Almancayla hep dalga geçilir. Sadece ülkemizde değil, Avrupa’da da fena tefe koyarlar Almancayı ve Almanları. Genellikle kaba saba insanlar olarak tanımlanırlar. Almanlara göre hayli doğal olan davranışlar başka toplumlarda genellikle yadırganır. Almanlar bu durumu pek umursamazlar. Oldukları gibi davranmayı seven rahat ve net insanlardır. Belki de bu umursamazlıklarından ötürü bu kadar çok çıktı adları.
Kimilerine göre Almanca da bu kabalıktan payını alır. Tonlamaları ve vurguları diğer batı dillerinden daha kulak tırmalayıcı bulunur. Bu kanı tamamen haksız olmasa da çoğunlukla abartılır. Örneğin Slav ve İskandinav dilleri çok daha sert ve adam pataklarcasına tınlar kulakta ama kabak hep Almancanın başına patlar. Oysa bu sertliğinin yanında bilim ve sanat dilidir Almanca. Hem öyle pek de fazla farkı yoktur İngilizce ile. Öyle ya, sonuçta İngilizce’de Batı Cermen dillerine üye. Örneğin iki dilde de “Berlin’de tıp okuyor” diyelim: Sie studiert Medizin in Berlin -> She studies medicine in Berlin.
Ayrıca Almancanın özellikle insan duygu durumlarıyla ilgili son derece kapsayıcı ve başka dillere tek kelimeyle çevrilmesi zor kelimeleri de var. Bir kısmı için “bu kelimeyi olsa olsa Almanlar bulmuştur” da denir. Hem kulakta, hem kalpte fena tınlar bu kelimeler.
Heimatlos
Türkçeye de yazılışı ve okunuşuyla haymatlos olarak giren kelime vatansız, yersiz, yurtsuz kalmak anlamına geliyor. Yine de kelimenin Almancadan başka bir dilde anlamını tam olarak verdiği söylenemez. Dönecek bir kapısı olmamak, hatta artık o dönecek kapıyı aramamak anlamlarına da gelir.
Schadenfreude
İki zıt kelimenin ahenkle birleşiminden oluşan bu ünlü tanım, Schade: kötü olmak-hüzün ve Freude: sevinç-mutluluk kelimelerinden oluşur. Şaadınfroyde gibi okunur. Başkasının acısından mutluluk duymak gibi bir anlama gelir.
Örneği daha da belirginleştirelim; plaza yaşamında sıkça karşılaşılan, iş arkadaşının başarısızlığından duyulan gizli ya da açık seçik o haz duygusuna Schadenfreude diyebiliriz. Bu kelime özelinde kabul etmek gerekir ki, Almancanın duygulara yaklaşımında hafif bir manyaklık da yok denemez 🙂
Ekşi’de verilen bir örnekteki gibi İngilizce “gloat” kelimesi aslında Schadenfreude’nin anlamını karşılayabilir. Ancak Schadenfreude’nin önce yıldıran sonra coşturan tınısı anlama ayrı bir güç katıyor. Diğer yandan Almancanın o kaba denilen fonetiği de anlamı gloat’a göre çok daha derinlikli hale taşıyor. Kelimeyi Türkçeye “oh olsun içimin yağları eridi, düdük makarnası seni” gibi bir şekilde çevirebiliriz.
Fremdschämen
Schadenfreude ne kadar acımasız ve psikopat bir hazza sahipse, Fremdschämen de o kadar içten ve derin bir utancı kapsıyor; çünkü bu seferki durumumuzda utancın gerçek sahibi olması gereken kişi bulunduğu halin farkında bile değildir. Siz onun adına utanırsınız. Yakınınız olması da gerekmez. Özellikle sizden uzak ve yabancılara – başkalarına karşı duyulan utançtır bu.
Mesela televizyonda özellikle gündüz kuşağı programlarında kendilerini malzeme edenlere, Messi karşısında uzun ve ağır bir düşmeyle çimlere kapaklanan Boateng’e, ya da her ne olursa olsun iktidarı savunmaya çabalarken olmadık hallere düşen kalemlere karşı Fremdschämen hissedilebilir. Sonuncusu için hissedilmeyebilir de, o kısım fazla insani olmuş. Kelimenin Fremdşeemın gibi bir okunuşu vardır.
Weltschmerz
Küçük Emrah’ın büyük acılarını düşünün ve düşündüklerinizi evrendeki bütün varoluşa yayın. Böyle anlatınca kapsam haliyle biraz daralıyor ama günümüze en yakın örnek bu gibi. Ya da Voltaire’in Candide’si ne kadar safiyane mutluysa, Goethe’nin Genç Werther’i çektiği acılar karşısında o kadar tutsaktır diyelim.
Görmüş geçirmiş ve hayatında tahammül edilemez acılar yaşamış bazı yaşlıca kimselerin yüzünde de bu ifade yakalanabilir. Hüzün değil, mutsuzluk değil daha okkalı ve derin bir vurgudur hissedilen. Yaşamın varlığı anlamsızlığa dönüşür. Veltşimerts gibi okunur.
Treppenwitz
Kelimenin kullanıma girmesi Fransızca sayesinde olduysa da yine en net ve vurucu hali Almancada şekil bulmuş. “Ah ulan o sırada aklıma gelecekti kiii” anlamına gelen Treppenwitz, bir tartışmadan sonra ortamı terk eden tarafın asıl söylemek istediği şeyin ortamdan çıktıktan sonra akla gelmesi demek. Treppe Almanca merdivene karşılık geliyor. Kapıyı kapatıp çıkarken merdivende ayma hali, tabii iş işten geçtikten sonra. Treppınvitst gibi bir okunuşu var.
Fernweh
Alman varoluşçuluğuna bir kez daha saygı duyulmasını gerektiren bir kelime. Uzaklara özlem duymak, hiç bilinmeyen, gidilmemiş, görülmemiş yerlere duyulan hasret demek. Bu kadar uzun uzun tanımlamamızın sebebi yine başka dilde tam karşılığa sahip bir kelimenin olmamasından ötürü. Adamlar tek kelimeyle konuyu kapatmışlar. “Fern” uzak, “weh” acı anlamına geliyor. Bizdeki sıla hasretinin tam tersi. Ayrıca memleketi özlemek bilindik ve sıradanken, bilinmeyen uzakları özlemek, bunu hissetmek kalbe biraz daha ruhani ve gizemli geliyor.
Waldeinsamkeit
Yine bir kendinle olma, benliğinle başbaşa kalma hali ama bu sefer ormanda. Evet Alman, ulu ormanların sesini ve hissini küçük bir insanın benliğine doldurmayı ve ortaya çıkan aciz yalnızlığı sadece bir kelimeye yüklemeyi bilmiş. “Wald” orman, “Einsamkeit” yalnızlık anlamına geliyor. İkisi bir olunca enseden saçlara doğru ince bir esinti ve kulaklara tekinsiz sesler değiyor. Kelime valdeinzamkayt gibi bir şekilde telaffuz edilir.
Bildungslücke
“Kazık kadar adam oldun dünyadan haberin yok” anlamına gelen bu kelime, belli bir konu hakkında yaş baş alındığı halde hiçbir fikrin olmaması anlamına geliyor. Almanlar bilgiye önem veren millet, yapacak bir şey yok.
Bonus: Haifisch / Rammstein
https://www.youtube.com/watch?v=CnjcDhNSkXE