“Ape”, yani “amca”.
“Baba yarısı” klişesini boş verin. Her insan sevdiği, saydığı, değer verdiği birilerine amca der. Düşünsenize, koskoca bir halkın “amca” dediği bir insandan söz ediyoruz. Ona verdikleri değeri, layık gördükleri bu hitaptan anlayın.
Ermeni tehcirinden 3 yıl (ya da 5) yıl sonra doğmuş. Yanlış anlaşılmasın, Anter’in doğum gününü hatırlamak için Ermeni tehcirini baz alan biz değiliz, annesi Fesla Hanım. Musa Amca’nın doğum günü ne zaman sorulsa Fesla Teyze’ye, bu üzücü günleri baz alarak söylermiş oğlunun doğum gününü.
Çok görmüş, çok şey yaşamış ve çok çekmiş devlet elinden. Bunun da tek sebebi etnik kimliği. Kimi zaman Kürtçe ıslık (evet, şaka değil) çaldığı için dayak yemiş, kimi zaman bir duruşmada mahkeme başkanı tarafından aşağılanmış, hor görülmüş. Ama her daim birlikte yaşamaya inanmış bu “halkların kardeşliği militanı”. “Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin çıktısının yeminli, canlı bir şahidi” olmuş. Bununla kalsa iyi. Hem şahidi, hem sanığı, hem mahkumu… Olmak istememiş, ama olmuş.
Kahrolası feodaller özgürlük naraları atadursun, bu sürecin asıl çilesini Ape Musa (ve onun gibi insanlar) çekmiş. Elini taşın altına sokmuş demeyelim, ayıp olur. Hiç çekmemiş ki oradan, hatta bedenini de sokmuş yeri geldiğinde. Onca acıdan, çileden sonra da tabutunu 4 (yazıyla dört) kişi taşımış.
24 yıl önce bugün katledildi Musa Amca. Kimse hatırlamıyor ya da hatırlamak istemiyor, bari biz hatırlayalım (dedik).
1. Şeyhmus Elmas’tan Musa Anter’e
1918’de (kesin değil, ama genel kanı bu) “Türkiye’nin en geri bölgesinin, en geri ilinin, en dertli ilçesinin, en fakir nahiyesinin, en geri kalmış köyünde”, yani Mardin’in Zivinge Köyü’nde dünyaya geldi. Ailesi çiftçilikle uğraşan Anter’in annesi Fesla Hanım köyün muhtarıydı ve Türkiye’nin ilk kadın muhtarlarından da birisiydi. Hanse, Musa, Hasan, Wetha ve Yusuf olmak üzere beş kardeştiler. Bu dönemle ilgili şöyle bir olay aktarılır: İlk çocuk kız olunca aile Sultan Şeyhmus’a gidip dilekte bulunur ikinci çocuklarının erkek olması için. Çocuk erkek olunca aile o çocuğa şeyhin adını verir, kütüğe de o şekilde kaydettirir. Fakat bu çocuk büyüyünce Şeyhmus olan adını Musa, Elmas olan soyadını da Anter yapar.
2. Bizzat Atatürk tarafından affedildi
İlkokuldan sonra, annesinin onu okutmaya niyeti olmadığı halde sınava girdi ve kazandı. Orta okulu Mardin’de, liseyi ise Adana’da okudu. Tam da o sıralar Dersim İsyanı yaşandı. Bu olaylar sırasında sınıf arkadaşlarından birisi Seyit Rıza’nın eşi Bese’ye küfredince, Musa da kendini tutamadı ve Zübeyde Hanım’a küfretti. Böylece ilk gözaltısını yaşadı. O sıralar Adana’ya gelen Mustafa Kemal’e bu durum aktarıldı ve Mustafa Kemal, Musa’nın affedilip serbest bırakılmasını istedi.
3. Ruh ikizi: Ayşe Hale
1944’te Ayşe Hale ile evlendi Musa Anter. Büyük oğlan Anter 1945’te, kızları Rahşan 1948’de, küçük oğlan Dicle de 1950’de dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başladı, fakat üçüncü sınıftayken ayrıldı. Okuldan ayrıldıktan sonra Şark Postası ve Dicle Kaynağı’nda yazmaya başladı.
