuş oluyor ve her bir karakteri kendi yaşam mücadelesi içinde tanımlamaya başlıyor.
Kısacası Soylar belgesel dizisiyle hayvanların hayatlarına farklı bir bakış açısıyla bakmayı amaçladık. Ekibim yenilikçi fikirlere oldukça ilgi duyuyor, ben de ele aldığımız fikirleri geliştirerek konuya yeni bakış açıları kazandırmaya çalışıyorum. Bu bakış açısından yola çıkarak daha önce yapılmamış bir çalışmayı detaylandırmak istedik.
Böyle bir yapımı üstlenmenin oldukça riskli bir girişim olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Seçilen coğrafyaların olağanüstü koşulları altında onca büyülü sahneyi yakalamayı nasıl başardınız?
Rupert Barrington: Bu tamamen o işe harcadığınız zamana bağlı. Ne zaman istediğiniz kaydı alıp alamayacağınızı, bunun mesela iki sene sürüp süremeyeceğini asla bilemezsiniz. Ne kadar uzun süre kayıtta kalırsanız, kritik bir an yaşanırken o anı yakalamanız daha muhtemel. Hatta belki de aylarca bir kez daha yakalayamayabilirsiniz. Yani çok fazla şansınız yok. Çünkü bu anlar sürekli tekrar etmiyor. Belgesel çekimleri sırasında bu hayvanlarla 10 – 20 yıldır çalışan, onların nasıl sosyalleştiklerini bilen bilim insanlarıyla çalıştık. Bu durum hayvanlarla ilgili birçok bilgiye sahip olmamızı sağladı. Örneğin, şempanzeleri ele alalım. Kimin kiminle akraba, düşman ya da arkadaş olduğu bilgisi, ekibimizin şempanze davranışlarını anlamasına yardımcı oldu. Kamerayı nereye odaklayıp hangi şempanzeleri takip edeceğimizi de aynı zamanda. Çünkü bazı şempanze davranışları, lider konumundaki alfa şempanzenin hikayesinden bağımsız gelişirken, diğer şempanzeler kritik bir role sahipti. Dolayısıyla hangi şempanzenin grubu takip ettiğini, hangisinin etmediğini anlamak mümkün olabiliyordu.
Güzel kareler yakalayabilmek için şansa da ihtiyacınız var elbette. Çünkü ortalık sakinken oturup beklemekten başka hiçbir şey yapamıyorsunuz. Bazen de hava kötü olabiliyor, hayvan modunda olmayabiliyor ya da sadece günlük rutinini tekrarlayabiliyor.
Çekimler kaç kişilik ekiplerle, hangi koşullarda ve ne kadar sürede tamamlandı? Çekimler sırasında deneyimlediğiniz korkunç ya da yürek burkan bir an var mı?
Rupert Barrington: Prodüksiyon ekibi yüzlerce kişiden oluşan oldukça büyük bir ekip. Ancak sahadaki çekim çalışmalarını çoğunlukla kameraman, yönetmen ve yerel bir rehberden oluşan üç kişilik ekiplerle yürüttük. Yerli uzmanların kimi zaman neredeyse büyülü sayılabilecek izcilik yetenekleri ekiplerimize takip konusunda büyük yardım sağladı. Ekibin hayvanları ürkütmemesi için neredeyse görünmez olması gerekiyor, bu nedenle büyük ekip olması mümkün değil. Küçük ekip her zaman daha avantajlı.
Ekiplerimiz her bir bölüm için sahada yüzlerce gün geçirdi; tüm gün, hatta bazen tüm gece boyunca hayvanları izledi. Şempanze takımı, Senegal ormanlarında sıcaklık 50 dereceye yaklaşmışken 2 bin 400 km. yol katetti. Aslan takımı yüzlerindeki ufak farklılıklardan 24 farklı bireyi teşhis etmeyi öğrendi. Kaplan takımı yeryüzünün en kestirilemez hayvanlarının birinin izinde tam iki yılını geçirdi. Yaban kurt ekibi 17 kamera kullanarak elde ettiği 313 saatlik görüntüler için tam 82 bin km. direksiyon salladı. İmparator penguen takımı ise fırtına gücündeki rüzgarlara ve eksi 60 dereceye kadar düşen hava sıcaklıklarına göğüs gerdi. Öyle ki, bütün yıl boyunca hava sıcaklığı sadece bir gün 0 dereceyi görmüştü!
