Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Bu listede okuyacağınız hikaye Abdullah Palaz’ın gerçek hayat hikayesidir.
Abdullah Dayı, Konya cezaevine geldiğinde namı kendinden önce gelmişti. Ardında yedi cinayet vardı. Ama onun sorumlusu olduğu iddia edilen faili meçhul cinayetler de anlatılıyordu…
Bu durumda Abdullah Palaz, 10-15 kişinin katili olarak görünüyordu. Adı Konya Cezaevinde “Antep Canavarı’na” çıkmıştı…
Konya Cezaevi, ağası bol bir ceza evi idi. Yerli mahkumlar ile yabancı mahkumlar arasında hep bir sürtüşme vardı. Yerli mahkumlar yabancılara hemen hemen hiçbir hak tanımıyordu…
Bu durum Abdullah Dayı’nın yapısında olan bir insan için kabul edilecek bir durum değildi. Yerli mahkumlar idare ile de iş birliği yapıyor ve cezaevini cehenneme çeviriyorlardı.
Ama Abdullah Dayı gibi bir mahkumun gelişi yerlileri rahatsız etti. Ondan hem çekiniyorlar hem de O’na bir şeyler yapıp sindirmek gerektiğine inanıyorlardı…
Abdullah Dayı anlatıyor;…
Ama benim de bir şeyler yapmam gerekiyordu. Yerli Konyalı efeler çok kalabalıklar, hepsi aynı koğuşta kalıyor, voltaya hep birlikte çıkıyor, hiç açık vermiyorlardı…
“Bundan daha kötüsü ise henüz dışarıdan hiçbir alet getirtememiştim. Bende silah olarak hiç bir alet yoktu ama, param boldu. bununla bir şeyler elbette yapacaktık…”
“Biz yedi Antepli bize karşı olan kışkırtmalara, hareketlere hiç aldırmadan günlerimizi geçiriyorduk…”
“Voltaya birlikte çıkıyoruz , birlikte oturup birlikte kalkıyoruz. Efeler de durup dururken bize saldıramıyorlar. Çünkü namımızı biliyorlardı. Benim silahsız olmayacağıma inanıyorlardı. Onların hesabı beni yalnız sıkıştırıp işimi bitirmekti…”
“Ben ortadan kalkarsam çok ünlü bir mahkum hallettikleri için onların namı artacaktı. Benim hesabım ise onların tümünün işini bitirmekti…”
“Kaç kişilerse kaç kişiler, kalabalıklarsa kalabalık. Konya’ya gelişimin on beşinci gününde bir gardiyan ile dostluk kurdum…”
“Oradan buradan laflarken sonunda buna çıkarıp elli lira verdim. “Aman agam” dedim…”
“Ne olur bana yedi bıçak bir de ateşli silah getir. Korkma seni ele vermem, bu silahlar gelince sana ayrıca yüz lira daha veririm…”
“Biraz nazlandı, höngör möngör etti ama ben bıçaklar gelince veririm dediğim yüz lirayı da çıkartıp verince…”
“Peki” dedi, ” yarın silahları elinde bil. Ama beni ele vermeyeceksin. Senin yiğitligine güveniyorum. Koskoca Antepli Abdullah’sın sen…”
“Hemen ertesi gün silahlar geldi. Yedi Antepli’nin her biri artık silahlıydı. Bıcaklarımız vardı ki nasıl; her biri söğüt dalı gibi sürmene bıçaklar…”
“Ben daha o gece planı yaptım. Arkadaşlara planı anlattım…”
“Sabaha karsı bunların koğusunu basacağız. Kapılarını patlatacağız. Dikkatli olun, yataklarından kalkmadan bastırmamız gerekiyor…”
“Yalnız ölüm istemiyorum, parmak işi (santim işi) yapacağız, göz dağı vereceğiz bunlara. Ölüm olursa bizi burdan gene sürerler. Yaralamada kalırsak sürmezler. Onlar da bizim üstünlüğümüzü kabul ederler. İyi bir düzen kurarız içerde, kimseyi ezdirmeyiz. kumarı, esrarı yasaklarız, fakirin elinden tutarız. Önden ben dalacağım içeri, siz girinceye kadar ben en efelerinden 3-4’ünü haklarım. Geri kalanları da siz içeri girince birlikte yıkarız.”