4. Ortadoğu her daim kanla, ölümle birlikte anıldı
Ape’nin hayatına devam etmeden önce, o yılların, onun ve arkadaşlarının hayatına da etki edecek koşullarını ucundan kıyısından da olsa bilmemizde yarar var. 14 Temmuz 1958’de Irak Kralı Faysal, General Abdülkerim Kasım tarafından kanlı bir darbeyle tahttan indirildi. General, Kürt önderlerden biri olan Molla Mustafa Barzani’yi Bağdat’a davet etti ve Kürtlere, Kerkük’ün de içinde bulunduğu otonom bir bölge sözü verdi. Bu ittifakı kendine yediremeyen General Abdülvahhap Şavvaf 7 Mart 1959’da Musul’da ayaklandı. Ayaklanma, Mustafa Barzani tarafından bastırıldı ve ayaklananlar kurşuna dizildi. Bununla da kalmadı Barzani, Şavvaf’a yardım eden Arap aşiretleri de yerle bir etti. Tüm bu olaylardan Türkmenler de nasibini aldı ve onlar da bazı kayıplar verdi.
5. “Bin tanesini sallandıralım meydanda!”
“İyi de kardeş, Anter’le ne ilgisi var?” şeklindeki mırmırlarınızı duyar gibi oluyorum. Hemen bağlıyorum Anter’e. Tüm bu olaylar üzerine, yani özellikle de Türkmenlerin ölmesi üzerine, “Alman Generali Rommel” lakaplı CHP Niğde milletvekili emekli asker Asım Eren, Türkiye’de yaşayan Kürtlere de aynı zulmün reva görülmesini teklif etti. İşin kötü yanı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar da onunla aynı fikirdeydi. Hatta tam olarak “Taksim Meydanı’nda bin tanesini sallandırmaktı” niyetleri. Fakat Fatin Rüştü Zorlu, 6-7 Eylül olayları ve Ermeni meselesinden dolayı yeterince itibar kaybetmiş Türkiye’nin, bir itibar kaybını daha kaldıramayacağını düşündüğü için buna engel oldu. Böylece daha “yumuşak” bir plan uygulanması kararı alındı.
6. Medya, o zaman da bildiğiniz gibi
“Yumuşak” plan kararı alındı ama, Asım Eren’in “öldürülen Türkmen kadar Kürt öldürelim” teklifi özellikle üniversite gençliği arasında yayıldı. Üniversiteli gençler bu olayı protesto etmek için, Cumhurbaşkanı, Başbakan, TBMM Başkanı ve ABD, İngiltere gibi ülkelerin büyükelçiliklerine, bunu kınayan birer telgraf çektiler. Ortalığı asıl karıştıran bu telgrafın altındaki imza oldu: “Türkiye Kürtleri”. Gayet demokratik bu protesto 15 Nisan 1959 tarihli Akşam gazetesinin manşetine “102 üniversiteli Kürt, Kürtlük iddiasında bulundu” şeklinde yansıdı ve böylece Ankara’da alarm zilleri çalmaya başladı.
7. Siverekli bir kızın dert yanması: Qimil
Bu alarmdan sonra alınan ilk tedbir, “Kürtçülük mevzuu”yla ilgili tüm yayınların yasaklanması için mahkeme kararı çıkarılması oldu. Bundan 4,5 ay sonra, 31 Ağustos 1959’da, İleri Yurt gazetesinde, “Amma Ne İleri Yurt” adlı hiciv sütununda “Qimil (Kımıl)” adlı bir şiir yayımlandı, şairi de Musa Anter’di. Bu Kürtçe şiir, Siverekli bir kızı, kımıl denilen haşere yüzünden işe yaramaz hale gelen bir torba buğdayı, kızın bu buğdayı çerçiye götürmesini ve çerçinin de, bu işe yaramaz buğdaya karşılık mal veremeyeceğini dile getirmesini anlatıyordu. Şiirin sonunda da şair, kıza şöyle sesleniyordu: “Üzülme bacım, seni kımıl, süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık.”
