Nesiller boyu, kendini dünyanın süper gücü olarak konumlandıran ABD’nin katliamlarını izlediğimiz bir gerçek. Bulunan kılıf da son 20 seneye yakın bir süredir bizim de içinde bulunduğumuz coğrafyada pek aşina bir sözcük: demokrasi. Bilinmesi gereken tanımının dışında bambaşka bir anlama evrilen bu sözcüğün “getirmek” fiiliyle bir tamlama oluşturmasıyla yanı başımızda da akan kan henüz sonlanmadı.
Kuruluşundan itibaren “ne yapsam da dünya lideri olsam” anlayışı olduğu tarihi bir gerçek olarak ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na kadar başka başka sorunlarla uğraşmaktan bu amacına ulaşması pek mümkün olmadı ama bu savaşa bir bahaneyle dalması küresel bir güç olmak için biçilmiş kaftandı.
Kaftan pek uyumlu olmadı herhalde ki ABD, bir orada bir burada olmasına karşın istediğini tam olarak alamasa da bunu elde etmek için iktidar devirmeye, hükümetler ithal etmeye ve toplumları tasarlamaya devam ediyor.
Operasyon üstüne operasyon
ABD’nin dünya liderliğine soyunmak için yapmayacağı bir şey olmayacağından bu makyevelist anlayışın biçimlendirdiği birçok operasyona imza atıldı. Bunlardan en çok dikkat çeken ise şüphesiz kıyıda köşede kalmış olmasına karşın Soğuk Savaş sürecinde Batı Yarım Küre’de yaşanan en büyük uluslararası boyutlu çatışmalardan biri olma özelliğini taşıyan “Acil Öfke Operasyonu” ve bu operasyonla işgal edilen Grenada.
Üstelik bu operasyon ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan sonra giriştiği en büyük askeri harekat olarak bu yazıyı yazmamızı sağlayacak niteliği elde etmiş oluyor.
Acil Öfke’yi yaratan koşullar
Karayip ülkesi olan Grenada’daki ABD işgalini yaratan sebepler Soğuk Savaş’ın sürmesidir aslında çünkü Sovyet Rusya’nın yarattığı ABD karşıtı tutum ile ABD’nin rakibine yaklaşan ülkelerin yönetim dokularıyla oynamasını gerektirmişti.
Grenada da bu süreçten nasibini almalıydı ve öyle de oldu.
Öte yandan Grenada, en büyük sömürgeci devletlerden olan İngiltere’nin sömürüsü altında geçen yaklaşık 200 yılın ardından bir şekilde özerklik kazanmıştı. Özerkliğin kazanıldığı 1967’den sonra sendikacı Eric M. Gairy önderliğindeki Grenada Birleşik İşçi Cephesi (GULP), çoğunluğu sağlayarak iktidara gelmişti.
Grenada’nın özerkliğini kazanmasının üzerinden yaklaşık yedi yıl geçmişti ki 1974’te bu kez bağımsızlık kararı alınmış ve hedefe oturmak için gerekli olan koşullar var olmaya başlamıştı.
Eric Gairy ise ekonomiyi düzeltmek bir yana grafiklerin aşağıları göstermesinin sebebiydi ve bu durum da beklendiği üzere haklı bir muhalefetin doğması anlamına geliyordu.
Sözün özü, Gairy yönetimi, 1976’daki seçimlerde yara almış ve hemen üç yıl sonraki seçimlerde iktidar el değiştirmişti; 1979’da, Gairy yurt dışı seyahatindeyken NJM olarak kısaltılan Yeni Refah, Eğitim ve Özgürlük Ortak Girişimi isimli bir hareket, kansız bir darbeyle Maurice Bishop’u iktidar koltuğuna oturttu.
Bishop, sosyalist eğilimliydi. Batılı devletler de bu nedenle kendisine ve kurulan yeni hükümete karşıydı ancak buna rağmen ekonomide iyileşme dikkatlerden kaçmıyordu.
Bishop anayasayı yürürlükten kaldırmış ve tek parti olmuştu
Güney Amerika ve tıpkı Ortadoğu’daki rejimlerde olduğu gibi bizim yabancılık çekmeyeceğimiz birçok antidemokratik harekete imza atmaya bayılıyordu. Bu geleneği değiştirmek istemeyen ve demokrasinin olgunlaşmasına katkı sunamayan Bishop anayasayı yürürlükten çektiği gibi kendi partisi dışındakileri de yasaklama yoluna gitti. Yani “demokrasi” naralarını savurup askeri müdahalelerin yolunu gözleyenlerin ekmeğine yağ sürülmüştü.
Ekonomiyi düzeltmesi ise belki de tek işe yarar büyük başarısıydı.
