Nükleer santraller her ne kadar en modern en teknolojik, en güzel, en süper olarak lanse edilse de, gerçekler reklamlarda resmedilen dünyadan çok farklı. Nükleer en en pis, en acı verici ve en ölümcül enerjiyi üretiyor. Bunun tersini iddia eden herkes ve her kurum bizi kandırıyor. Bunun en büyük örneklerinden birisi, Çernobil Felaketi‘dir.
1986 yılında dünyada insan eliyle maruz kalınan felaketlerin en büyüğü yaşandı. İnsan insana bunu yapar mı denir ya hani, yaptı. Bilmeden yaptı, kazaydı ve bu kazaların fıtratında felaket vardı. Çernobil’den sızan radyasyon ülkemiz topraklarına kazadan bir hafta sonra yani tam da bugünlerde ulaşmıştı.
Yıllardır ülkemizde faaliyet gösteren nükleer lobisi sonunda istediği ortamı günümüz siyasi koşullarında buldu. Nükleerciler en iyi bildikleri şeyi yapıyor, inanılmaz bir bilgi kirliliğiyle halkı kandırmaya çalışıyorlar. Santralin yaratabileceği cehennemi bizlere bir yeryüzü cenneti olarak yutturabileceklerini sanıyorlar.
Biz de bugün kendilerine anladıkları dilden cevap vermek istiyoruz. En iyi bildikleri şey kirliliktir demiştik ya hani. Olası cehennemi cennet gibi gösterirler diye eklemiştik. Nükleerciler gözlerini yeryüzü cennetlerimizden Sinop ve Akkuyu’ya diktiler. Biz de Akkuyu’daki muhtemel bir kazanın ülkeyi getireceği hali sizler için derledik.
Çernobil faciasından sonra hayalet şehir adını alan Pripyat ve Mersin… İki şehirden de benzer noktaları seçtik. Sonumuz benzemesin demek istiyoruz ama sonuçları düşündükçe bir dilekten çok daha fazlasına ihtiyacımız olduğu aklımıza geliyor. Korkuyoruz. Ülkemizdeki denetim sorunları, şeffaflıktan yoksunluk ve rantın toplumsal ihtiyaçların önünde tutulması bu korkumuzu daha da artırıyor.
Tüm canlılığı ve enerjisiyle yaşayan Mersin olduğu gibi mi kalsın yoksa Çernobil’in öldürdüğü Pripyat mı olsun? Üstte Pripyat altta Mersin. Karar keşke bizim elimizde olsaydı.
1970’de kurulan Pripyat’tan geriye kalan şehir girişi ve Mersin
Çernobil o dönemlerin gururuydu. Temiz ve barışçıl nükleer programın merkez üssü olarak tanıtılıyordu. Tıpkı bugün bize sunulan reklamlar gibi. Çernobil’in yapılacağı bölgeye en yakın yerleşim ise bugün hâlâ bir çok bölümüne erişimin yasak olduğu Pripyat’tı.
Dönemin üst düzey bilim insanları, yüksek donanımlı atom mühendisleri, teknikerler ve güvenlik uzmanları için santralin kıyısındaki Pripyat yeniden yapılandırıldı. Kent modernleştirildi. Dönemin en eğitimli kadroları bu aydınlık şehirde yaşayacak ve ülkelerine gururla hizmet edeceklerdi.
Bugün Pripyat’ın sularında sadece ölüm var, Mersin ve çevresi ise mavi tur teknelerinin rotası
Nükleer santralin yapılacağı bölgelerde yaşayan insanlar iş olanağı ve yatırım sevdasıyla umutlandırılıyor. Akkuyu’da bölge köylerdeki kahveler bile ikiye ayrılmış. Nükleeri fırsat olarak görenler bir kahvede, karşı olanlar karşıdaki kahvede oturuyor. Nükleerin başlarda verdiği olanakları sonradan misliyle geri aldığı unutuluyor. Santralde kullanılacak uranyum atıklarının Akkuyu’daki depolarda yüzlerce yıl saklanacağı göz ardı ediliyor.
