Her oyun, sonucunda ödül kazanmak ya da cezalandırılmak amacını taşıyarak tasarlanıyor. Neden? Asıl önemli olan oyundan, oynarken geçirilen zamandan, oyun arkadaşlarından ve edinilen deneyimden keyif almak değil midir? Çoğunlukla oyunun sonunda kazanılacak ödüle ya da yaşanacak cezaya odaklanmış olduğumuzdan, sadece o anda olmanın keyfini çıkaramıyoruz. Halbuki oyunu kazanmak ya da kaybetmek yerine, doğru ve adil oynamaya, eğlenmeye ve zevk almaya önem verseydik üstelik bu derece rekabetçi olmasaydık mesela, grup halinde oynanan oyunlar çok daha eğlenceli geçebilir ve hoş anılar bırakabilirdi hafızamızda.
Oynandıkları dönemler ve kültürler, birbirinden ne kadar uzak ve farklı olsalar da aşağıdaki oyunlardan her birinin, içerdiği şiddet ve vahşet konusunda birbiriyle rekabet ettiğini baştan söyleyelim. Bugünün modern, uygar, kibar, medeni toplumlarına bakarak, şiddetten ne derece zevk aldığımızın sayısız örneği ile dolu geçmişi inkar etmenin bir anlamı yok. Bugün de uygulanan ve maruz kaldığımız şiddetin çeşidinde, cinsinde ve dozajında çok bir fark olmadığını, hatta fiziksel şiddet kadar psikolojik şiddet ve ögelerinin tavan yaptığını söylemek pek yanlış olmaz. Aşağıdaki tüm oyunlar, her sorunu, şiddet yoluyla çözmeyi alışkanlık haline getirmiş olan erkeklerin ve onların erkek egemen düzeninin ürünü sportif aktivitelerden oluşuyor. Dijital oyunların ise kansız ve cesetsiz bir biçimde bu mantaliteyi sanal dünyada sürdürmeye devam ettirerek psikolojik bir tatmin yarattığı aşikar.
1. Mezo-Amerikan Top Oyunu
Olmekler’den başlayarak Aztekler’e kadar oynanan, Mayaların “Pitz” adını verdiği ve bugün hala “Ulama” adıyla oynanan 3500 yıllık bu oyun; dünyanın bilinen en eski oyunu. Aslında Mezo-Amerikan kültüründe tanrılara kurban vermek açısından dini bir öneme sahip olduğu için, bir oyundan çok daha fazlası. Her şehirde birkaç sahası olan oyun, hem futbola hem basketbola benziyor ve yaklaşık 3,5 kilo ağırlığındaki kauçuk bir topla oynanıyor. Farklı dönemlerde oyunun çeşitli varyasyonları olsa da, oyuncular, ön kol, kalça, dirsek, diz, omuz ile topa dokunabiliyorlar ve pek yaygın olmayan alternatif bir varyasyonda, topa sopa ya da raketle de vurulabiliyor fakat bu oyunda elleri kullanmak kesinlikle yasak. Sadece erkeklerin oynadığı takımlar 3-4 kişiden oluşuyor. Top, rakibe ait duvara çarparsa puan kazanılıyor. Eğer top, yere iki kereden fazla düşerse, bu puan kaybı. Rakiplerin berabere kalması halinde oynanan son devrede, her takım, hatırı sayılır bir yükseklikteki, basket potasına benzeyen yan duran bir çemberin içinden topu geçirmeye çalışıyor. Vahşet, kazanan takımın belli olmasından sonra başlıyor. Kazananlar, “Hachas” ya da “Palmas” adı verilen kupalar alıp, vücutları boyalı çıplak güzel hanımlarla kutlama yaparlarken; kaybeden takımın kaptanının ve hatta bazen tüm ekip oyuncularının kafaları kesiliyor. Peki bütün o kesilmiş kafalar ne oluyor? Toplar da, “Hachas” denilen kupalar da; bir önceki oyunun sonunda kurban edilen oyuncuların kafalarından yapılıyormuş. El Tajin’nin güneyindeki top sahasında ve Chichen Itza’da, oyuna dair sahneler ile yedi oyunculuk iki takım ve oyunculardan birinin kafasının kesilişi, kabartma panolarla ve dekoratif heykellerle tasvir edilmiş.
