Distopya edebiyatı dediğimizde akla hemen gelen başat isimler ikisi de. George Orwell’ın 1984’ü ile Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı bugünün ‘’modern’’ dünyasında daha da çok hatırlanıyor. Acaba haklı mı çıktılar? Hangisinin eseri bugünün totaliter anlayışlarını daha çok doğru bilebildi? İkisinin de kol kola gittiğini görmek mümkün. Tabii onların bu konuda haklı çıkmak isteyeceklerini de pek sanmıyoruz. Gelgelelim; otoriter ve baskıcı yönetimleri distopik bir kurmaca ile başarılı bir şekilde anlatan bu iki yazara günden güne daha çok atıf yapılıyor. Daha yıllarca konuşulacak bir konu olduğunu düşündüğümüzden Huxley’in Orwell’a yazdığı 21 Ekim 1949 tarihli mektubunu aktaralım dedik. Barış Berhem Acar’ın çevirisi sayesinde okuyabildiğimiz bu mektupta oldukça ilginç detaylar var. Huxley 1984’ü beğenmekle beraber kendi distopik öngörüsünün gerçekleşeceğine inandığını söylüyor.
Sevgili Orwell, yayınevine kitabını bana göndermelerini söylemen çok kibar bir davranış
Kitabın bana ulaştığında, çok fazla okuma ve alıntı yapmamı gerektiren bir işle uğraşıyordum. Bu yüzden 1984’ü okumaya başlamam epey geç oldu
Kitapta yaptığın tüm önemli ve iyi eleştirilere katıldığımı söylememe gerek yok sanırım. Öncelikle kitabın ulaşmaya çalıştığı nihai devrimden bahsedebilir miyim
Politika ve ekonominin ötesine uzanan, bireyin psikolojik ve fizyolojik yıkımını amaçlayan bu devrim, kendisini Babeuf ve Robespierre’in tamamlayıcısı ve halefi olarak gören Marquis de Sade’de yer alır
1984’teki yöneten azınlığın felsefesi, cinselliği aşan ve onu reddeden anlayışıyla mantıklı bir sonuca giden bir sadizmdir
Bence yöneten oligarşi, yönetimi ve güç için ihtiyacı olan arzusunu tatmin edecek daha az zor ve daha az zararlı bir yol bulacaktır, bu yol benim Cesur Yeni Dünya’da tanımladığıma benzer bir yoldur
Son zamanlarda canlı manyetizması ve hipnotizmasının tarihiyle ilgilenme fırsatı buldum ve 150 yıldır dünyanın Mesmer, Braid, Esdaile ve diğerlerinin keşiflerini idrak etmeyi reddettiğini gördüm
Bir kuşak önceki materyalistler yüzünden ve biraz da önceden yaşayanlara saygıdan ötürü, 19. yüzyıl filozofları ve bilim insanları politikacı, asker ve polis gibi hükümet için çalışan pratik insanı ilgilendiren felsefenin sıra dışı gerçeklerini araştırmaya istekli değiller
Bizim babalarımızın görmezden gelmelerinden ötürü, nihai devrimin gelişi 5-6 nesil ertelendi. Diğer bir şanslı tesadüf ise, Freud’un hipnozda başarısız olması ve onun hipnotizmi aşağılayan sonuçlar bulmasıydı
Devrim, en az 40 yıl psikiyatriyi ilgilendiren hipnozla ilgili bu yorumlar yüzünden ertelendi
Fakat, bugünkü ruh çözümlemeleri hipnozla bütünleşti ve hipnoz daha kolay yapılmaya başlarken uyku haplarının kullanımıyla hipnoz süresi uzatıldı
Yeni nesilde, dünyayı yönetenlerin başlangıç koşullarını ve ilaçla gerçekleştirilen hipnozu hapistekinden ve kulüplerdekinden daha etkili bir biçimde devletin aracı olarak kullanmayı ve güç arzusunun ancak insanları zorla itaat altına alarak ve onların köleliği sevdiklerini varsayarak tatmin olacağını keşfedeceklerine inanıyorum
Başka bir deyişle, 1984’ün kabusunun Cesur Yeni Dünya’da kurguladığım dünyanın kabusuna daha fazla benzeyen bir yapıya ulaşmasının kaderinde olduğunu düşünüyorum
Bu değişim artan verimin ihtiyacı olarak meydana çıkacak. Büyük ölçekte biyolojik ve atomik bir savaş varken, diğerinin kabusuna ve hemen hemen hayal edilebilir türlere sahip olabiliriz
Mektup burada bitiyor. İki yazarın söz konusu eserler üzerinden farkları da genellikle şu cümle ile anlatılır: ‘’Orwell bizi bilgiden mahrum edeceklerden korkuyordu, Huxley bize çok fazla şey verenler yüzünden pasifliğe ve övünmeye düşeceğimizden korkuyordu.’’
Sizce hangisi daha haklı çıktı? Dünya 1984’teki gibi baskıyla kontrol altına mı alınıyor yoksa insanlar buna ihtiyaç duyulmayacak kadar pasif hale mi getiriliyor