8. Yangına körükle giden Türkiye medyası
Bu ima Ankara’nın hoşuna gitmedi elbette. 6 Eylül 1959 tarihli Cumhuriyet gazetesi “Doğu illerimizden birinin merkezinde çıkan bir gazetede anlaşılmaz sebeplerle Kürtçe bir şiir neşrediliyor” diye yazdı. Aynı Cumhuriyet “bu il merkezinin zabıtası, adliyesi yok mu, neden kontrol edilmiyor bu neşriyat” diyerek ortalığı velveleye verdi. Ulus gazetesi ise 19 Eylül 1959’da “Bir soru da benden: Bu gazeteye kim kağıt veriyor?” yazarak okuyucularını kışkırtmayı görev bildi. İleri Yurt ve Musa Anter aleyhine dava açıldı. Ama bu olay yerel bir olay olarak kalmadı. Bu haberlerden dolayı, ulusal platforma taşındı ve içlerinde Musa Anter’in de bulunduğu sanıkları savunmak için farklı bölgelerden avukatlar gelmeye başladı. Mahkeme salonu ve adliye binası miting alanına döndü. Bu olayla ilgili iddialardan biri de, Celal Bayar’ın, Diyarbakır valisine telefon açıp Musa Anter’in başının ezilmesini istediği iddiasıydı.
9. Tavsiye üzerine yapılan tutuklamalar ve 49’lar davası
Tutuklamalar, MİT’in tavsiyeleriyle hazırlanan liste doğrultusunda 17 Aralık 1959’da başladı. 50 kişi tutuklandı ve tutuklananlar arasında Musa Anter de vardı. Karar Ankara’daki Askeri Savcılık’tan çıkmasına rağmen tutuklular İstanbul Harbiye’deki hücrelere konuldular. Tutuklulardan biri olan Mehmet Emin Batu, mide kanamasından ölünce sayı 49’a düştü. Bu yüzden bu dava “49’lar Davası” olarak anıldı. Tutuklular cezaevindeki beşinci aylarını doldurmuşlardı ki 1960 darbesi oldu ve Adnan Menderes, Celal Bayar gibi isimler Yassıada’ya gönderildi. Fakat demokratikleşme vaadiyle iktidarı alan ve genel af ilan eden darbeciler 49’lar davası sanıklarını görmezden geldi. Dava yıllarca sürdü, 1964’te zaman aşımına uğradığı için kapanabildi ancak.
10. Bir kağıt parçasının getirdiği bela: 23’ler Davası
Sayılardan devam edelim. Bir de “23’ler davası” var Anter’in. “Tüm aşırı uçların törpülenmesi” politikası gereğince Arap emlakçı Hamewendi’nin üstüne gidildi. Hamewendi, Kürt milliyetçileriyle olan kişisel ilişkileriyle bilinirdi. Emlakçının üzerinde Musa Anter’in adının yazılı olduğu bir kağıt bulundu ve Anter’le ilişkili olan 23 Kürt, “müstakil bir Kürt devleti” kurmak suçuna istinaden tutuklandılar. Tutuklular ağır bir ceza almadılar ve 1964’te salıverildiler.
11. 48 ayın 36 ayını parmaklıklar arkasında geçirdi
Biter mi, bitmedi elbette. Maruz bırakıldığı birçok olaydan canlı çıkabildi Musa Amca, ama her yazısında kullandığı Kürtçe sözcüklerden dolayı davalar peşini hiç bırakmadı. 1971 muhtırası sonrasında da TİP’ten ayrılan Kürt gençlerin kurduğu Devrimci Doğu Kültür Ocakları davasından yargılandı. 1970’ten 1974’e kadar toplamda 36 ayını içeride geçirdi. Köyüne döndü, kendine bir yaşam kurmaya çalıştı orada. Elinden geldiğince siyasetten uzak kalmak için çabaladı ama olmadı.
12. PKK’ya haraç vermeyi reddetti
PKK’nın silahlı mücadeleyi başlattığı ve yaygınlaştırdığı yıllarda (yani 84-89 arasında) Nusaybin’de yaşıyordu Musa Anter ve PKK’dan uzak duruyordu. PKK da boş durmadı, Anter’in bu tavrına karşılık ona “vergi tahakkuk ettirdi”. Ancak Anter kararlı duruşunu bozmadı ve “haraç” ödemeyi reddetti. Kendince bir çözüm yolu buldu ve İstanbul’a yerleşti. Bu dönemde ilişki kurduğu kişilerden biri de Doğu Perinçek’ti.
