“Ben gazeteciyim, fotoğrafçı değilim. Fotoğrafçı bomba patlar kaçar. Ama gazeteci peşinden gider olayı yakalamaya çalışır. Fotoğrafçı ile gazeteci arasındaki fark budur, bu farkı anlamak lazım. Fotoğrafçı düğmeye basan adam değil, iş yapan adamdır. Ben de her şeyi gazetecilik tarafından düşündüm ve bu yaşa kadar ona göre çalıştım.” diyen ve 90 yaşında hayatını kaybeden Ara Güler; yaşam öyküsü, anıları ve fotoğraflarıyla listemizin konuğu…
1. Rejisör veya oyun yazarı olmak ister
Ara Güler 16 Ağustos 1928’de İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde dünyaya gelir. Tam adı Aram Güleryan’dır. Annesi İstanbullu zengin bir Ermeni ailenin kızı, babası Dacat Güler ise Giresun’un Şebinkarahisar ilçesinden altı yaşındayken okumak için İstanbul’a gelmiş bir eczacıdır. Çocuk yaşlarında sinemadan çok etkilenen Ara Güler, 1951 yılında Getronagan Ermeni Lisesi’nden mezun olur. Daha lisedeyken film stüdyolarında sinemacılığın her dalında çalışır. Muhsin Ertuğrul’un yanında tiyatro ve oyunculuk eğitimi almaya başlar. Çünkü rejisör veya oyun yazarı olmak istemektedir.
2. Ama gazeteci olmaya karar verir
1950 yılında Yeni İstanbul gazetesinde gazeteciliğe başlar. Bu yıllarda Ermenice gazete ve edebiyat dergilerinde öyküleri yayınlanır. Bir yandan da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne devam eder ama gazeteci olmaya karar verir.
3. Foto muhabirliğiyle başlayan serüven
Babası, Ara Güler’e lise yıllarındayken 35 milimlik bir film makinesi ile bir fotoğraf makinesi alır ve Yeni İstanbul gazetesinde foto muhabiri olarak işe girmesine yardımcı olur. 1950 yılında çektiği ilk fotoğrafı “Ticaniler” denen gerici bir grubun kırdığı Gümüşsuyu’ndaki Atatürk heykelinin fotoğrafıdır.
4. Dünyanın en iyi 7 fotoğrafçısından biri
1953’de Henri Cartier Bresson ile tanışan Ara Güler, Paris Magnum Ajansı’na katılır ve İngiltere’de yayımlanan “Photography Annual Antalojisi” tarafından dünyanın en iyi 7 fotoğrafçısından biri olarak tanımlanır. Aynı yıl ASMP’ye (Amerikan Dergi Fotoğrafçıları Derneği) tek Türk üye olarak kabul edilir. 1958’de Time-Life, Paris-Match ve Der Stern dergilerinin Yakın Doğu foto muhabirliği görevlerini üstlenir. 1961’de askerlik görevini tamamlayarak Hayat Dergisinde fotoğraf bölüm şefi olarak çalışmaya başlar,
5. Görevli olarak 4 savaşa katılır
Savaş foto-muhabirliği de yapan Ara Güler, görevli olarak dört savaşa gider. Katıldığı bu savaşlarda çektiği fotoğraflar dünya çapında çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanır. Hatta çektiği bir savaş fotoğrafı Times Dergisine kapak olur. 1962’de Almanya’da çok az fotoğrafçıya verilen Master of Leica unvanını kazanır. İsviçre’de çıkan “Camera” dergisi de kendisine özel bir sayı ayırır.
6. Dünya liderleri ve ünlülerin fotoğraflarını çeker
Bütün dünyayı gezerek foto röportajlar yapan ve bunları Magnum ajansı ile dünyaya duyuran Ara Güler bu arada İsmet İnönü, Winston Churchill, İndira Gandi, John Berger, Bertrand Russel, Bill Brandt, Alfred Hitchcock, Ansel Adams, Imogen Cunningham, Salvador Dali, Picasso gibi birçok ünlü kişi ile de röportajlar yaparak fotoğraflarını çeker. Ara Güler’in bu röportajları içinde en ünlüsü hiçbir fotoğrafçıya poz vermeyen Picasso Röportajıdır.