2. Halat Çekme Oyunu
Bugün hala oynanan halat çekme oyunu da en eski sporlardan biri. Kökeni tam olarak bilinmemekle birlikte, 8. yy’da 500 kişiden oluşan iki takım halinde bir rekabet ve eğlence kaynağı olarak Çin’deki Tang Hanedanlığı’nda oynandığına dair kayıtlar mevcut. Bir çamur yığının ya da su birikintisinin her iki tarafına dizilerek, karşılıklı halat çekiştirmiş olabilirsiniz. Peki ama ya ateşten bir çukurun üzerinde bu oyunu oynamanız istenseydi? İşte çatışmaları şiddetle çözmenin ve ödül kazanmanın bir yolu olarak, Vikingler bunu yapıyordu. İp yerine hayvan postu kullanıyorlardı ve söz konusu Vikingler olunca bu oyun onlar için orta siklet bir egzersizdi. Vikinglerin tecavüz, cinayet ve ateşe olan düşkünlükleri göz önüne alındığında oyun, bu üçünü de içeren bir güç gösterisine dönüşüyordu. Kazananlar, tüm kadınlara tecavüz etme hakkı da dahil (evet böyle bir “hak” varmış) kasabadaki tüm ganimete sahip oluyor, kaybedenler çukurdaki ateşte yanarak can veriyordu.
3. Venatio
MS. 54’te Roma’daki Noricum’da bir savaşçı olduğunuzu düşünün. Aslında bu oyunu oynamak için “seçilmiş bir köle”siniz. Size zorla oynatılmaya çalışılan oyunun adının anlamı: Av. Siz de bir avsınız yani. Takım arkadaşlarınızla birlikte, “Kartaca Canavarları” olarak bilinen 20 fil ile yüzleşmelisiniz. Her kölenin hayatta kalma şansının sadece yüzde 2 olduğu, bu ölümcül gladyatör oyununun filler için mi, yoksa insanlar için mi daha kötü ve acımasız olduğunu söylemek zor. Çünkü Romalılar, her sene Colosseum açılışında 9 bin fili bu şekilde katlediyordu ve Kuzey Afrika fillerinin soyunu da böyle kuruttular. Bu oyunların bazılarında insanlara hiçbir silah verilmiyordu ve böylelikle aslan ya da ayı gibi özelikle aç bırakılmış yabani hayvanlara yem olması sağlanıyordu. Bu tip eşleştirmeler aynı zamanda hem infaz hem de kitleler için eğlence işlevi görmüş oluyordu.
4. Pankration
Batı uygarlığının temelini teşkil eden Antik Yunanlar, ilk “Karma Dövüş Sanatı-MMA” olarak kabul edilen ve Pankration denilen acımasız bir sporun da bizzat sorumluları… İlk kez MÖ. 648’de 33. Olimpiyatlar’da oynanmaya başlamış. Tümüyle çıplak şekilde oynanan oyun, tekme, güreş ve boksun bir karışımı. Oyunda yalnız iki kural var: Isırmak ve rakibin gözlerini oymak yasak. Nadir durumlarda hakemin müdahalesi dışında, bir kişi ölene ya da pes edene kadar oyun devam ediyor, yani herhangi bir zaman sınırı da yok. Mücadeleyi kazanan, yeni bir dövüş için başka bir rakiple eşleştiriliyor ve geriye yalnız iki kişi kalıncaya kadar bu şekilde devam ediyor. Bu son maçın galibi ise şampiyon ünvanını alıyor. Yunanlılar, anlamı “tüm kuvvetler” olan kick-boks ve güreş ile ilişkili, son derece gelişmiş bu dövüş stilinin, Herakles ve Theseus tarafından icat edildiğine inanıyorlarmış.