“Sabaha karşı bizim koğusun kapısını yavaşça açıp dışarı çıktık. Bu yerli efelerin yattığı koğuşun önüne geldik…”
Onlar kendilerini emniyete almışlar, koğuş kapısı içerden sürgülü. Benimle birlikte bir arkadaş daha gerilip kapıya yüklendik. Kapı anında patladı. İlk içeri ben daldım. Kalın deve tüylü paltomu sol koluma doladım. Onunla bir kalkan gibi göğsümü koruyacaktım. Şimdi bu Konyalı efeler gafil avlanmışlardı…
“Daha ne olduğunu anlamadan uyku sersemi bıçağı yiyorlardı. Ben en dipteki ranzaya varıp bir altta bir üstte daldırdım bıçağı…”
“Onlar daha “ah anam yandım” derken bu sefer de tam karşı ranzanın üstünde ve altında yatanlar yediler bıçağı. Ama öylesine daldırıyordum bıçağı, ölümüne değil. Parmak işi yani…”
“Ben dipte işi bitirirken arkadaşlar da içeri dalmışlar, kapı yanındaki ranzadan işe başlamışlar. Onlar da aynı benim gibi parmak işi yapıyorlar…”
“Bacaklarına, butlarına, kollarına… Bir bağırtı, bir cayırtı ki görmeye değerdi yani. Yaralananlar sanki çok ağır yara almış gibi yerlerinden kalkmıyor ölü numarasına yatıyolardı. Bunlara dönüp…”
“Bakın” dedim.. “yaptığınız işler hep yanlıştır. Yoksulu kimsesizi ezersiniz. İdare ile iş birliği yapar cezaevini cehenneme çevirirsiniz…”
“Bizim gibi yabancılara hiçbir hak tanımak istemezsiniz. Bunlar yanlıştır. Bu size bir ders olsun. Bir dahakine işi böyle ufak bırakmayız, can alırız. Bunu iyi bilesiniz. Sonra şunu da unutmayın. Biz buraya camiiden gelmedik. Bizim hepimizin sırtında idamlar var. Tek durun bundan sonra…”
“Biz koğusumuza girdiğimizde idare kapısı açılıp içeri gardiyanlar ve jandarmalar doldu. Bağırmaların seslerin geldiği yöne doğru koştular…”
“Tabii yaralamaları yapanlar ortada yoktu. Vurulanların ifadesine göre koğuştan bizi aldılar. Biz bıçakları çoktan kaybetmiştik. Çiviydi dedik, şişeydi dedik, bıçakları vermedik. Vermedik ama bu davranışımız idarenin üstünde kötü bir tesir yaptı. Aletleri vermememiz onların disiplinini kırdığı gibi, bu aletler bizde oldukça başka hadiseler de yapacağımızdan korkmuşlardı…”
“Ben bunun hesabını yapıyordum. Bizim yedimizi birden alıp kapalıya götürürler, orada yıkarlar bizi…”
“Bunu isteseler yapabilirlerdi. Ama yapmıyorlardı. Bir hafta idare bizim üstümüze gelmedi. Biz de hiç gürültü patırtı yapmadan oturuyorduk. Sonunda ne olacağını gördük. Ben bu Konyalı efeleri öldürmez de işi yaralamada bırakırsak bize sürgün çıkmayacağını hesaplamıştım. Sürgün çıkmayınca da yaptığımız olaydan sonra cezaevinde hakimiyeti elimize alırdık…”
“Ama biz olayda kullandığımız aletleri vermeyince; şişti, şişeydi falan deyince, idare işi başka türlü çözememiş…”
“Ve bizim hepimizin sürgününü çıkarmıştı. Olaydan bir hafta sonra her zamanki gibi gece yarısı koğuşumuzun kapısı açıldı. Hepimiz dışarıya çıkarıldık ve tepeden tırnağa arandık. Sürgünümüz Afyon’a çıktı. Biz Antepli yedi kişiydik, bize karşı çıkmayan, bizlerden yana gözüken beş de Konyalı arkadaş bizim aramızdaydı…”
Bir dahaki hikaye listemizde “Afyon Sürgünü ve Afyon Cezaevi’ndeki hikayesi” anlatılacaktır…
Kaynak: Azrail’in Öbür Adı Abdullah Palaz Kitabı’ndan cümleler değiştirilmeden listelenmiştir.