Hayal etmek ve bir şeyleri üretmenin, başarının olmazsa olmazı olduğunu zaten biliyoruz. Ancak bilmediğimiz veya belki de bilmezden geldiğimiz çok önemli ve zor bir husus daha var ki onu da ister özveri, ister mücadele isterseniz de fedakarlık olarak adlandırabilirsiniz. İşte bir şeyler başarmanın altında yatan anahtarlar bunlar. Bu özellikler ile donatılmış iseniz üstesinden gelemeyeceğiniz veya başaramayacağınız hiçbir şey olamaz. Bunun en güzel örneğini, herhangi bir Hollywood filmi karakteri üzerinden vermektense bizden bir kahraman üzerinden verelim. Bu isim tabii ki Ali Sami Yen’den başkası olamaz herhalde. Ölümünden yıllar sonrasında bile adı mutlak saygı ile anılan Türk sporunun bu kahramanını gelin daha yakından tanıyalım…
Gergin dönemde hayata açılan gözler
Ali Sami Yen, Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Arnavut kökenli Şemsettin Sami Bey’in oğludur. Ailesi Arnavut tarihininin siyasi ve edebi kısmına yön vermiş Frasheri (Fraşıri) ailesidir. Şemsettin Sami ise hem Arnavut Rönesans döneminin hem de geç Osmanlı döneminin en parlak adamlarından biriydi. Ancak Şemsettin beyin hayatının son dönemleri ülkenin siyasi durumu yüzünden pek de parlak geçmez ve ev hapsinde tutulmaya başlanır. İşte tam da bu dönemde 20 mayıs 1986 yılında Ali Sami hayata gözlerini açar.
Eğitimde bir adım önde
Ali Sami, Şemsettin Sami Bey faktörü sayesinde daha ilk dönemde üst düzey bir eğitim alma fırsatına ulaşır. İlk dönem temel eğitimi babasından gören Ali Sami daha sonrasında ise o dönemin en prestijli okullarından biri olan mektebi Sultaniye’ye girmeyi başarır. Burada gerek gördüğü eğitim ve gerek ise yaşadığı dönemin izlenimleri onun ufkunu oldukça genişletir.
İlk Görüşte Aşk – Futbol
1900’lerin hemen başında İstanbul’da ecnebiler özellikle de İngilizler tarafından oynanan ve adı futbol olan bu oyun birçok kişinin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Bu etkilenenlerden biri de Ali Sami idi. Bu oyunu ilk kez modada bir çayırda oynanırken gören Ali Sami daha o gün hayatının en büyük meşgalesini oluşturacak bu coşkulu oyuna aşık olmuş ve bu oyunu kendi çevresi ile birlikte ecnebiler gibi oynamak için çalışmalara başlamıştı. Ancak bu güzel oyunu oynaması ve hayal ettiği takımı kurması o kadar da kolay değildi. Zira o dönemde özellikle Osmanlı vatandaşlarının grup halinde takılıp bir etkinlikte bulunması hiç te iyi karşılanmıyordu. Bu hayalini gerçekleştirmek için en uygun yer gibi gözüken Galatasaray lisesinde bile aslında düşünüldüğü kadar olmuyordu. Nitekim kendisi de birçok kere okul yönetimi ve bizzat okul müdürü tarafından uyarılmıştı.
Aşk’tan doğan efsane / Galatasaray
Tüm bu olumsuz siyasi durum ve güçlülüklere rağmen Ali Sami Yen, bu büyülendiği oyunu tıpkı İngilizler gibi takıma ve renklere sahip olarak oynamaya çok kararlıydı. Böylece 1905 yılının ekim ayında okuldan dostları ile birlikte bugün Avrupa’nın en köklü takımlarına bile korku salmış dünyaca ünlü Galatasaray takımının temellerini atmıştı. Kuruluş toplantısında ise arkadaşları ile paylaştığı “Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olup Türk olmayan takımları yenmek” cümlesi ise bugün ülkemizin spor lokomotiflerinden olan Galatasaray Spor Kulübünün parolası haline geldi.
Yöneticiliğe zorunlu geçiş
Ali Sami Yen, takımın ayrılmaz oyuncularındandı. Denildiğine göre orta sahada görev alıyordu ve oyun kuruculuğu ve driplingleri ile biliniyordu. Ancak bu rüya gibi geçen günler kendisinin bir maç sırasında yaşadığı sakatlık yüzünden bir anda bitiverdi. Ali Sami’nin ayağı kırılmıştı ve uzun bir süre sahalardan uzak kalmıştı. Kendisi tekrardan oynamaya başlasa da hiçbir zaman eskisi gibi olamadı. Ancak bu durum Galatasaray aşkını hiçbir şekilde zedelememiş, aksine kurduğu takımda yönetici olarak devam etmesine vesile olmuştu. Böylece takımın ilk başkanı oldu ve 1905 yılı da dahil olmak üzere 1918 yılına kadar Galatasaray’ın başkanlığını yaptı.
Spor Adamı Kimliği
Futbol sahalarının dışında kalmasıyla Ali Sami bey farklı sporlara da ilgi duymaya başladı ve hemen ardından da bu sporları ülkemiz ile tanıştırmak için girişimlere başladı. Kendisi Ahmet Robenson ile birlikte 1911 yılında keşşaflık yani izcilik ekibini kurdu. Hemen ardından denizcilik ile uğraşmaya başladı. Çok geçmeden de Galatasaray’a denizcilik şubesini kazandırmak için girişimlere başladı. Çeşitli denizcilik eğitimleri alması ve bu konuda gösterdiği çabalar ise o dönemin bahriye nazırı Cemal Paşa’nın bile dikkatini çekmişti.