5. Balıkçının mızrak dövüşü
Sekiz erkekten oluşan iki takımın her biri kendi teknelerine binerek Nil nehrine açılır. Hepsi de dengelerini kaybetmeden ve düşmeden, kürekleriyle diğer kayıktakilere vurarak düşürmeye çalışır. Eğer şanslıysalar (!) oyunun daha da ilginç ve heyecanlı hale gelmesi için hipopotamlar ve timsahlar da bu mücadeleye dahil olur. Timsahlara yem olmayıp, onları küreklerle püskürtmeyi ve karaya ulaşmayı başaranlar, bu sefer de kutsal sayılan bu hayvanlara kendilerini yem etmedikleri ve küreklerletehlikeyi sıvıştırmayı başardıkları için yüksek rahipler tarafından ölümle cezalandırılma ihtimaliyle yüzleşirler. Oyunun bir de bonusu var: Mısırlı hanımlar, bu oyunu en şeffaf giysileri içinde, bikini bölgeleri ağdalanmış olarak izlemeye gelirlermiş. Yani oyunculardaki konsantrasyon o biçim… Eski Mısır yalnızca tarihin gördüğü en acımasız oyunlardan birine değil, en sıcak ponpon kızlarına da sahipmiş…
6. Naumachia
Balıkçının mızrak dövüşünün, Roma versiyonu olan bu oyunun adının anlamı “deniz harbi”. Romalılar bir arenayı su ile doldurup, büyük bir havuz haline getirdikten sonra, içine gerçek savaş teknelerini koyup, tarihin o güne kadar gördüğü en ünlü deniz savaşlarını, burada yeniden canlandırıyorlar. Oyunun katılımcıları tıpkı gerçek savaşlardaki gibi binlerce kişiyi buluyor. Genellikle çok kanlı olan oyunda, seyircileri eğlendirmek için ölmeye istekli birkaç bin kişi bulmak zor olduğundan, ölüme mahkum edilmiş insanlar ve savaş esirleri birbiriyle mücadele etmeye zorlanıyor. Ölüm oranları, buna benzer oyunlara nazaran öyle yüksek ki, havuz, kendi kanı içinde boğulan insanlarla doluyor. Dahası da var: Yunan ateşi olarak bilinen ve suyla da sönmeyen bir tür lav silahı da bu oyunlarda kullanılıyor. Kan kırmızısı suların ve şişmiş cesetlerin yanında bir de diri diri yakılan birkaç bin insanı, güle oynaya izliyorlarmış.
7. Nguni Sopa Dövüşü
Bugün oynanmaya devam eden oyunlardan biri daha… “Intonga” ya da “Donga” adıyla da bilinen Güney Afrika’ya özgü oyunda, her oyuncuda biri savunma, diğeri de saldırı amaçlı iki sopa bulunur. Günümüzde artık nadiren ölümle sonuçlanan oyunda; katılımcılar, aldıkları yaraları birer onur ve cesaret madalyası gibi görerek oyundan ayrılırlar. Zulular, düğün törenlerinde hem gelin hem damat ailelerinden en iyi savaşçılarını seçerek bu oyunu oynuyorlar. Pek çok Afrika ülkesinde ve kabileler arasında oynanan bir spor şekli olduğundan, gelecekte turnuva düzenlenmesi için çalışma yapan organizatörler mevcut.
BONUS: Buzkashi
Afganların şiddet, cesaret, fiziksel güç, binicilik ve rekabet ruhunu yansıttığı düşünülerek hala oynanan ulusal oyunu. Adının anlamı “keçi sürüklemek” olan oyunun kökenleri belirsiz olsa da Büyük İskender zamanına dek uzanıyor. Bir dizi atlı oyuncu, başsız bir keçiyi, şiddetli biçimde mücadeleyle birbirinden kapmaya ve çizilmiş çemberin içine atmaya çalışır. Herhangi bir alan sınırlaması olmaksızın, tek oyunda 500 kişi oynayabiliyor. Farklı varyasyonları olsa da, tüm oyunlarda geçerli olan iki kural var: Bir binici, kasıtlı olarak diğer binicinin atını kamçılayamaz ve rakibinin atına bilerek vuramaz ya da tekmeleyemez. Bu oyunun usta oyuncularına “Chapandaz” adı veriliyor ve oyunda deneyim, hayati önem taşıdığından “Chapandaz”ların en az 40 yaşında olması bekleniyor. Usta bir oyuncu, bu oyunun sadece yarısı… Diğer yarısı ise, elbette ki atlar ve onların yetenekleri… Afganlara göre, iyi bir at üzerindeki zayıf bir binici; kötü bir at üzerindeki iyi bir biniciden daha iyidir. Oyunun başsız bir keçi cesediyle oynanmasının sebebi, oyunun şiddetine dayanabilecek kadar güçlü ve ağır bir malzeme gerekmesi. Başsız keçi daha sert ve ağır olsun diye bir gece suda bekletiliyor. Bugün hala devam edegelen Boğa güreşlerinin yanında, keçiyi önce öldürüp, sonra cesediyle oynadıkları için, oyunun görece merhametli olduğunu bile söyleyebiliriz.