Uzun ve soğuk süren bir kıştan sonra bahara kavuştuk. Ağaçlar yeşermeye, renk renk çiçeklenmeye başladı. Hayranlıkla seyrettiğimiz ağaçlar, sıcak yaz günlerinde de gölgesinde nefesleneceğimiz sığınaklar olacak… Peki yaşamın imgesi olan ağaçları günümüzde ne kadar önemsiyor ve koruyabiliyoruz. İşte bu sorunun cevabı çok da iç açıcı değil…Kimi zaman ağaçlar için canlara kıyılırken, pek çok zaman da ağaçlara kıyılıyor hiç acımadan…
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldığında şehir mimari yapılarla adeta yeniden inşa edilir. Fakat bir şehre huzuru getiren, göz zevkini okşayan doğadan, yeşilden yani ağaçtan yoksundur İstanbul. Fatih, İstanbul’un tam bir medeniyet şehri olmasını ister. Bu nedenle yeşille, doğayla barışmalıdır şehir. Birçok yere ağaçlar dikilir. Cihan padişahı ağaca o kadar önem verir ki kanunnamesinde “Ormanımdan ağaç kesenin başı kesile!” diye ferman buyurur.
Oysa artık şehirler kurulup yeniden imar edilirken ne yazık ki ilk yok edilenler ağaçlar oluyor. Bazen bir köprü, bazen bir AVM, bazen bir site yapmak için ya da yeni yollar açmak adına binlerce ağaç bir kalemde kesiliveriyor. Çocuklarımıza “yeşil bir dünya” yerine betonlaşan şehirler bırakıyoruz artık. Koruyup kollayamadığımız o yemyeşil ulu ağaçları hiç olmazsa biz de efsanelerle, şiirlerle anlatalım istedik…
1. Ağaç Olsam
İnsan değil de ağaç olsam
Dallarımın arasından rüzgar esse
Yapraklarım, çiçeklerim meyvelerim olsa!
Mevsimleri yaşasam…
Köklerimle toprağın derinliklerine sarılsam.
Kuşlar konsa dallarıma, yuva bile yapsalar…
Böcekler, karıncalar yollansalar içime…
Çürütseler oralarımı,
Ballarım, sakızlarım olsa
Gövdeme bir insan yaslanıp uyusa…
Ben bunları hiç bilmesem, sadece ağaç olsam…
Erkan Oğur
Ağaç imgesi efsanelerden modern edebiyat yapıtlarına taşan imgelerden biri, çoğunlukla da hayatla özdeşleştiriliyor. Ağaç yaşamak demek, ölümsüzlük demek, aile demek. Faulkner bu yüzden anlattığı ailelerin bahçelerindeki ağaçlardan bahsetmeye zaman ayırıyor; Giono bu yüzden ağaç eken insanları anlatan kitaplar yazıyor; eski efsaneler bu yüzden dünyadaki bütün yaşamı dallanıp budaklanmış bir ağaçla sembolize ediyorlar. Ağacın kökleri derinlere iniyor, dalları göğe uzanıyor. İyi de hikâyesi nerede başlıyor?
2. Ağacım
Mahallemizde
Senden başka ağaç olsaydı
Seni bu kadar sevmezdim.
Fakat eğer sen
Bizimle beraber
Kaydırak oynamasını bilseydin
Seni daha çok severdim.
Güzel ağacım!
Sen kuruduğun zaman
Biz de inşallah
Başka mahalleye taşınmış oluruz.
Orhan Veli
Bilinen ilk yazılı destan olan Gılgamış’ta (MÖ 2700) ağaçların baş tacı edildiğini görüyoruz. Kahramanın yolculuğu ağaçlar altında başlıyor ve ender bulunur meyveler veren ağaçların altında sona eriyor. Böylece dünyanın sınırları tanımlanmış oluyor ağaçlarla. Her şey ağaçla başlayıp, ağaçla bitiyor.