İlk spor müzesi
Denizcilik ile uğraştığı dönemlerde ünü bahriye nazırlığına kadar ulaşan Ali Sami Bey’e, Cemal Paşa tarafından o dönemin bahriye mühendis mektebinde beden terbiyesi dersleri verilmesi istenmiş. Ali Sami Bey de teklifi kabul etmişti. Gelişen ilişkiler sonucunda da Modada İtalyan denizci kuvvetlerine ait olan ancak devlet tarafından el konulan mekan Galatasaray denizcilik şubesine verildi. Ali Sami bey ise bu güzide lokale o döneme kadar kazanılmış kupaları getirerek ülkemizde ilk spor müzesini kurmuş oldu. Yine aynı dönemlerde Ali Sami Bey kendi evinde bir tenis kortu inşa ederek bu sporu sevenlere yeni bir tesis kazandırdı.
İlklerin adamı
Ali Sami Bey’in futbol aşkı daha geniş bir yelpazeye, spora evirilmekteydi. İzcilik, tenis ve denizcilik sporları üzerindeki gayretleri buna iyi bir örnekti. Tüm bu çabalarının sonucunda kendisi 1922’de kurulan ve ülkemizin ilk spor teşkilatı olan İdman Cemiyetleri İttifakı’nın başına getirildi. Kendisi bu dönemde kurulmuş olan tüm federasyonlara ön ayak oldu diyebiliriz. 1924’e gelindiğinde ise Paris olimpiyat oyunlarında Türkiye kafilesinin başkanı olarak orada ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek için hazır bulunuyordu. Ayrıca kendisi Türkiye milli takımının Romanya’ya karşı ilk karşılaşmasında teknik direktör olarak çıkarak, yeniliklere bir tane daha ekleyerek böylece milli takımların ilk teknik direktörü sıfatını kazandı.
Araba sevdası
1930’lu yıllarda, bugünlerde de olduğu gibi devletin ve siyasilerin spor camiaları ile yakınlaşması ve etkilerini göstermesi Ali Sami Bey’i spor yöneticiliğinden soğutmuş, onun artık bu çok sevdiği ve emek verdiği arenadan yavaş yavaş uzaklaşmasına sebep olmuştu maalesef. Bu dönemde tekel kuruluşunda birçok pozisyonda çalışan Ali Sami bey bir öğrencisinin teşviki ile arabalara merak sarmaya başladı. Araba sürmeyi öğrenir öğrenmez işin mekanik kısmına da ilgi duymaya başlayan Ali Sami Bey çok geçmeden kendi arabasının neredeyse her sorununu ustaca tamir edecek kıvama gelmişti. Araba sevdası artık onun yeni meşgalesiydi ve o dönemlerde 4 uzun araba yolculuğuna çıktı. Ancak ülkenin birçok spor kurumuna sayısız katkı sağlayan bu spor seven, burada da durmadı ve hobisini genişleterek birçok ülkenin bu spor ile var olan yasalarını tercüme ederek dilimize kazandırdı. Kırklı yaşlarına geldiğinde ise seyrüsefer komisyonu üyeliği ile Turing kurumunun otomobil bölümünün başkanlığı görevini üstlendi.
Beklenmedik veda
Ülkemizde birçok spor dalının doğuşuna tanıklık ve hatta birçoğuna öncülük etmiş olan Ali Sami bey soyadı kanunu sonrası ona en çok yakışacak soyadını yani “Yen” soyadını aldı. Ali Sami Yen hayatının son anlarına kadar ülkemizde sporun gelişimi için uğraşmış hatta hayatının son dönemlerinde yine spor ile alakalı bir kitap yazmaya başlamıştı ancak yaşadığı talihsiz bir kalp krizi sonucu ülkedeki tüm spor severleri yasa boğarak hayata veda etti. Ancak kendisi mücadeleci kişiliği ve duruşu ile bugün hala sevgi ve saygı ile tüm ülke çapında hatırlanmaktadır. Tabi burada hayatındaki en büyük aşkı olan Galatasaray’ın vefalı duruşunun da etkisi tartışılmaz. Zira bugün Ali Sami Yen ismi tüm Galatasaray camiasında kutsal bir isim olarak ağırlığını sürdürmektedir.
Bonus : Ezeli dostluğun atası
Yıl 1907’yi gösterdiğinde Kadıköy’de yeni bir takım kuruluyordu. Bu hem Türk futbolu hem de Galatasaray camiası tarafından iyi bir haberdi. Zira artık İstanbul’da yalnız olmayacaklardı. Galatasaray ve kurucusunun bu yeni oluşuma karşı tutumu ise oldukça dostane idi. Zira kurulan yeni takımda birçok Galatasaraylı bulunuyordu. Ali Sami bu yeni oluşuma karşı olan tutumunu şu sözlerle paylaşmıştı.
“En eski spor arkadaşımız olan Fenerbahçe kulübünün ilk adımlarında da takımımızda çalışmış olan Galatasaraylılar emek vermiştir. Bizden sonra teşekkül eden bu ilk kulüpte de kendimizin bir katkısını görmek ve şeref hissini almaktan zevk duymaktayız. Fenerbahçe ilk kurulduğunda bizim için yabancı memlekette rastlanmış bir kişi gibi idi. Ona manen ve maddeten ihtiyacımız vardı. Ondan dolayıdır ki Fenerbahçe’yi takviye etmek ve bir rakip yaratmak için bizden ayrılan Hasan Fuat, Hamit Hüsnü, Hasan Kamil, Galip, İsmet Hikmet gibi arkadaşlarımıza gücenmedik ve onları sevmeye devam ettik” Bugünlerde duymayı özlediğimiz bu söylemleri en yakın zamanda tekrar duymak dileğiyle…