Pripyat bir köprü… Mersin’e bağlı Anamur’da Ala Köprü
Nükleerciler Akkuyu’da yapılacak santral için milli enerji diyorlar. Enerjide dışa bağımlılığımız bitecekmiş. Yalan. Santralin %51’i Ruslar’ın, işletecek olan Ruslar, yakıtı da Ruslar’dan alınacak. Soğutma havuzlarını milletin .m’koyan şirket yapacak. Nesi milli? Geride kalan uranyum atıkları mı?
Üstte hayatın artık durduğu bir lunapark ve hemen altında Mersin’de cıvıl cıvıl bir park
İnsan eliyle maruz kalınan felaket demiştik hani, akıllara II. Dünya Savaşı’ndaki atom bombaları geliyor. Çernobil’de ortaya çıkan radyasyon Nagasaki ve Hiroshima’da açığa çıkandan 100 misli kadar daha fazlaydı. Di’li geçmiş zamanla konuşmak da yanlış; çünkü felaketin etkileri hâlâ sürüyor.
En son 30 sene önce kullanılabilmiş Pripyat Oteli ve Mersin’de bir otel
Nükleer sızıntının sadece gözle görülebilir etkilerini fark edebiliyoruz. Bu yüzden çernobil bölgesi ve Mersin’den fotoğraflar seçmek istedik. Yaşanılan bölgelerin ne hale geleceğini en iyi görseller anlatıyor. Ölümler, sakat doğumlar, tarım ve yer altı – yer üstü suların kirliliği bile neden bilinmez hafızalarda pek yer etmiyor.
Çernobil’e çalışmaya gidenlerin kullandıkları bir demiryolu ve Mersin demiryolu
Radyoaktivitenin insan hayatına ne kadar süreyle etki ettiği bugün hâlâ tahmin edilemiyor. Hani çok ileri teknoloji diye yutturmaya çalışıyorlar ya, işte o ileri teknolojinin bize sunduğu bilgiler: Nükleer kirlenmenin en önemli nedeni radyoktif sezyum-137 maddesi. Sezyum’un etkisini anlamlı bir şekilde yitirmesi için yüzyıllar gerekiyor. Çernobil’den sonra yağmurlarla kirlenen bölge İrlanda’ya kadar büyümüştü. Bugün hâlâ İskoçya ve Yunanistan gibi ülkelerde çeşitli ürünlere devlet müdahalesi gerekiyor. İskoçya’da bazı bölgelerde hayvanların otlaması yasak ve Çernobil’in üzerinden neredeyse 30 yıl geçti.
Pripyat’ta ilkokulda bir sınıf ve Mersin’de bir sınıf, birinde öğretim hâlâ devam ediyor
Kaza durumunda Rusya olası hasarın binde birinden sorumlu. Bırakın 300 milyar doları, 3 milyar dolar bile “aşırı güçlü” ekonomimizi alt üst etmeye yetecek bir miktar. Türk yetkililer kaderci, bilim ve teknolojiden uzaklar, ayrıca nükleer lobisi bile bizim siyasilerden daha şeffaf. Ne güvenlik ne de kontrol aşamasında yeterli donanımda personelimiz yok. Daha geçtiğimiz ay yaşanan elektrik kesintilerinin sebebini hâlâ bulamadık. Elektrik yahu! Geçtiğimiz yüzyıl keşfedildi hani? Nükleer için ise Türkiye’den 50 kişi Rusya’ya eğitime gönderilecek. Atom enerjisi ve nükleer teknoloji öğrenecekler!? Hızlandırılmış kurs.
