Çayınızı, kahvenizi, kurabiyenizi alın. Sizlere biraz Ara Güler’den bahsedelim.
Ermeni asıllı bir Türk olan Ara Güler, 1928 yılında Beyoğlu’nda dünyaya geliyor. 1951 yılında Getronagan Ermeni Lisesi’nden mezun olduktan sonra Muhsin Ertuğrul’un yanında tiyatro ve oyunculuk eğitimi alıyor. 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde çalışmaya başlıyor. Tam da o zamanlarda fotoğrafçı olmaya karar veriyor. Sonrasında ödüller, ödüller, ödüller… Ama Ara Güler belki de en çok İstanbul fotoğrafları ile biliniyor.
Aşağıda 18 Ara Güler fotoğrafında, Ara Güler’in ağzından Ara Güler’i derledik. Yakın zamanda çıkmış beş farklı Ara Güler röportajından seçtiğimiz alıntılar ve Ara Güler fotoğrafları bir arada.
Ara Güler’i dinliyoruz. Ara Güler anlatıyor.
“Fotoğraf niye sanat değildir?”
“Çünkü hakikatın parçasını yakalayan bir şeydir. Hakikat olduğu için fotoğraf mevcuttur.”
“Sanat olmasına lüzum yoktur fotoğrafın…”
“Fotoğraf tarih olayıdır. Tarihi zaptediyorsun. Bir makina ile tarihi durduruyorsun.”
“Biz tarihçiyiz, aslında tarih yazıyoruz…”
“Görsel tarih yazıyoruz. Devir görsellik devridir. Yazı, edebiyat devri bitmiştir.”
“Öyle karanlık oda numaraları yapan herifleri de…”
“Bütün bunlar aslında fotoğrafın mikroplarıdır.”
“Florya’da otururduk. Atatürk’ün köşkün yakınında plajı vardı…”
“Arkası kesik bir sandalı vardı. Onun arkasına p.çler takılırdı, onlardan birisi de bendim…”
“Hayatımda çok kadın var benim. Çok çapkın bir adamdım…”
“İki kere evlendim, kaç kere de evlenmeden beraber yaşadım.”
İstanbul eskiden vardı, ama şimdi şehri yok ediyorlar…”
“Her tarafa tahta perde çekmişler. Düşünsene Taksim Meydanı alttan geçişli olacak. Herkesi yürümeye mecbur ediyor. Benim ayaklarım tutmuyor mesela. Ötekiler ne olacak, onlar vatandaş değil, Japon mudur? Şehir, orada yaşayan, birikimi olan, oraya hayran kalan ve orda ölümünü bekleyen insanlarla doludur. Şehirler böyle olur. Memleket ona denir.”
“Eski şehirden hiçbir şey kalmadı…”
“Şehrin estetiği değişti. Uygarlık ileriye gidiyor ama insanlar güzellik anlayışını kaybetti.”
“1950-60’lardan kalma İstanbul fotoğraflarım olmasa, o eski günler, bugün unutulmuş olacaktı.”
“Aslında herkes zannediyor ki ben birdenbire fotoğrafa başladım…”
“Halbuki ben birdenbire fotoğrafa başlamadım. Ben esasında sinemayla başladım. Çünkü babam bana ben çok küçükken, 15 yaşındayken, sinema oynatma makinesi aldı. Bu makine 35 mm’lik Erneman Kinox marka bir makineydi. Ben orda sinema filmlerini oynatmaya başladım, fakat filmler azdı. Babam İpek Film Stüdyosu vs. ile arkadaştı. Ben o stüdyolardaki imha edilecek eski filmleri, sessiz filmleri alır oynatırdım. Benim bu işi sevdiğimi görünce, yazları beni film stüdyolarına gönderdiler. Orda montajda, senkronda, Joachim Filmeridez’in kameraman asistanlığını yaptım. Daha sonra orada büyük bir yangın oldu. Yangından kurtulan son insan ben oldum. Dama çıktım, dam da yanıyordu. İtfaiye beni damdan kurtardıktan sonra babam beni bir daha oralara göndermedi. Ben daha sonra fotoğrafçılıkla uğraştım amatör olarak.”