13. Kara gün: 20 Eylül 1992
1992’de, strateji değişikliğine giden PKK hareketiyle arasındaki buzlar erimeye başladı Anter’in. Bu gelişmeden kısa bir süre sonra, 20 Eylül 1992’de bir festival dolayısıyla bulunduğu Diyarbakır’da silahlı saldırıya uğradı. Sol bacağına, kalbine ve başına isabet eden dört kurşunla öldürüldü Ape Musa. Onunla birlikte olan yeğeni Orhan Miroğlu ise saldırıdan yaralı olarak kurtuldu.
14. Varlığı kabul edilmeyen örgüt: JİTEM
Yıllarca bilinmedi elbette Ape Musa’nın katili (katili belliydi aslında). Aradan yıllar geçtikten sonra Musa Anter’in kızı İsveç’te eski PKK itirafçısı olan Abdülkadir Aygan’la görüştü. Biz de bu sayede cinayetle ilgili ayrıntıları öğrenebildik. Aygan olayla ilgili Veli Küçük, Levent Ersöz, Arif Doğan ve Atilla Uğur adlı JİTEM tetikçilerinin adlarını verdi. Bu isimler Ergenekon davasından ceza aldılar, ancak devlet JİTEM’in varlığını hiçbir zaman kabul etmedi. Kutlu Savaş tarafından hazırlanan Susurluk Raporu’nda da, Anter cinayetinin, ülkenin en karanlık adamı Mahmut Yıldırım (Yeşil) tarafından planlanıp uygulamaya konulduğu yazıldı. (İddialardan biri de, Musa Anter’in PKK-JİTEM işbirliğiyle öldürüldüğüydü.)
15. Planlayan ve uygulayan: Mahmut Yıldırım
Sonradan daha da aydınlatılan cinayeti Yeşil’in planladığı netleşti. Yeşil, cinayeti işlemesi için içeriden birini, Musa Anter’in gerçekten çok değer verdiği “Hogir” kod adlı Cemil Işık’ı kullandı. Cemil Işık, Anter Diyarbakır’dayken ona telefon etti, istihbarat jargonuyla “yemledi”. Cemil Işık’ın JİTEM için çalıştığını bilmeyen Musa Anter, Işık’ın buluşma teklifini kabul etti. Sonrasını zaten biliyorsunuz… (Olayın detaylarını öğrenmek isteyenleri şöyle alalım: http://tr.rizgari.com/modules.php?name=News&file=article&sid=15392) Trajikomik bir bilgi paylaşalım bir de sizinle. Diyarbakır savcılığı, cinayetin üzerinden 21 yıl geçtikten sonra, yani 2013 yılında Anter cinayetinin iddianamesini tamamlayabildi. Davanın son durumu ise şu: Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya tutuklu ve tutuksuz sanıklar katıldı, mahkeme, “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’ın, Anter öldürüldükten sonra Hasan Tanrıkulu adıyla 22 Ocak 1995’te gözaltına alınmasıyla ilgili belge ve bilgileri Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden talep ederek duruşmayı 17 Eylül’e erteledi.
16. Nohutlu pilavcıların Ape Musa aşkı
Şu anekdot Musa Anter’i daha iyi anlatabilir size. Olayı Metin Üstündağ aktarıyor. Anter ve Üstündağ İstiklal Caddesi’nde Taksim Meydanı’na doğru yürürken nohutlu pilav yemek için mola verirler. Pilavcı Mardinlidir ve Anter’i görünce heyecandan geberir. Ne yapar eder, pilavcı meslaktaşlarına da haber salar. İkili, pilavlarını yiyip meydana doğru yürümeye başladığında peşlerinde nohutlu pilavcı konvoyu vardır. Osmanbey’e kadar uzanan bu konvoy, Musa Anter’i ve onun siyaset, insan, dostluk anlayışını en iyi anlatan olaylardan biridir.
Bonus 1: Musa Anter’in hayatı: Asasız Musa
Onun hayatını anlatan bir film. İzleyicilerin bir kısmı tarafından “olmamış film” olarak anılsa da aklınızda olsun.
Bonus 2: Suikastin detayları: Oradaydım
Bu belgeselde, suikast esnasında Anter’in yanında olan Orhan Miroğlu detayları anlatıyor.