Paslanmış ve serpintiye maruz kalmış bir kaydırak, turizm bölgemizden bir benzeri
Nükleer çok ucuz, yapıldı mı enerji sorunumuz kalmayacak. Yalan. Akkuyu genel elektrik ihtiyacının sadece %6’sını karşılayacak. Atık maliyetini bile bilmiyoruz; çünkü nükleerin temel problemlerinden olan atıkların uygun koşullarda saklanması zorunluluğunu kimlerin hangi koşullarda yerine getireceğini bilmiyoruz. Neden bilmiyoruz; çünkü söylemiyorlar. Bu sektör afişlerde kendini lanse ettiği kadar şeffaf değil. Üstelik Akdeniz ülkenin turizm bölgesi. Madem sadece para düşünüyoruz, küçük ya da büyük bir kazanın ülkenin turizm sektörüne vuracağı mali darbeyi hesapladık mı? Hesaplayamadık çünkü önceki örneklerden de öğrendiğimiz üzere nükleer bir riskin maliyeti hesaplanamayacak kadar büyük.
Pripyat’ta sonsuza kadar boş kalacak stadyum tribünleri ve Akdeniz Oyunları açılışına ev sahipliği yapmış Mersin Arena tribünleri
Biraz şeffaf olmaktan kimseye zarar gelmez. Akkuyu’daki santrali Çernobil’i de yapan Rosatom yapıyor. Üstelik reaktörlerde daha önce denenmemiş bir teknoloji kullanılacak. Tüm bu riskleri neden alıyoruz? Neden riski hesap edilemeyen sonu belli olmayan bir maceraya giriyoruz? %6 enerji için mi? %6 değil %60 olsun, değer mi? Türkiye bir nükleer santrali olmadığı halde 3. seviyeden nükleer kaza yaşayan tek ülke. Üstelik diğer ülkelerin Çernobil zamanında aldığı önlemler bugün hâlâ devam ederken bizde önlem almak ne kelime, nükleer serpintiye maruz kalmış çay, fındık gibi ürünlerin tüketimi teşvik edilmişti. Karadeniz’deki ölümlerin detaylı bir analizini gören oldu mu?
Pripyat tren garı ve Mersin gar
Örneğin Avrupa ülkelerinde kazanın olduğu dönemde taze süt tüketimine yasak getirilirken bizde dönemin sanayi ve ticaret bakanı Cahit Aral tarafından yapılan ilk resmi açıklama şöyleydi: “Ülkemizin her tarafındaki et, süt, su, balık, sebze ve meyvelerin tümü tertemizdir. İnsan sağlığına zararlı hiçbir kirlenme mevcut değildir.” Dönemin gazeteleri ”Türkiye’de radyasyon yok.” başlığıyla çıkacak, gazı alıp iyice coşan Cahit Aral “Dininize, imanınıza inandığınız gibi biliniz ki, Türkiye’de kesinlikle böyle bir tehlike mevcut değildir” açıklamasını yapacaktı. Günümüz yöneticilerinin de sezyum-137’den din, iman ve fıtrat sayesinde korunacağımıza inandıklarını gayet net biliyoruz.
Pripyat meydan ve Mersin’de sahil yolu üzerinde bir meydan
Nükleerin gerçek maaliyetini boyutları asla hesaplanamayan risk ve güvenlik faktörleri oluşturuyor demiştik. Gelin biraz daha yakın tarihe gidelim ve bir diğer risk faktörüne bakalım. Diyelim ki her şey, her zaman yolunda gitti. Ne denenmemiş bir teknolojinin bilinmezliği ne de insan faktörü kaynaklı bir sorun çıktı. Ya doğal felaketler?
Pripyat’ın zehir dolu sahilleri ve Mersin sahillerinde ülkenin en önemli Caretta yumurtlama alanları
Mersin, Türkiye genelinin olduğu gibi fay hattı üzerinde. Bakmayın lobicilerin deprem riski yok demelerine. Türkiye henüz aktif fay hatlarını bile netleştirememiş bir ülke. Eski risk haritasına göre Adana’nın bir kısmı ile Mersin, 4. derece deprem bölgesi gözüküyor; ama yapılan çalışmalarda Adana’ya doğru yaklaştıkça depremsellik 2. derece ve 3. dereceye geliyor.
