Sanırız hazırlarken moralimizi en çok bozan listeler sıralamasında ilk 5’e oynar bu liste. 60’lı yıllardan bugüne, eğitimde bir arpa boyu yol alamadığımız düşünülürse, 1940-1954 yılları arasında yapılan bu ulusal eğitim devrimine özlem duymamak mümkün değil.
Kapandıktan sonra dönemin iktidarı Demokrat Parti ve sonrasında iktidara gelen partiler-liderler sayesinde içi o kadar boşaltıldı ki, şu anda sokaktaki herhangi bir kişiye köy enstitülerini sorsanız duyacağınız 3 muhtemel cevap şunlar olur: Komünist yuvasıydı buralar, fuhuş yuvasıydı bu okullar, kızlı-erkekli ders yapıyor, aynı yatakhanede yatıyorlarmış…
Biz de o yüzden, Köy Enstitüleri’ni klişeleşmiş kötüleme cümlelerinden az da olsa arındırmak için hazırladık bu listemizi. Olaylar hiç de öyle muktedirlerin yansıttığı gibi değildi. Buyurun okuyun, umarız bu önyargının kırılmasına az da olsa katkımız olur.
Hasan Âli Yücel ve Tonguç Baba önderliğinde kuruluş
17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açılmaya başlandı enstitüler. Amaç, köy okullarında görev yapmak üzere öğretmen yetiştirmekti. Görevlendirilen öğretmenler köyün çocuklarına hem bilindik eğitimi verecekler, hem de halka modern tarım yöntemlerini öğreteceklerdi. O koşullarda atılmış en mantıklı adımdı, zira Cumhuriyet’in kurulmasından enstitülerin kurulmasına kadar geçen süre zarfında okuma yazma oranı %5’lerdeydi. Ulusal anlamda ilerlemeye ivme kazandıracak bir şey gerekiyordu ve bu ivme 10 gün sonrasını değil 10 yıl sonrasını hedef almalıydı. Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un (Tonguç Baba) önderliğinde, eğitim süreleri 5 yıl olan köy enstitüleri kurulmaya başlandı. Enstitülerin kurulması için şehirlerden uzak fakat mümkün olduğunca ulaşım yollarına -o dönem elbette demiryollarına- yakın, tarıma elverişli bölgeler seçildi ve ilk enstitüler buralarda açıldı.
Köye göre öğretmen
Öğretmen olarak çalışacak kişi mezun olduktan sonra kendi köyünde çalışmaya başlayacağı için bu, zorunlu değil gönüllü bir görev olacaktı. Çünkü genç öğretmenin çalışacağı yer kendi köyü, yetiştireceği kişiler kendi insanlarıydı. Bu uygulamaya pedagoji uzmanı Halil Fikret Kanad’ın yönlendirmesiyle başlandı.
Eğitim materyalleri
Teorik eğitimden ziyade pratiğe dayalı eğitim benimsendi. Her enstitünün kendine ait tarlası, bağı, kovanları, hayvanları ve atölyeleri vardı. Eğitimin yarısı örgün eğitimden oluşurken diğer yarısı uygulamaya dayanıyordu.
Toplumsal evrim dönemi
1940-1946 arasında yapılanları rakamlarla anlatacak olursak karşımıza şunlar çıkıyor: 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirildi, 750.000 yeni fidan dikildi, 1.200 dönüm bağ oluşturuldu, 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 KM yol yapıldı. Bunlar yetmez diyorsanız ekleyelim: Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirildi.
Binlerce köy öğretmeni
1954 yılında kapatılana dek enstitülerde 1.308’i kadın, 15.943’ü erkek olmak üzere toplam 17.251 köy öğretmeni yetiştirildi.
Köy okulu çıkışlı güzel insanlar
Yılanların Öcü’nün, Kaplumbağalar’ın yazarı Fakir Baykurt (Gönen Köy Enstitüsü), Ferhat ile Şirin’in yazarı Talip Apaydın (Çifteler Köy Enstitüsü) ve Bizim Köy’ün yazarı Mahmut Makal (İvriz Köy Enstitüsü) enstitülerin bize kazandırdığı güzel insanlardan sadece birkaçı.