3. Zerdali Ağacı
Havalar güzel gidiyor
Sen de çiçek açtın erkenden
Küçük zerdali ağacım
Aklın ermeden
Bak kurt gibi kalın yapılı
Görmüş geçirmiş ağaçlara
Küçük zerdali ağacım
Pişman olursun sonra
Şimdi okşar gibi hafif hafif
Bir gün yerden yere çalar rüzgar
Küçük zerdali ağacım
Bakma güzel gitsin havalar
Sallansın dalların çocuklar gibi
Bakma güneş ısıtsın varsın
Küçük zerdali ağacım
Sonra donarsın
Zemheride bahar mı olur
Akşamları seyret anlarsın
Sakın erkenden çiçek açma
Küçük zerdali ağacım…
Cahit Külebi
Mısır mitolojisinde, hayat ve ölümün, İsis ve Osiris’in hikâyesinde de önemli rol oynuyor ağaçlar. Osiris öldüğünde, cesedi bir akasya ağacının dibine sürükleniyor, aşkını hayata döndürmeye çalışacak olan İsis onu orada buluyor.
4. Kavaklar
Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar…
Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.
Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar.
Omuzumda bir kesik el,
Ki durmadan kanar.
Ah kavaklar, kavaklar…
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.
Metin Altıok
Uzakdoğu da atlamıyor hayat ağacını. Taoizm’de üç bin yılda bir, yiyeni ölümsüz kılan bir meyve veren ağaçtan bahsediliyor. Çinliler bronz ağaçlar yapıyorlar, insanoğluna ölümsüzlüğü sunan hayat ağacını onurlandırmak için.
5. Ağaçlar
Ellerimin önündeki dallar da
Sarıldı yaprağa
Göremiyorum karşı yamacı
Erken mi yoldayım
Ben mi geciktim
Önümüzde bir çınar yükseliyor
Her gece atlılar geliyor ona
Destan söyleşip gidiyorlar
Esmerlikleri
Tutuşup kuruyan dudakları kalıyor sabaha
Dostum üşüyorum dedin
Üşüme
Korkuyorum -Korkma
Kaçıyorum -Kaçma
Ürperiyorum düşünceden -ürper
Sabah trafik
Çınara kim bakar
Kim geçer dallarından
Bahar mı geliyor
Komşunun balkonunda
Çamaşırlar rengarenk
Kızlar göğüslerini
Baharın ağacına
İlk açan çiçeğine
Dayadılar
Arılarla erkekler boğuşuyor
Arılarla uçan bütün çiçeklerle
Ayaklarında taşınan tozlarla
Akıyorlar alıp götürülürken
Yaprak evlerin içindeki dişiliklere
Dostum geç kaldın
Güneş ne gün doğacaksa
Söylediler duymadın geç kaldın
Otur ağla sonra soframda doy
Ekmek tut zeytin tat
Açlığını eğlerken sen
Bak nasıl ayçağın erleri
Savaşarak ve devirleri aşarak geldiler
Karanlığı karaladılar yolları tuttular
At tepmedeler
Bak nasıl savaşı bindiler.
Gece çınara gelip söyleşip
Kelime ettiler söz bilediler
Zorun yamanı kolayladılar
Sahip olun taşa demire
Aleve
Küle bile
Cahit Zarifoğlu
Kuzey Amerika Kızılderili mitolojisindeki ağaç ise şöyle; Efsaneye göre hamile bir kadın cennetteki hayat ağacının dalına çıkıyor ama dengesini kaybedip düşüyor, kendini sonsuz denizde buluyor. Bir kaplumbağa kurtarıyor onu. Kadın da düşerken elinde kalan dal parçasını ekiyor kaplumbağanın sırtına. Böylece dünya doğuyor (İşte size kaplumbağanın sırtındaki dünya efsanesi).
6. Sitem
Önde zeytin ağaçları arkasında yar
Sene 1946
Mevsim
Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim
Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim
Yar yar… Seni kara saplı bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hışım
Gel gör beni darmadağın
Tel tel çözülüp kalmışım
Yar yar… Canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Bir de meşhur bilgi ağacı var haliyle, Havva’nın dalındaki elmayı koparıp Adem’e verdiği, Adem’in de elmasını yiyerek hepimizi cennetten sürdürdüğü. Tekvin’e göre “günah” bile o elmadan doğuyor.