7. Picasso’yu çekene kadar neler çektim
Ünlü ressam Picasso’nun 90. yaş kutlaması için hazırlanan Picasso Metamorphose et Unite adlı kitap için yaptığı röportaj ünlü ressamın şatosunda gerçekleşir. Bu röportaj sırasında fotoğraf çektirmeyi sevmemesiyle bilinen Picasso’nun çok sayıda fotoğrafını çekmeyi başarır ve şöyle anlatır bu zorlu çekimin öyküsünü: “Çektim, ama çekene kadar neler çektim, sen gel onu bana sor. Herkes adamı tanımak istiyor fakat bir o kadar da çekiniyor. Oğlu benim arkadaşımdı. Bir gün yemeğe davet etti, gittim. Masada muhabbet ederken, ‘Babamla seni bir araya getirmemi istiyorsun, ama o beni hiç sevmez’ dedi.”
8. Ben de senin remini çizeyim
“O günlerde fotoğrafçılığını yaptığım Skira Yayınevi, Picasso’nun kitabını basacaktı. Patron da arkadaşım. ‘Beni yanında götürmezsen senin için ne bir fotoğraf çekerim ne de bir daha seninle konuşurum’ dedim. Ev atmosferindeki fotoğrafları çekme görevini yaptım. Gittim, üç gün evinde kaldım. Bir ara bana dönüp, ‘Sen benim bu kadar fotoğrafımı çekiyorsun, ben de senin remini çizeyim’ demez mi! Düşünsene çağın en büyük ressamı Picasso beni çizecekti, ama herif 90 küsur yaşında. Verdiği sözü beş dakika sonra unutur diye, başladım etrafında boş kağıt aramaya. Her yere baktım, bir temiz sayfa bulamadım. En sonunda çektim kütüphanesinden bir kitap, açtım kapağını, uzattım Picasso’ya. İçimden de ‘Nasıl olsa sayfayı yırtıp alırım’ diye geçiriyorum. Sonunda resmimi çizdi, İmzasını da attı. Türkiye’de bir tane orijinal Picasso vardır, o da benim evimde.”
9. Belgesel fotoğraf biçiminin ustası
Ara Güler Türk fotoğrafçılığının ustalarından birisi olarak dünya fotoğraf tarihinde de seçkin bir yere sahiptir. Belgesel fotoğraf biçiminin ustası olması ona ayrı bir ün kazandırmıştır. Ayrıca Yavuz Zırhlısının sökümünü anlatan “Kahramanın Sonu” adında belgesel bir film de yapmıştır. Ara Güler hakkında bir tanesi Münih Üniversitesi’nde Almanca olmak üzere 6 adet doktora tezi yapılmıştır. 1975 yılında ilk evliliğini Perihan Hanım ile yapan ve 4 sene sonra da boşanan Ara Güler ikinci evliliğini 1984 yılında Suna Taşkıran Hanım ile yapar.
10. Hayatım okumakla geçti
Fotoğrafçılık ve gazeteciliğin yanı sıra gençlik yıllarında öyküler ve senaryolar da yazan ve “Hayatım okumakla geçti” diyen Ara Güler yazarlık macerasını şöyle anlatır. “Kaç kamyon kitap okudum ben. Klasikleri ezbere bilirdim ve lisede talebeydim daha. O zaman Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel Dünya Klasiklerini tercüme ettirmişti. Çoğunu okudum. Doğu Edebiyatından birtakım kitapları okumamışımdır, ama sadece Batı Edebiyatını değil felsefesini de okudum. Ben çok roman okumam. Ben bana bir şey öğretecek kitabı okurum. 1946’da ilk öyküm Mahkûm’u yazdım, Akşam Postası’nda, yayımladılar. İçinde olmadığım bir dünyayı yazmak istedim. Öyle başladım. Millet o yaşlarda sevgilisini yazar ben dünyaya bakardım…”
11. Öykü yarışmasında üçüncü oldum
“Yirmi yaşındayken yazdığım “Bir Garip Yılbaşı Gecesi” adlı tek perdelik oyun, yazdığım dokuz tane oyundan tek kalandır. Öbürleri bir şeye benzemiyordu, çok amatördü, attım gitti. Amatör hislerini profesyonel gibi ortaya atmayacaksın. Ayıp olur sanata. 1950’de “Dünya Edebiyatı” yarışması oldu. Bunu Yeni İstanbul gazetesi ile New York Herald Tribune gazetesi düzenledi. Oraya yolladım hikâyemi ve üçüncü oldum. Türkiye’den Samim Kocagöz birinci, Necdet Öktem ikinci oldu, üçüncü de ben oldum. Yarışmaya Ermeni olduğum için takma bir isimle (Ali İhsan Akgün) katıldım. Kazandıktan sonra açıkladım adımı.”