Enstitüler ve müdürleri
1946 yılına kadar kurulan enstitüler ve buralarda görev yapan müdürlerin adları…
Enstitüyle de bitmiyor
Evet bitmiyor. Buradaki 5 yıllık eğitimini tamamlayan öğretmen adayları, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde eğitimlerine devam edip -günümüzün jargonuyla- akademik kariyer yapabiliyorlardı. Enstitüde Ruhi Su, Âşık Veysel ve Sabahattin Eyüboğlu gibi büyükler eğitim veriyordu. 1947’de kapatıldı maalesef.
Yıldan yıla artan öğrenci sayısı
Enstitüler yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim hayatına öyle bir ivme kazandırdı ki, ulus, bu okullarda okuyan öğrenci sayısının artmasıyla, kelimenin tam anlamıyla evrim geçirmeye başladı.
Dolayısıyla yıldan yıla artan öğretmen sayısı
Elbette okuyan ve mezun olan öğrenci sayısı arttıkça, köylerde çalışmaya hazır öğretmen sayısında da muazzam bir artış yakalandı.
Türkçe, hayat bilgisi, matematik (mi?)
Elbette değil, bunlar şu an bizim çocuklarımızın öğrendiği, teoriden öteye geç(e)meyen dersler. Biraz da öğretmene bağlı olarak, hayata uygulanabilirliği tartışmaya açık konulardan oluşan bir “yığın”. Ama enstitüler böyle değildi. Enstitünün kurulduğu köyün ihtiyacına bağlı olarak uygulamalı dersler belirleniyordu. Arıcılığa elverişliyse arıcılık, bağcılığa elverişliyse bağcılık uygulanıyordu.
Mezunlar sadece öğretmen değil
Enstitüler öğrencilerini sadece öğretmenlik yapmak için yetiştirmiyordu. Enstitüden mezun olan öğretmen inşaatçılık da bilmek zorundaydı. Çünkü görev yaptığı köyde okul binasını köylülerle birlikte onun yapması gerekecekti. Tarım bilmesi gerekiyordu, çünkü köy halkına modern teknikleri o öğretecekti. Sağlık bilgisi olmalıydı, çünkü acil bir durumda ilk müdahaleyi o yapmalıydı. Ulaşım yok, yol yok (Gerçi hâlâ yok). Bunların yanı sıra, marangozluk, bağcılık, arıcılık, balıkçılık konularında da bilgi sahibi oluyorlardı (Gel de o dönemleri mumla arama). Mezun olup da göreve başlayanlara, görev yapacakları köyün şartlarına göre, bilmem kaç parça alet edevat veriliyordu.
Okuyacaksın arkadaşım!
Enstitü öğrencileri her yıl 25 dünya klasiği kitabı okumakla yükümlüydü. Hasan Âli Yücel, bakanlığı döneminde klasik eserlerin çevirisini yaptırmıştı. Böylece mezunlar, sadece bir öğretmen değil, kendi koşullarından bîhaber bir yığını, birikimli bir “halk” haline getiren aydın oluyordu.
Her şey öğrencilerden
Her işi bilfiil öğrenciler yapıyordu (günümüzde öğretmenler tarafından çok dillendirilen “yaparak yaşayarak öğrenme var ya, hah işte onun kralı). Kahvaltıda yenecek ekmek, sabah biraz daha erken kalkan öğrenciler tarafından pişiriliyordu mesela.
Dersler
Ensititüde dersler kültür dersleri ve uygulamalı derslerden oluşuyordu. Derslerin 5 yıla dağılımı üstteki gibiydi.
Sanat
Enstitülerde klasik müzik enstrümanları ve geleneksek yerli enstrümanlar öğretiliyordu. Mesela Aşık Veysel enstitüleri gezerek saz çalmayı öğretiyordu. Mandolin, hem taşınabilirliği, hem de öğrenme kolaylığı açısından en yaygın enstrümandı (enstitüler kapatıldıktan sonra açılan öğretmen okullarında da öğretilmeye devam edildi). Enstrüman yönünden en zengin enstitü, Ankara Konservatuarı öğretmenlerinin de ders verdiği Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ydü.
“Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” görevden alınıyor
Oğlu şair Can Yücel’in tabiriyle “Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç 1946’da görevlerinden alındı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, başbakan Recep Peker’di.
Tüm uygulamalarda bir bir geri adım atılıyor
http://youtu.be/0VW4cKdzGRU
1947 yılında enstitü öğrencilerinin yönetime katılmaları engelleniyor, kız ve erkek öğrenciler ayırılıyor, dağıtılmış kitaplar, araç ve gereçler, hayvanlar geri alınıyor. Köylünün okul yapma ve yapımında çalışma yükümlülüğü (yani bazılarına göre “angarya”) kaldırılıyor. Hasan Âli Yücel’in çevirisini yaptırdığı “dünya klasikleri” enstitülerden toplanıyor ve yakılıyor. Evet yanlış okumadınız, bildiğiniz yakılıyor…
1948 yılında ise eğitim programı değiştiriliyor. İş eğitimi de denilen, yani marangozluk, dülgerlik, rençberlik gibi “köylüye gerekli olacağı varsayılan” dersler kaldırılıyor. Peki yerine ne getiriliyor? Tarih, coğrafya, fizik, kimya gibi dersler… Enstitülerin diğer okullardan farkı kalıyor mu? Tabii ki hayır! Bunlara eklenebilecek başka gerekçeler de bahane gösterilerek CHP-DP işbirliğiyle enstitüler 1954’te kapatılıyor. (Van civarında kendisine bağlı 258 köyü olan Kinyas Kartal bir oh çekmiştir herhalde.)
Ve maalesef kapatılması
Maalesef diyoruz, çünkü enstitü süreci sürdürülebilse ya da köy enstitüsü yerine o günün şartlarına uygun başka bir uygulamaya geçilebilseydi, hiç şüphe yok ki bugün bambaşka bir ülkede yaşıyor olurduk. Ama olmadı…
Enstitülerin kapatılmasını hazırlayan koşullar kısaca şunlardı:
– 2. Dünya Savaşı’nın başlaması ve Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne karşı ABD’den yardım istemesi, ABD’nin de yardım karşılığında “komünist” uygulamaların kaldırılması talebi (enstitülerin bizzat kendisi, öğrencilerin ve müdürlerin tek tip üniforma giymesi, öğrencilerin de yönetime katılması).
– CHP içinde “seçimleri kaybederiz” kaygısıyla yönetime baskı yapılması, (Aynı zamanda Van yöresinde büyük bir toprak ağası da olan -Burukan Aşireti- CHP milletvekili Kinyas Kartal “DP ile anlaşarak enstitüleri kapattık. Çünkü enstitüler bizim devlet üzerindeki gücümüzü azaltıyordu” açıklaması yapmıştır.)
– CHP içinden “Köylüyü Topraklandırma Yasası”na karşı çıkan muhafazakârların Demokrat Parti’yi kurması (karşı çıktılar, çünkü o zaman büyük tarım topraklarına sahip olamayacaklardı ve hızla makineleşen bu sektörde kullanmak için yatırım yaptıkları tarım makineleri ellerinde patlayacaktı) ve yine aynı kafadaki zihniyetin “Komünist yetişiyor bu okullarda, öğrenciler fuhuş yapıyor, dinsiz öğrenciler yetişiyor.” şeklinde sözlerle enstitüleri kötülemesi.
– Köy okullarında çalışması için görevlendirilen öğretmenlerin toprak ağalarıyla sorun yaşaması, toprak ağalarının şikâyetlerini onların emir kulluğunu yapan milletvekillerine iletmesi ve onlara baskı yapması.
Ya sonra?
Kapatılmadan önce enstitülerin özü yavaş yavaş değiştirilmeye başlanmıştı zaten. Kurulduğu günden beri yaratıcılığa önem verilen bu devrim yuvaları, yavaş yavaş geleneksel ve ezberci eğitim anlayışına kaymaya başladı. 1954’te de kapatılıp, yerine (enstitülerin yerini hiçbir zaman dolduramayan) öğretmen okulları açılmaya başlandı. Bu okullar yıllar sonra eğitim yüksekokullarına, sonrasında da eğitim fakültelerine dönüştürüldü.