7. Arkadaşım Badem Ağacı
Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış…
Açarsın çiçeklerini
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü…
Bir güler yüz bir tatlı söz
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koo desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiçbir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi…
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya…
Aziz Nesin
Hayat ağacı, insanın cennetten atılışına vesile oluyor olmasına ama böylece dünyada yeni bir hayat başlıyor. Sadece bu efsanenin ve hayat ağacından/bilgi ağacından gelen o elmanın edebiyattaki yansımalarını yazmaya kalksak, sayfalar yetmez konuyu tamamlamaya. Mark Twain’in alaycı Adem’in Günlüğünden Notlar’ı mı dersiniz, Milton’ın Kayıp Cennet’i mi?
8. Ceviz Ağacı
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
Koparıver, gözlerinin gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında.
Nâzım Hikmet
Antik Yunan ve Roma da geri kalmıyor ağaçları taçlandırmakta elbette. Peki, Ovidius’un Dönüşümler’ine ne demeli? Kurtuluşu ağaca dönüşmekte bulan kızın hikâyesini hatırlatalım, unutmuş olanlara: Güneş Tanrısı Apollon bir peri kızına âşık oluyor ama kız istemiyor onu…
9. Sofya’dan
Sofya’ya bir bahar günü girdim şekerim,
Ihlamur kokuyor doğduğun şehir.
Dünyayı sensiz dolaşıyorum
Böyleymiş kaderim,
Elden ne gelir…
Sofya’da ağaç duvardan önce, duvardan güzel
Sofya’da ağaçla insan karışmış birbirine,
Hele kavak,
Neredeyse odaya girip,
Kırmızı kilime oturacak..
Nazım Hikmet
Tanrı bu, bırakır mı peşini, kovalıyor kızı nereye giderse. Sonunda kız yalvarıyor tanrılara kendisini kurtarmaları için ve kıza acıyan tanrılar da defne ağacına dönüştürüyorlar onu. Apollon’un da başına defne dallarından bir taç takmakla yetinmesi gerekiyor kızı elde edemediği için.
10. Rüzgarlı Meşe
Güneşe benzediğin, ısıttığın, güzel
Günlerdi onlar, getirdiğin mutlulukla
Ağarır vaktimiz, kızarır gelincikle,
Yol boyunda ballanırdı ekşi böğürtlen.
Kadın, kanatlarını çırparak çığrışan
Kazlarını güder, bir rüzgâr inim inim,
Dumanlı bulutlarını sürerdi gökte.
Kızsa parmak kadar, otların arasında
Yarı beline dek gömük, çiçek toplardı.
Döne döne çıkardık dağa patikadan,
Omuz omza inerdik dağdan meşelerle,
Ormanla sarmaş dolaş geçerdik kapıdan.
Gün kavuşur, testi pencerede soğurdu.
Ak bir örtü masada, bakraç, sonra yüzün
Lambanın ışığında, sarı, ince uzun.
Duvarda aşılmaz çitleri gölgelerin,
Sarmaşığı ellerinin, kirpiklerinin,
Saçlarının geceye çıkan uğultusu.
Oktay Rifat
Ortaçağ’la birlikte, özellikle Avrupa edebiyatında çeşitleniyor ağaçlar. Salkımsöğütler ve meşeler karışıyor Walter Scott’ın yazdığı şövalye maceralarının arasına, “darağacı” çıkıyor ortaya, suçluların dallarda sallandırıldığı bu romanlardan. Hüzünlü bir hava çöküyor önceden hayatla özdeşleşen ağaç imgesine ama çağ da hüzünlü bir çağ zaten.
11. Karlı Kayın Ormanında
Karlı kayın ormanında
Yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
Elini ver, nerde elin?
Ayışığı renginde kar,
Keçe çizmelerim ağır.
İçimde çalınan ıslık
Beni nereye çağırır?
Memleket mi, yıldızlar mı,
Gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
Bir pencere, sarı, sıcak.