“Ben o fotoğrafı çekerken benim çektiğimi bilmiyorlar. Öyle çekip gidiyorum…”
“Yani poz verdirtmiyorum. “Dur da fotoğrafını çekeyim” falan filan yok. Oralarda durup tık tık tık tık çeker giderim ben, bilmezler bile çektiğimi.”
“Her şeyi kendim için çekiyorum. Sonra da onlarla ilgili birtakım adamlar ‘sanattır, değildir’ diye konuşuyor…”
“Ben hayatımda ödülden nefret ederim. Ben hiçbir ödül de almadım…”
“Ama birtakım kuruluşlar, gerek yurtdışında, gerekse içeride, birtakım ödüller dağıtıyorlar. Bazıları da bana isabet ediyor. Örneğin “Master Of Leica” seçilmem gibi, yılın gazetecisi seçilmem gibi. Anladın mı? Benim için verseler de bir, vermeseler de. Onlar verse de vermese de ben aynı işi nasıl olsa yapacağım. Bu demektir ki onlar birşey buluyorlar, veriyorlar. Yani mühim değil.”
“Mesela benim en güzel kitabım hangisidir biliyor musun, çok da severim: Ecevit kitabım…”
“Beyaz Güvercinli Adam. Benim mesleğimin tam karşılığıdır o kitap.”
“Deliler grubu vardı Dali’nin etrafında. Çünkü etrafında serseri istiyor Dali…”
“Benim bir kız arkadaşım vardı. Meğer Dali, onun vaftiz babasıymış. Beni aldı, götürdü.Bir gün dedim ki ben senin doğru dürüst resmini çekeceğim. “Peki yarın çekeriz” dedi. Bir gittim, üç tane Fransız gazeteci. “Dur ben onları salarım şimdi” dedi. Oturttu adamları karşısına, “Söyle bakalım ziftin formülü nedir?” dedi. Üçü de bilemedi tabii. “Hah işte. Ben bastonumu alır, ziftin içine batırır, dışarı çıkarırım 250 bin dolar eder, bunu sen yaparsan deli derler. Şimdi git dediğimden ne anladıysan onu yaz” dedi. “Ben Salvador Dali’yim, sen kimse değilsin” diyor adam.”
“Sophia Loren’i bilir misin? Onun asansöre bindiğini görünce asansöre binmiştim ben de…”
“Yukarı çıktık beraber. Otel odasının ortasında da yatak var. Kadın yorgundu. Ayakkabılarını çıkardı, yatağın üzerinde oturdu. “Burada böyle dururken resmini çekebilir miyim?” dedim. Çek diyince birkaç tane çekip Türkiye’ye gönderdim. Burada da afiş yapmışlar: “Muhabirimiz Ara Güler Sophia Loren’in yatak odasında” diye. Laf mı bu şimdi?”
“Ben kendim uğraşıp uğraşıp görüşememiştim Picasso’yla…”
“Herif yanına adam sokmuyor. Yoksa resim yapamaz. Bizim yayınevi kitabını basacakti. Patron da meyhane arkadaşım, “Beni götürmezsen konuşmam seninle” dedim. Öyle gittim. Picasso da sevdi beni, “Sen benim bu kadar fotoğrafımı çekiyorsun, ben de senin resmini çizeyim” dedi. Türkiye’de bir adet orijinal Picasso var, benim evde.”
“Bana İstanbul fotoğrafçısı diyorlar. Ama ben dünya vatandaşıyım. Dünyanın foto muhabiriyim.”
Not: Bu fotoğraf, Erdal Yazıcı’ya aittir. Kullandığımız kaynaklar ve internetteki bilgiler bu ikiliğe sebebiyet vermiştir. Karışıklık için özür dileriz.
Röportajlar:
‘Ermeniyim diye takma ad kullandım’ – Habertürk
Aramis Kalay’ın Ara Güler Röportajı
16 “Bozuk” Fotoğraf – Bianet
“Dünyanın görsel tarihini yazıyoruz…” – Güney Dergisi
İstanbul’da Ara Güler’le başbaşa… – BBC Türkçe