Yıkıntılar arasında ölü Pripyat ve Akdeniz ikliminin güzeli Mersin
Rusya nükleer enerji üreten ve geliştiren bir ülke olduğu halde başına gelenler malum. Japonya’yı anlatmaya gerek yok. Disiplin, teknoloji, endüstri, ahlak, gurur, onur hepsi onlarda. Yine de Fukuşima’yı ön göremediler. İnsan hatası yoktu, alınabilecek tüm önlemler alınmıştı, depreme dünyanın en hazır ülkesiydiler. Peki ne oldu? Deprem sonucu meydana gelen Tsunami sonucu yaşanan Fukuşima faciasının görüntüleri hâlâ gözler önünde. Aslında Japonlar tsunamiye de hazırlıksız yakalanmamışlardı. Nasıl yakalansınlar? O doğa olayına tsunami ismini takan millet zaten Japonlar. Ama olmadı. Nükleer santrallerin o tahmin edilemeyen maliyeti devreye girdi.
Ölü bir havuz ve yaşayan turizm bölgemizden bir başka canlı kare
Fukuşima için dünyanın en büyük ekonomilerinden olan Japonya’da 300 milyar dolar gibi bir maliyet hesaplandı. Farklı kurumlar farklı hesaplar çıkarmaya devam ediyorlar. Ülkede 20.000 kişi hayatını kaybetti, 200.000 insan evinden oldu. Yayılan radyasyon toprağa, okyanusa, havaya, besin zincirine ve insanlara bulaşmaya devam ediyor. Şimdi diyeceklerdir ki orada tsunami oldu, bizde olmaz. İşte o çook ileri süper teknolojinin yapabildiği en ileri düzey süper teknolojik açıklama bu düzeyde. Bizler yine bisiklete binen çocuk afişiyle nükleer reklamı yapaduralım; ama şunları asla unutmayalım: Çernobil de çok güvenli ve örnekti, Fukuşima da çok güvenli ve örnek bir işletme… İkisinde de binlerce insan öldü, yüz binlercesi sakat doğdu ve doğmaya devam edecek.
Çernobil sonrası çocuklar ve Mersin’de çocuklar?
Çernobil’de 25.000 kişi öldü, bunlardan %20’sini faciadan sonra yaşanılan acılara dayanamayarak intihar eden kişiler oluşturuyor. Faciadan sonra İngiltere’ye kadar olan bölgede kansere bağlı ölüm sayısı yüzbinleri aştı. Bu sayının daha ne kadar artacağı bilinmiyor. Belki mutlu ve photoshop’lu afişlerimiz var ama geriye ne yazık ki bu afişler değil, kazanın ardından yaşanan gerçek acılar kalıyor. Değer mi?
Bonus: Gerçek cennet Akkuyu
Akdeniz fokunun, carettaların, sayısız endemik bitki türünün yuvası Akkuyu, santralden hem kısa vadede hem uzun vadede zarar görecek. Santralin soğutulmasında Akkuyu kıyılarının suyu kullanılacak. Dünyada başka bir ülkenin topraklarında, bir başka ülke ilk defa bu koşullarda nükleer santral sahibi olacak. Akdeniz kıyıları ilk defa nükleerle tanışacak. Bu kapasiteyle çalışan ilk reaktör bu topraklarda denenecek. İlk olmayan şeyler de olacak. Lobinin boyunduruğunda birçok ödenekli bilim insanı ve siyasi her gün basında bu santrali savunacak. Bu kişilerin hiçbirini yaşanacak en ufak bir sorunda ekranlarda görmek mümkün olmayacak.