Nazım Hikmet
19. yüzyıldan sonra biraz daha çeşitleniyor ağaçların rolleri. Hermann Hesse incir ağacının gölgesinde oturtuyor bilgeliği arayan Siddharta’yı; Enid Blyton çocuk kitaplarındaki en fantastik ağaçları yaratıyor ve çocukların ağacın tepesindeki merdivenden yeni evrenlere adım attıkları maceralar yazıyor.
12. Çocuk ve Ağaç
Çocuk, çok sevdi ağacı…
Verirdi ona, her kış
Çiçekleri olaydı!
Ağaç, çok sevdi çocuğu…
Öperdi altın saçlarından
Dudakları olaydı!
Ve ona öptürmek için,
Eğilirdi yerlere kadar;
Yanakları olaydı!
Dökerdi önüne hepsini
Gümüşten, altından, sedeften
Oyuncakları olaydı!
Ve çocuk gittikten sonra,
Böyle kalır mıydı ağaç?
Ne olurdu onun da
Bacakları olaydı,
Ayakları olaydı!
Arif Nihat Asya
J. R. R. Tolkien, Yüzüklerin Efendisi’nde ulu ağaçları yürütüyor Mordor’la yapılan savaşı kazandırmak için kahramanlarına. Bu kadarla da kalmıyor Tolkien’in ağaç sevgisi: Silmarillon’a göre Orta Dünya’nın ışığı da iki ağaçtan geliyor aslında…
13. Sayıklayan Ağaç
Güzü duymayagörsün ağaç,
Artık her günü bir işkence;
Bir hayale dalar her gece,
Başında gök ürperen bir taç.
Göz kırparken ona yıldızlar,
Baharında sanıp kendini
Çağırır eski bülbüllerini
Ağaç pırıl pırıl sayıklar.
Cahit Sıtkı Tarancı
Bir de karakterlerini ağaçlarla tamamlayanlar var elbette. Örneğin Italo Calvino ağaçlara sığınan bir karakterde arıyor yanıtı: Ağaca Tüneyen Baron’u unuttunuz mu yoksa? Babasına kızıp ağaca çıkan ve bir daha inmeyen çocuğun hikâyesini? Ağaçlarda kurulacak bir devlet için anayasa tasarısı hazırlamaya kalkışını? (Hoş, belki hepimiz daha mutlu olurduk ağaç tepelerinde yaşasak…)
14. Rahatı Kaçan ağaç
Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın
Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi, rüzgarı, karı…
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin.
Melih Cevdet Anday
Hayat ağacının farklı çağlarda ve farklı toplumlarda karşımıza çıkması, efsanelerden hikâyelere geçmesi, şairleri ve yazarları cezbetmesi aslında kimseyi şaşırtmamalı. Hayat, kendi meyvesinden tekrar tekrar doğan bir ağaçla simgelenmeyecekti de neyle simgelenecekti sonuçta…
15. Servi
Bir servi dedi ki bana;
“Rahat benim altımdadır.
Başını vurma dört yana,
Rahat benim altımdadır.
Çok koşup çok yorulmuşsun,
Yollarda yalnız kalmışsın,
Güvenip bana gelmişsin,
Rahat benim altımdadır.
Sana kökümde yer versem
Gölgemi üstüne gersem…
Hey rahat isteyen sersem!
Rahat benim altımdadır.
Serin serin uzanırsın,
Çiçeklerle bezenirsin,
Yat burada, kazanırsın,
Rahat benim altımdadır.
Yârin de gezer dolaşır,
Bir gün buraya ulaşır;
Hasretler burda buluşur,
Rahat benim altımdadır.”
Sabahattin Ali
Hayatın başladığı gibi bitmesi, hikâyenin ister darağacı, ister öteki dünyanın yolunu gösteren bir servi olsun, yine bir ağaçla sona ermesi de şaşırtmamalı öyleyse. Çünkü hikâyeler başladıkları yerlerde biter genelde ve yeni tohumlarla geri dönerler ait oldukları yere…
Listemizdeki şiirlerin altındaki yazılar bu kaynaktan alınmıştır.