Gün geçmiyor ki arşivlerimizden ilginç ve kan donduran olaylar çıkmasın. Şimdi de Türk kriminal arşivine 50 yıl önce ‘Türkiye’nin ilk eşcinsel seri katili’ olarak adını yazdıran bir seri katilin hikayesine şahit oluyoruz.
Bu hikaye Murtaza Berkamel kaleminden ve Haberturk‘den kaynak alınarak listelenmiştir.
Abdullah Aksoy, nam-ı diğer “Çumralı Canavarı” Konya’nın Çumralı köyünde yaşayan ve son zamanlarda yalnız kalan bir adamdı.
Babası Mehmet Emin hacıydı. 3 kardeşinden ikisi Almanya’ya gitmiş, diğeriyse Konya’da arabacılık yaparak hayatını sürdürüyordu. Kendi halinde kimsesiz bir genç olarak yaşayan Abdullah’ın 15 yaşında geçirdiği araba kazasından sonra sara hastalığı nüksetmiş ve bundan sonra bu hastalık olumsuz olayların gerçekleşmesindeki nedenlerden biri olmuştu.
Saralı olduğu için mahalledeki herkes ona acıyordu. Ufak tefek inşaat işleri ona verilir, geçimini sağlasın diye ellerinden gelen her şeyi yaparlardı. Fakat Abdullah yalnızdı. Hem sara hastası hem de toplumdan gizlediği cinsel kimliği bulunuyordu. Abdullah’ı yalnızlaştıran homoseksüelliğiydi. Öyle ki iki karısı sara hastalığından ve de cinsel kimliğinden dolayı kendisinden kaçmış ve bunu öğrenen babası onu evden kovmuştu. Çevre Abdullah’ın neden köyün bir ucunda tek başına sessiz sakin yaşadığına anlam veremiyordu. Soruları sürekli yanıtsız bırakıyordu.
Hacdan dönen arkadaşının ziyaretine gelen Muharrem Özkay’ı öldürmesi.
Hadim ilçesinin Sarıhacı köyünde yaşayan Muharrem Özkay hacdan dönen arkadaşını ziyaret etmek amacıyla Çumralı’ya gider. Muharrem Özkay’dan karısı 4 gündür haber alamayınca direkt Çumralı polisine başvurur. Polis bu gizemli kayıp vakası için hemen soruşturma başlatır. Soruşturma sonucunda kayıp köylünün en son; sol şakağında derin bir yara izi bulunan, orta boylu, iri kemikli sarışın bir adamla görüldüğü ortaya çıkar… Bu adam da Abdullah Aksoy’un kendisinden başkası değildir.
Polis Abdullah’ı hemen sorguya çeker. Karakoldaki sorgusunda sürekli “Ben kimseyi evime götürmedim. Abdestinde namazında bir adamım. Suçum yok” der. O yıllarda 33 yaşında olan Abdullah, en sonunda “Evet ben evime götürdüm ama tam kapıya geldiğimizde sara nöbetim tuttu. Kendime geldiğimde misafirim ortalarda yoktu.” diyerek sorgusunu tamamlar.
Komiser İbrahim Altan, kayıp köylünün karısı ve polis memurlarıyla birlikte şüpheli Abdullah’ın evine gitti. Ev baştan aşağıya suç mahalliydi.
Polisler bir yandan Abdullah’ı sıkıştırırken bir yandan da eşyalarını karıştırarak evini arar. Bir polis memuru önce yatak çarşafında sonra da toprak zeminde kan izlerini bulur. Odanın köşesindeki eşya yığının arasında kayıp köylünün cep saati bulununca karısı hıçkırıklara boğulur… Diğer odadaki kamış yığınlarının arasından ise kanlı bir keser ‘ben buradayım’ diye bağırıyordur… Polislerden birinin gözü sobanın altındaki toprak yığınına takılır. Kazılan yerde, kaybolan adamın cesedi yarı çıplak ve baş aşağı duruyordur. Abdullah’a ise ‘Ben yapmadım’ demekten başka bir şey kalmıyordur…
“Ona acıdım evime aldım. Ben pasif homoseksüelim. Aramızda tartışma çıktı. Şeytana uydum öldürdüm”
Abdullah Aksoy’un ertesi gün sorgusundaki beyanları bu şekildeydi. Komiser İbrahim Altan daha sonra Çumralı’da yıllardır konuşulan ve aydınlanamayan kayıp vakalarının Aksoy’la ilgili olduğundan şüphelendi. Daha sonra Aksoy’un kaldığı evin asıl sahibine bahçeyi kazmaması emredildi. Bir süre sonra toprağın kabarmasıyla buna mecbur kalan arsa sahibi bahçeyi kazdı ve bir kemik parçasına rastladı. Hemen polise haber verdi. Bu 55 yaşındaki Himmet Yılmaz’ın cesediydi.
Bu olayın ardından aynı Muharrem Özkay gibi öldürülen 30 Mart’ta Mevlüt Karaca’nın, 31 Mart’ta Süleyman Aslan’ın, 8 Nisan’da ise Mehmet Can’ın iskelet haline gelmiş cesetleri, derinliği yarım metreyi bulan kuyulardan çıkarıldı.
Abdullah Aksoy artık tutuklanmıştı ve idam cezasına çarptırılmıştı. Fakat Abdullah’ın elinden kaçırdığı fazlasıyla da insan vardı.
Türkmen Cami köyünden Salih Öner aynen şu beyanları veriyordu;
“Aynı inşaatta çalışıyorduk. Bir gün bana ‘Sen iyi insansın. Yalnız biri olduğun için sana acıyorum. Gel benim evimde beraber oturalım’ dedi. Bir tek yatağı vardı ve yerde serili duruyordu. Mecburen beraber yattık. Gecenin bir vaktinde, onun ensemde dolaşan sıcak ve bir boğanınki kadar kuvvetli nefesiyle uyandım. Beni okşuyordu. Kibrit çakıp yüzünü görmek istedim. Çok öfkelendi. Bir anda yastığının altına soktuğu elinde bir keser gördüm. Ben sadece korkutmak istiyor sanmıştım. Hâlbuki o vurmaya başlamıştı bile. Aman demeye kalmadı, bayılmışım. Kendime geldiğimde, onun, bahçeden gelen küfürlerini duydum. Elinde kazma, çukur kazıyordu. Şimdi anlıyorum ki bu çukur benim içindi. Öldüğümü sanmıştı. Zorla kendimi toplayıp, pencereden kaçtım. O hâlâ arkamdan sövüyordu ama peşimden gelmiyordu.”
Bu olayın ardından mahkemeye gitmiş olsalar da hakim Aksoy’u haklı bulup Öner’i İki aylık hapis cezasına çarptırıyor.
Türkmenköy’ün bekçisi Ahmet Kurtu da Abdullah Aksoy’un elinden kurtulanlardan… Danası kaybolan Kurtu’ya danan bende diyerek tuzak kuruyor ve keserle tehdit ederek ona tecavüz ediyor. Ardından adama ‘Paçayı kurtardın…’ diyor.