Grenada’nın komünizm yanlısı yaklaşımına karşın ABD’nin tutumu
Grenada liderinin dış politikada Küba ile flört etmesi, komünizme yeşil ışık yakması Bishop ve iktidarının sonunu getiriyordu çünkü bunlarla yetinmeyen yerel hükümet devasa ölçülere sahip bir havaalanı ile ABD’nin nefretini kazanmıştı. Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan yeni inşa edilen havaalanı pisti ve yakıt depolarının ticari uçuşlar için haddinden fazla büyük inşa edildiğini, dolayısıyla Bishop’un asıl niyetinin adayı bir Sovyet-Küba hava üssüne çevirmek olduğunu ve bunun ABD için büyük bir tehdit oluşturduğunu iddia ettiği açıklaması konuyla ilgilenenlerin kulağında taze bir seda…
İşgal için ortam hazırdı
Bishop ve hükümetinin tüm bu adımları ABD’nin müdahale için gerekli koşulları yaratmaya yetmişti; 13 Ekim 1983 tarihinde başbakan yardımcısı Bernard Coard, Bishop’u tanıdık bir yöntemle, bir darbeyle alaşağı etmişti. İktidardan uzaklaştırılan Bishop ev hapsine alınmış olsa da darbeden rahatsız olan kitleler devrik liderin görevine dönmesi için toplu gösteriler yapmıştı.
Kaçarken öldürülen devrik başbakan
İddia buydu; Bishop, ev hapsinde tutulduğu konuttan kaçmaya çalışırken öldürülmüştü.
Tüm bunlar yaşanırken Hudson Austin yönetimindeki ordu ülkenin kontrolünü ele geçirmiş ve bir askeri konsey oluşturulmuştu. Bu kez de Birleşik Krallık valisi ev hapsine alınmış, sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti.
Dananın kuyruğu kopmalıydı
Koptu da. Bu son darbe, Grenada’daki sosyalist yönetimi devirme planları yapan Reagan yönetimi için uygun atmosferi oluşturmuştu.
ABD bu… Eline geçen fırsatı kaçırır mı? Hele hele bu fırsatı kendi yaratıyorsa…
ABD, zaten kendi kontrolü altında bulunan Doğu Karayip Devletler Orgütü (OECS)’dan Grenada’ya müdahale yönünde bir kararın çıkmasını sağlamış tutumlarıyla ABD yanlısı olan Jamaika ile Barbados’tan “yardım” sözü almıştı.
Ve perde açılmış, oyun başlamıştı; 25 Ekim 1983 sabahı Grenada semalarında ABD askerlerinin paraşütlü inişleri başlamıştı. Operasyon süresince kaba taslak 7.200 ABD ve 300 OECS (Doğu Karayip Devletler Orgütü ) askeri adaya ulaşmıştı. Tüm bu güçlere karşın yaklaşık 1.500 kişiden oluşan Grenada birlikleri ve destek için gelen 700 Kübalı asker işgale direnmek için hazır bekliyordu.
Beklenmeyen bir direnişle karşılaşan işgal güçleri adaya 2 tabur daha asker göndermeyi uygun bulmuştu. Üstün güç işgalcilere aitti çünkü sayıca üstünlük yetmediğinden taarruz helikopterleri ve deniz gücünün direnişi kırmasıyla işgal gerçekleşmişti.
Ardında yüzlerce ölü bırakmış bir işgal
Bu tip harekatların ardında güven duyulmayan bir “resmi veriler”in sunumu vardır bir de iddia edilen gayriresmi veriler…
İşte o resmi verilere göre (ABD) çatışmalarda 19 ABD askeri hayatını kaybetmiş, 116’sı da yaralanmıştı. Grenada’nın ise toplamda 45 askeri öldürülmüştü.
Farklı kaynakların açıkladığı gayriresmi verilere göre ise durum daha farklıydı; 100’den fazla ABD askeri ile 600’den fazla sivilin hayatını kaybettiği iddia edilmişti.
İşgal sonrası kınama yarışı
Birleşmiş Milletler, 38/7 numaralı kararıyla bu işgali kınamıştı.
Fakat kınamak bir işe yaramıyordu, yarasaydı bu olayın sonrasında dünyanın şaşkınlıkla izlediği ve kınama yarışlarının hız kesmeyeceği birçok ABD operasyonu yapılmaz, akan kan dururdu değil mi?
Neyse, İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olan Grenada’ya yönelik gerçekleşen bu işgal, Birleşik Krallık, Trinidad ve Tobago, ve Kanada’nın da tepkisini çekmişti.
Sonuç
Beklenenin aksine bir sonuç oluşmadığı gibi ABD kuvvetleri işgali iki sene kadar sürdürmüş ve kendi istediği nitelikteki “demokrasi”nin kurulmasıyla adadan çekilmişti.