Çekimler sırasında tanık olduğumuz birçok dramatik sahne oldu. Örneğin, yaban köpeği filminde köpek sürüsünün en büyük düşmanıyla karşı karşıya geldiği sahne yalnızca bir kez çekildi ve oldukça mucizeviydi. Rehberimizin çekim arabasının tekerleğinde fark ettiği gübre kokusu sayesinde hangi yaban köpeği sürüsünün gece o yoldan geçtiğini ve gitmekte olduğu yeri ayırt edebilmiştik. Yine anne yaban köpeği ile daralan yaşam alanı nedeniyle onun soyunu yok etmekle tehdit eden öz kızı arasındaki aile içi rekabet ve şempanze liderinin, tacını almak için onu öldürmek üzere olan rakipleri arasında meydana gelen olağanüstü çarpışma da belgeselin dramatik sahnelerinden.
Özel yaşamlarına yakından tanık olduğunuz vahşi hayvanlarla empati yapmak size kendinizi nasıl hissettirdi? En çok hangi sahneler seyircinin üzerinde büyük etki bırakacak dersiniz?
Rupert Barrington: Bence belgeseldeki her hikayede güçlü duygular var. İngiltere’de insanların bu hikayeye inanılmaz reaksiyon göstermesinin sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. Program duyurulduğundan beri Twitter’ı takip ediyoruz, insanların etkileşimi gerçekten muhteşem. Çok derin, duygusal ve kişisel bir bağ hissediyorlar. Aslında ekibimizin yaptığı da buydu; hayvanlarla aramızda bir bağ kuruyoruz. Takip ettiğimiz hayvanlara ya da ailelerine bir şey olur diye endişeleniyoruz. Bizim üzerimizdeki etkiler de izleyicilerin üzerindeki etkilerden pek farklı değil. Burada asıl ilginç olan, insanlar bu karakterlerle empati kurarken aslında onlarda kendi hikayelerine de rastlıyor. Bu empatinin sebebinin hayvanlarla aramızdaki benzerlikler olduğunu düşünüyorum.
Belgeselde de sıklıkla görebileceğimiz medyan okumalar genellikle biyolojik meydan okumalar. Bazen çevre koşullarına karşı bazen aile bireylerine karşı bazen de düşman klana karşı bir savaş veriyorlar. Bunların hiçbiri tam olarak kestirebileceğimiz noktalar değil. Buradaki asıl mesele “aile” kavramı; ailenin lideri olmak ve yavrularını korumak. İnsanların bu hikayeyle gerçek anlamda bağ kurmasın en önemli sebebi aile.
Natasha Hussain: Evet evet. Bu güçlü bağın nedeni, tamamen neslinizle ve onu sürdürme güdüsüyle ilgili. Tüm olumsuz koşullara rağmen hayatta kalıp yavrularını eşitsizliğe karşı savunan ve gelecek nesillerini korumak için ilkel savaşlar veren hayvanlar izleyicide gerçekten çarpıcı bir etki bırakıyor. Aynı şekilde bunu izleyiciye ulaştırmak için ailelerinden uzakta, tamamen izole bir doğada, belki bir yıldan da uzun bir süre geçiren çekim ekibinin özverisi de oldukça ilham verici. Bunu düşündükçe diyorum ki, burada oturmuş hayatımla ne yapıyorum!
Çarpıcı bir hikaye sunmasının ötesinde, Soylar aynı zamanda ekolojik bir mesaj da barındırıyor mu?
Rupert Barrington: Tabii ki. Belgeselin asıl dikkat çektiği nokta, bu vahşi ve karizmatik hayvanların yaşam alanlarının günden güne daralıyor olması. Doğal hayatlarını sürdürebilmek için büyük alanlara ihtiyaçları var ve ne yazık ki bu alanlar gittikçe büyüyen insan popülasyonu tarafından her geçen gün daha da daraltılıyor. İnsanlarla etkileşime girdikçe doğal yaşam döngüleri değişen ve hayatta kalmaları daha da zorlaşan bu canlıların artık globalleşmeye başlayan sorunlarını Soylar’da hayvanların gözünden aktarmaya çalıştık.
Gelecekte Türkiye’de de benzer bir belgesel çekmeyi düşünüyor musunuz? Eminim Ankara tavşanı, Anadolu parsı, Anadolu yaban koyunu, çizgili sırtlan ve Uludağ kurbağası gibi Anadolu’ya özgü, soyları tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan ırklarla ilgili çok şey duymuşsunuzdur.
Natasha Hussain: BBC Doğa Tarihi Birimi, 60 yıllık birikimiyle dünyayı dolaşıp doğa tarihi üzerine yeni çalışmalar yapmak için tam anlamıyla sınırları zorluyor ve biz de bunu dünya çapındaki izleyicilere ulaştırmaktan son derece gurur duyuyoruz. Türkiye, BBC için büyük bir pazar. Bu yüzden BBC Earth kanalını ilk yayına aldığımız yerlerden biri de Türkiye’ydi. Dünyanın en iyi hikaye anlatıcıları olarak burada birçok hikaye bulabileceğimizi biliyoruz. Ekibimiz her zaman yeni yaklaşımlara açık ve daha görmemiz gereken birçok yer var. O yüzden neden olmasın…