12. Daha küçüğüz tabii, Atatürk’ün kim olduğunu bilmezdik bile
“Florya Köşkü’nün yanındaki halk plajının üstünde evimiz vardı. Atatürk de zaman zaman oraya gelir denize girerdi. Atatürk’ü görmüşümdür. Çünkü hep orada otururdu, çizgili mayosuyla. Öyle barikat falan da yoktu. O geldiğinde biz de bütün veletler toplanırdık. Daha küçüğüz tabii, Atatürk’ün kim olduğunu bilmezdik bile. Arkası kesik bir sandalı vardı. İşte ben o sandalın arkasına takılıp yüzen veletlerden biriydim. Olay bundan ibaret.” diye anlatır çocukluğunda gördüğü Atatürk’ü
13. Biz foto muhabirleri gerçeği görür, yazar ve belgeleriz
Foto muhabirliğine başlamasını da kendisiyle yapılan röportajlarda şöyle anlatır: “Bir kere foto muhabirliği denen halt benimle başladı. Eskiden foto muhabiri yoktu ki fotoğrafçı vardı. Fotoğraf çekmek başka bir şey, foto muhabiri olmak başka. Fotoğraf çekmek demek bir manzarayı, bir şeyi çekmek, varsa içinden bir şey çıkarmak falan filandır. Halbuki foto muhabirliği olayın kendisini çeken şeydir ve bunlar sonradan tarihe mal olur. Muhakkak tarihe geçer. Biz 20. asrın foto muhabirleri, kameramanları görsel tarihi yazarız. Yazarların yazdığı tarih gibi uydurma değil. Gerçeği görür, yazar ve belgeleriz. Dört kere harbe gittim, dört… Filistin, Filipinler, Etiyopya, Sudan. Gerillalarla konuştum, yazdım, çektim. Bombalar dibimde patladı!”
14. Kitabını bulundurmak bile tehlikeliydi, mecbur kaldım. İçim de yandı
“Çetin Altan ile birlikte Akşam Gazetesine ‘Al İşte İstanbul’ adlı bir yazı dizisi hazırlayacağız. Üç hafta gecekondu mahallelerini gezdik, çektik. Bir yerde kadınlar ‘vay nasıl çekersiniz’ falan diye kızdı, anladın mı? İkna edemedik. Kocalarıyla birlikte saldırdılar. Zor kaçtık ama iyi dayak yedik.” Bir dönem çektiği Nazım Hikmet fotoğraflarını yakmak zorunda kalan Ara Güler, “Kitabını bulundurmak bile tehlikeliydi. Mecbur kaldım. İçim de yandı.” diyerek anlatır bu üzücü olayı.
15. 6-7 Eylül Olaylarının şahidi
Muhabirlik yaptığı yıllarda 6-7 Eylül Olaylarını da fotoğraflayan Ara Güler o günleri şöyle anlatır: “Orhan Kemal’le Harbiye’ye kadar yürümüştük. Sonra Taksim Sineması’nın karşısında Eftalupos kahvesini yıkmaya başladılar. Orada da Mehmet Cemal’le gördük olanları. Babamın eczanesi de oradaydı ama bir şey olmadı ona. Bir baktım elini kesen babamın dükkanına gelip tedavi oluyor. Dacat Güler Ecza Deposu’ydu adı. Anlamamışlar bizim Ermeni olduğumuzu.”
16. Charlie Chaplin’i felçli halde çekmek bana yakışmazdı
Ara Güler, hayranı olduğu Charlie Chaplin’in fotoğraflarını da çekmek ister: “Chaplin benim dünyamı kuran, bana vizyonu veren, hayata bakmayı öğreten adam… O zamanlar İsviçre’de bir şatoda yaşıyordu. Karısı da Amerikalı ünlü yazar Eugene O’Neill’in kızı Oona’ydı. Bunların şatosunun önünde 3 gün, kar kıyamet demeden fotoğraf çekmek için bekledim. Sonunda Oona donmamdan korkup, ‘Konuşursan konuş, ama resim çekme’ dedi. Adam yürüyen iskemlede, felçli resimlerini çektirip akıllarda böyle bir imaj bırakmak istemiyordu. Çünkü o da benim gibi elimdeki fotoğraf makinesinin acımasız olduğunu biliyordu. Pire gibi dolanarak dünyanın en cevval tipini yaratmış Charlie Chaplin’i felçli halde çekmek bana yakışmazdı, o nedenle onun fotoğrafını fırsat bulduğum halde çekmedim.”
Ara Güler, 17 Ekim 2018’de tam 90 yaşında hayatını kaybetti. Geriye binlerce fotoğraf, anı ve sevenlerini bıraktı…
Ara Güler, 17 Ekim 2018’de hastaneye kaldırıldı. Duran kalbi doktorlar tarafından yeniden çalıştırılıp yoğun bakıma alınan usta fotoğrafçı kalp yetmezliği sebebiyle hayata gözlerini yumdu.