Başka Sinema 2013 yılından beri “Bize Her Gün Festival” mottosuyla festivallerde gösterilen, ödüller alan ama Hollywood filmleri yüzünden salonlarda yer bulamayan filmleri sinemaseverlerle buluşturmaya devam ediyor. Yıl boyunca festival deneyimi yaşatan Başka Sinema’nın muhteşem izleme deneyimi vaat eden Eylül ayı programını sizler için derledik.
Not: Film sinopsisleri Başka Sinema’dan alınmıştır.
Barbara (5 Eylül)
Komünist Doğu Almanya’da yaşayan Barbara ülkeden çıkmak için başvuru yapınca Berlin’de doktor olarak çalıştığı hastaneden kırsal alana sürülür. Yeni iş arkadaşlarının muhbir olmasından endişelenen Barbara’nın karşısına çocuk doktoru Andre çıkar ve her şey değişir. Christian Petzold’ün yönettiği film, 2012 Berlin Film Festivali’nde En İyi Yönetmen dalında Gümüş Ayı kazandı. Barbara, 31. İstanbul Film Festivali’nde Dünya Festivallerinden bölümünde seyirciyle buluşmuştu.
Transit (7 Eylül)
Transit, yönetmen Christian Petzold’ün Başka Sinema izleyicisiyle eylül ayında buluştuğu ikinci filmi. İkinci Dünya Savaşı döneminde geçen filmde, Paris’te yaşayan Alman Georg, Nazi birliklerinin şehre yaklaşmasıyla Marsilya’ya kaçar. Georg’un planı ölü bir yazardan kendisine kalan belgelerle Meksika’ya kaçmaktır. Ancak Marsilya’da tanışacağı Marie, olayların seyrini değiştirecektir. Anna Seghers’in 1942 yılında yazdığı aynı adlı romanından uyarlanan Transit, 2018 Berlin Film Festivali’nde En İyi Film ödülüne adaydı.
Western (14 Eylül)
Valeska Grisebach’ın yönettiği film, Bulgaristan kırsalında, zorlu bir şantiyeye çalışmaya giden Alman işçilerin hikayesini anlatıyor. Uzak ve yabancı topraklarda çalışmak işçiler için başlarda eğlenceli olsa da olaylar git gide içinden çıkılmaz bir hal alır. İşçilerle köylüler arasında yaşanan gerilim ve işçiler arasında yaşanan şiddet olayları ile şantiye, güçlü olanın ayakta kalacağı bir arenaya döner.
Beast (14 Eylül)
Michael Pearce’ın ilk filmi olma özelliği taşıyan Beast, dünya prömiyerini Toronto Film Festivali’nde gerçekleştirdi. Beast, küçük bir adada yaşayan genç kadının adaya dışarıdan gelen bir yabancıya âşık olmasıyla gelişen olayları anlatıyor. Aşık olduğu adamın seri katil olduğu iddia edildiğinde herkese rağmen adamı savunan genç kadının yaşadıkları gerilim dolu sahnelerle izleyiciye sunuluyor.
Güvercin (21 Eylül)
Banu Sıvacı’nın ilk uzun metraj filmi olan Güvercin, dünya prömiyerini 68. Berlin Film Festivali’nde yaptı. Sofya Film Festivali’nden En İyi Yönetmen ödülü ile dönen Güvercin, Adana’da ağabeyi ve ablasıyla yaşayan Yusuf’un çalışma hayatına girince mahallesinin gerçekleriyle yüzleşmesini konu ediniyor. Yusuf, oturdukları evin çatısında, ölen babasından kalan güvercinlerini tutkuyla besleyip eğitirken ağabeyinin baskısıyla işe girer ve hayata dair birçok şeyi deneyimler.
Radiogram (21 Eylül)
1971 yılında komünist Bulgaristan’da dini ifadeler ve batı kaynaklı müzik ulusal tehdit kabul edilmektedir. BBC, Deutsche Welle, Özgür Avrupa Radyosu yasaklıdır. Gerçek bir hikâyeden esinlenen Radiogram, işte bu dönemde, rock’n’roll delisi küçük oğluna yeni bir radyo almak için 100 kilometre yürüyerek en yakın şehre giden bir babanın hikâyesini anlatıyor. Kimlik, müziğin gücü ve özgürlük hakkındaki bu sıcak dram, Bulgaristan’ın tam merkezinde, Pomakların yaşadığı Rodop Dağları’nda geçiyor.
Halef (28 Eylül)
Murat Düzgünoğlu’nun yönettiği Halef, Moskova Film Festivali’nde En İyi Film dalında aday oldu. Portakal hasadı için Adana’ya, annesinin yanına gelen Mahir, yıllar önce bir kaza sonucu ölen abisinin reenkarnasyonu olduğunu iddia eden Halef ile karşılaşır. Uzak durmaya çalışsa da, farklı vesilelerle bir araya gelmek zorunda kaldığı Halef’in çocukluk yıllarına dair anlattıkları, Mahir’in kafasını karıştırır.
Touch me not (28 Eylül)
Yakınlık ihtiyacı, cinsel fetişler ve estetik güzelliğin farklı tanımlarına odaklanan film Berlin’de Altın Ayı ödülü aldı. Romen yönetmen Adina Pintilie’nin ilk uzun metrajlı filmi olan Touch me not, önyargıların ne kadar yıkıcı olduğunu gözlemlememizi sağlayan deneysel bir dram. Kaçırılmaması gereken harika bir film.