“…Ne menem birşey olmalı ki şu aşk denen illet, cehenneme dönüşüverdi birden bir cennet…”
Demiş Shakespeare, Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda. Yazarın ünlü oyununun içinde kısa yoldan verdiği aşk tariflerinden sadece biri bu. Aşklar, aşıklar ve çevrelerinde akıp giden hayat her yazarın çizerin yarası olmuş. Kimi kurgu karakterlerde dillendirmiş tutkusunu, kimi en gerçek haliyle mektuplara dökmüş kalbin derin sızısını.
Ahmet Arif’in büyük bir tutkuyla sevip asla kavuşamadığı Leyla Erbil’e duyduğu aşkın mektuplarında da cennet cehenneme, cehennem cennete dönüşüyor. Her aşkta olduğu gibi arada bir şekilde hep seven kalp yanıyor. Seven kalbin nasıl yandığına bir de Ahmet Arif’in kaleminden bakalım dedik.
Tek şiir kitabı “Hasretinden Prangalar Eskittim” ile yazın hayatımızı derinden etkileyen Arif, büyük bir aşkla bağlı olduğu Leyla Erbil’e asla kavuşamadı. Leyla Erbil ilişkinin dostluk sınırından öteye geçmesine izin vermemişti. Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı mektuplar, Arif’in oğlu ve Erbil’in isteğiyle yazarın ve Leyla Erbil’in ölümünden sonra kitap haline getirilebildi. “Leylim” diyordu Ahmet Arif Leylasına, mektuplar da “Leylim Leylim” adıyla Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından kitaplaştırılmıştı bu sebeple.
Nicesin gene? Beyninde mi, yüreğinde mi, başka bir yerde mi
Nerendeyse o inat yönünü yaratan dokuları öpmek isterim. Evrende seni özler, seni isterim. Başkaca hiç. Ne taktığım, ne de vurulacağım bir nen yok. Seni. Sade seni.
Nedense aklıma hep ölüm geliyor
Böyle ne kırık ne de anlaşılmamış gitmek istemiyorum. Dostluğumuz ki korkunçtu. Ve yaşanmaya değer. Bugünkü feci haline rağmen, birbirimizi tanıma hususunda pahasız bir değerdir. (…) Ha, sürgüne gitmeden – bugünler – bir mektubunu alırsam, sevinmem diyemem elbet! Bu da laf mı, uçarım belki! Ama yazmasan ne diyeyim…
Sevgide “vermek” vardır Leyla. Vermek. Ve bunu anlamak…
Yoksa senin sorduğun gibi ne yalnızlık, ne merhamet, ne iki acısının itisi…
Kim bilir yalnızlıktan ne haldesin
Yahut yalnızlığı da özledin. Bu ikincisi -nedense- daha bir aklıma yatıyor. Belki canım istiyor da ondan.
Kaderimiz bir tuhafsa, ömrümüzü dolu bir kadeh gibi sindire sindire içemediysek, günahı boynumuza değil
Bu kara günlerin de bir sonu var. Ne sonu, dibini bulduk be!
Dişine zar, boynuna ter olasım geliyor
Gün yirmi dört saat seni düşünmek. Ne yüce, ne sonsuz bir duygu bu, bilir misin ki?
Nasıl kıvanıyor, gizliden gizli seviniyorum bilsen…
Kimseler yaşayamadı bunu diyorum. Kırılmış, balta yemiş ve sesi kuyularda boğulmuş biriyim, doğru. Ama seni tanıyorum.
Senden kıyamete dek sürecek bir öpücük alayım, dur. Dayanır mısın?
Tam boş yanı bu diyorum celladın
Tam bıçağım cehennem gibi güzelken. Aklıma düşüyorsun. Ellerim arık.”
Beni hiç sevmedin. Gene de benim yanımda ve ben yokken benim hayalimle kaldığında olduğun gibi kal.
Örtünmelere, göstermeliklere başvurmadan, çırılçıplak kalabilmek arzunu gene ve sadece ben mümkün kılarım.
Belki de şarkı söylerim! Bu sefer çok kuvvetliyim. Sade kuvvetli değil, kafaca ve yürekçe korkunç zenginim de
Seni tanımak, ne yalçın bir kadermiş! Hiç değilse bu sefer hayatımı manasız bulmayacağım.
Sabah gözlerimi sana açarım
Akşam, uykularımı senden alırım. Nereye, ne yana dönsem karşımda mutluluğun o harikulade başdönmesini bulurum.
Bonus: Fikret Kızılok’un sesinden Arif’in dizeleri
Bonus 2: Ahmet Kaya’nın sesinden Arif’in dizeleri
Ahmed Arif’i daha yakından tanımak için sizi şöyle alalım.