Bahar çoktan geldi, hatta yaza göz kırpıyor. Güneşli günlerde salgıladığımız mutluluk hormonları havada uçuşuyor. Hayır, bu yazının içeriği bilimsel değil; kültürel. Hemen herkesin, hatta kapalı havaları sevdiğini iddia edenlerin dahi bahar aylarında çeşitli ritüelleri vardır. Ağaçlı, ormanlı, üzerine oturulacak çimenli bir yere gidip piknik yapmak, vapura binmek adına gidiş yolunu denize uydurmak, belki bir kamp, belki bir tatil… Peki ya tıpkı müzikler gibi size eşlik edebilecek kitaplar? İç ısıtan, sevgiyi öne alan, ferahfeza okunacak eserleri derledik. Umuyoruz seversiniz!
1. Yüreğinin Götürdüğü Yere Git (Susanna Tamaro)
Böylesi bir içerikte en tepede yer alacak eserlerden biri olabilir. Seksenine varmış bir büyükannenin, torununa yazdığı deneyim dolu mektuplardan oluşuyor. Bu mektuplarda büyükannenin içini dökmelerine de şahit oluyorsunuz, hayat hakkında vardığı neticeye de. O netice torununa yazdığı mektupların birinde şöyle dile gelir: “Yapmaya değecek tek yolculuk, içimize yaptığımız yolculuktur; o özgün çağrıya kulak vermeli, yüreğimizin götürdüğü yere gitmeliyiz.”
2. Denizler Altında 20000 Fersah (Jules Verne)
Eserin çeviri edebiyatımızdaki en ayırt edici özelliği; Tanzimat edebiyatı devrinde romanla tanıştığımızda bu eserin de ilk çevirilerden biri olmuş olmasıdır. Meşhur Kaptan Nemo’nun denizaltısıyla yaptığı yolculuk ve her türden deniz canlısının da yer aldığı bu kurmaca, çocuk edebiyatı kadar yetişkinlerin de heyecanla okuduğu bir yapıt olmuştur. Gemilere çarparak onları batıran garip bir cismin peşindeki bu esrarlı yolculuğu, hissederek okumanız kuvvetle muhtemel.
3. Ağaca Tüneyen Baron (Italo Calvino)
Çocuk saflığı barındıran ve yetişkinleri de kapsayan bir diğer eser, Calvino’nun meşhur Ağaca Tüneyen Baron’udur. Bir tür ütopya olan kurmacada; on iki yaşında babasının tavırlarından rahatsız olup ona çıkışan bir çocuğun bundan sonra tüm ömrünü ağaçlarda geçirme telaşesi yer alır. Çocuk öyle kararlıdır ki yeryüzüne bir daha ayak basmamaya yeminlidir ve tüm günlerini ağaçlarda geçirmeye başlar.
4. Siddhartha (Hermann Hesse)
1960 ve 70’lerde özellikle Zen ve yol felsefesine merak duyan gençleri içine çekmiştir Siddhartha. Sebebi ise eserde yeni bir öğreti ve yolculuğu keşfeden bir başkişinin olmasıdır. Siddhartha, kendisinden önceki hiçbir hocayı ve onların öğrettiklerini tam olarak içselleştiremez, herkesin kendi yolculuğu olduğuna ve bunu bir başkasından öğrenemeyeceğine inanır. Yazarın bu en ünlü eseri Budizm’e de göz kırpar.
5. Anadolu Notları (Reşat Nuri Güntekin)
Romancılığımızda dili en güzel kullanan isimlerimizden Reşat Nuri Güntekin’in bu iki ciltlik eseri bir gezi yazısıdır. Yazarın Çalıkuşu adlı eserinin de Anadolu’yu çok iyi anlatması bakımından Atatürk’çe sevildiği bilinir. Güzelliğe ve sevgiye inanan Reşat Nuri Bey Anadolu seyahatleri ve konaklamaları sırasında halkın güzel yanlarını bu çalışmasında gözler önüne serer.
6. Sarnıç (Sait Faik Abasıyanık)
Hem bahar hem de okumak diyorsak listemizi zenginleştirecek bir diğer isim de Sait Faik’tir. Öykülerindeki insanları öylesine gerçek ve yalın bir dille aktarır ki bu karakterlerin gerçek kişiler olduğunu bilmeyenlerimiz dahi onların kalp atışlarını duyabilirler. Şahsi tecrübem o ki, Sait Bey’i bir deniz kenarında otururken okumak da başka güzeldir. İçinde pek çok öykünün yer aldığı esere adını veren Sarnıç’tan şu alıntıyı yapabiliriz: “Önümüzde hayat… Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanıyorduk.”
7. Gündökümü (Tomris Uyar)
‘’Bir Uyumsuzun Notları’’ alt başlığıyla sunulan Gündökümü, yazarın gerçekten tanık olduğu olaylardan yola çıkarak yazdığı kitabıdır. Edebiyat çevresi, dostluklar, tebessüm ettiren anılar… yazarın yirmi beş yıl boyunca tuttuğu bu ‘’gündökümleri’’ döneminin genel anlayış ve öncüllerini hesaba katarsak gerçekten de ‘’uyumsuz’’ notlar olsa gerek. Eh, Tomris’i biraz da bu yüzden sevmez miyiz? Kitaptaki konu zenginliği gereği tek bir alıntıyla yetinmeye çalışacağım: ‘’Sevginin yalnızca bir duygu olmadığını, bilgi de gerektirdiğini kendimden biliyorum. Sevgi savurganlığım yüzünden habire su vererek çürüttüğüm kaktüsler hâlâ aklımda. Bir dostum ‘iyi ki akvaryumda balık beslemiyorsun’ demişti, ‘her halde havasız kalmalarına üzülür sudan çıkarırdın onları.’ ‘’
8. Doğmamış Çocuğa Mektup (Oriana Fallaci)
İçinizi ısıtmaktan öte bir yapıt. Eserin adından da bilebileceğimiz üzere; Fallaci burada doğmamış çocuğuna mektuplar yazıyor. Bu, bir yandan da güçlü bir monolog eser. Erkeğinden ayrılan bir kadının hamile olduğunu anlamasıyla başlayan bu fırtınalı konuşmalar, anlatıcının kaygılarını, umutlarını, korku ve sevgilerini olduğu gibi gözler önüne seriyor. Gerçekten feminist ve gündemde olmayı başaran bir yazar tarafından anlatılması bir yana; gebe bir karakterin toplumsal roller üzerine olsun, bireysel kimlikler olsun yaşadığı kaygıların bu kadar etkileyici yazılabilmesi az rastlanan bir başarı olsa gerek. Ufak bir iktibas: “Senden korkuyorum. Seni hiçyokluktan zorla çekip alan, gövdeme ekleyen rastlantıdan. Seni çok beklediysem de karşılamaya asla hazır olmadım. Ama kendi kendime hep o kötü soruyu sordum: Ya doğmak hoşuna gitmezse? Ya günün birinde haykırıp suçlarsan beni: ‘Sana kim dedi beni dünyaya getir diye? Neden dünyaya getirdin beni, neden?’ ‘’
9. İstanbul’un Nâzım Planı (Sunay Akın)
Şairin ‘’Yeditepeli şehrim’’ diye şiirlerinde bahsettiği İstanbul tabii ki Nâzım’ın pek çok hatırasıyla iç içe. Bunları da bizi hep şaşırtacak denli bilgileri ortaya çıkaran Sunay Akın’ın aktarması oldukça doğal. Farklı başlıklarda bir araya birçok eğlenceli Nâzım ve İstanbul bilgilerinden bir ufak alıntı: ‘’Tarih: 1 Ocak 1921… Yeni bir yılın ilk sabahında İstanbul’a kar yağmış ama pek tutmamıştır… Yol kenarlarında ve Çamlıca tepesinde beyazlıklar göze çarpıyor… Sirkeci’den demir alan bir vapur pamuk balyalarıyla dolu olsa da, asıl yükü direnişe katılmak için Anadolu’ya geçen Kuva-i Milliyecilerdir. Vapurda dört de şair vardır: Yusuf Ziya, Faruk Nafiz, Vâlâ Nureddin ve Nâzım Hikmet… Kız Kulesi’ne doğru yaklaşıldıkça Nâzım’ın yüreğindeki korku da büyür. Çünkü, Kız Kulesi işgal yıllarında İngiliz askerleri tarafından Boğaz’dan geçen gemilerin kontrol edildiği bir karakol olarak kullanılıyordu.’’