“Uluslardan çok bir savaşın, savaşlardan çok bir aşkın hikayesi… İlyada. Homeros’un kelama gelmesiyle, asırları aşan bir aşktır onlarınki. Macera dolu, yakıcı ve yıkıcı… Spartalı Helen ve Troyalı Paris. Antik Yunan tanrıçaları Afrodit, Hera ve Athena arasında yapılan belki de ilk güzellik yarışmasının tek jüri üyesidir kadınların tutkulu aşığı Paris. Afrodit’in ona vaadidir, dünyalar güzeli Spartalı Helen. İleride, nice yiğitlerin kanını dökecek olan, oysa Paris’in duyduğu an başını döndüren, lanetli bir vaaddir bu. Bir barış ziyafetinde kaçırdı Paris Helen’i Sparta’daki koca evinden ve başladı lanet. Öyle bir lanet ki, Helen’i geri almak için Troya’ya saldıran Akhalar, savaş sonunda yakıp kül ettiler güzel atların ülkesini.
Onlar, savaşın kanlı gölgesinde, kimi zaman pişmanlık ve suçlulukla, kimi zaman ikisini de titreten bir tutkuyla ama hep şevkatle ve değil bir an, her an kaybetmek kaygısıyla yaşadılar aşklarını. Paris, Neoptalamos’un zehirli okuyla öldüğünde, Helen’in de ait olduğu bir yer kalmamıştı bu hayatta. Kendi ülkesinde bir hain, Troya’da ise lanetli bir cadı olarak anıldı. Oysa o sadece yüreğinin sesini dinleyen cesur bir kadındı. Kocası Menelaos savaş sonunda onu geri almayı başarsa da; onun şerefinin ispatı bir savaş ganimeti, hatta bir nevi köleydi Helen. Paris ise onun tek eviydi. O yüzdendir ki, Yunan diyarına döndükten sonra nasıl yaşadığını ya da öldüğünü bilmiyor kimse. Homeros diye biri, bunu hiç anlatmadı ki; kendi yüreğinden sürgün edilmişti Helen. Peki, suçlu muydu Paris’e kaçmakla? Bilirsiniz işte; aşkın iradesine yenik düşen her aşık kadın kadar…”
1. Yakılıp, yıkılsa da dokuz kere yeniden kuruldu
Troia’nın önemi, Homeros’un İlyada Destanı’nda anlattığı Troia Savaşı’na sahne olması. Binlerce yıllık geçmişi olan Troas ve Troia kenti, Çanakkale-Tevfikiye Köyü yakınlarında. “İlios” veya “İlion” olarak da anılan kentin yeri, antik dönemde adları Skamandros (Karamenderes) ve Simois (Dümrek) olan ırmakların vadileri arasındaki kalkerli bir platonun eteğinde, Ege Denizi kıyısından 6 km ve Çanakkale Boğazı kıyısından 4.5 km uzaklıkta, stratejik öneme sahip bugünkü Hisarlık tepesinde. MÖ. 3000’lerden başlayarak MS. 500’lere kadar yerleşimin sürdüğü bu kentte gerçekleştirilen kazılarda, 10 farklı kent katmanı ve 50’den fazla yapı evresi tespit edilmiş. Anadolu’da tarih öncesi döneme ait ilk sistematik kazı Troia’da başladı. Schliemann tarafından 1870 de ilk kez kazılan Troia’da 1893-94’deki kazı projelerini Wilhelm Dörpfeld yürüttü. Uzun bir aradan sonra 1932-38 yılları arasında Carl W. Blegen höyükte kazılar gerçekleştirdi. Yeni dönem kazıları ise saygı ve sevgiyle andığımız Manfield Osman Korfmann tarafından 1988’de başlatıldı ve 2005’e kadar aralıksız devam ettirildi. Günümüzde kazılar Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nden, aynı zamanda Korfmann’ın da öğrencisi olan Prof. Dr. Rüstem Aslan tarafından sürdürülüyor.
2. Troia’nın katmanlarında bir gezinti…
Tarihin, “aşk, kahramanlık ve uygarlık yuvası” olarak tanımladığı bu şehir üzerine birçok destan yazıldı ve bu destanlar sayesinde Troia’nın hikayesi günümüze kadar yaşayabildi. Troia’nın kurucuları Dardanos’un çocukları ve torunları. Yunan Mitolojisi’ndeki her kahramanın, kendisinden önceye dayanan ve varlık sebebini de belirleyen bir ecdat hikayesi vardır ve tüm bu kahramanların efsanelerde yer almasının başlıca belirleyicisi, ecdatlarında mutlaka tanrı/ça-ların bulunmasıdır. Zeus oğlu Dardanos, oğlu Erikhtonios, oğlu Tros, oğlu İlios, oğlu Laomedan ve onun da oğlu Troia Savaşı’ndaki Kral Priamos ve savaşın baş aktörleri olan oğulları Hektor ile Paris…
3. Kuruluş efsanesi: Tanrı/ça-ların hem kutsadığı hem de lanetlediği şehir
Titan İapetos’un oğlu Atlas’ın sonradan birer yıldıza dönüşen yedi kızı varmış. Ölümlü ölümsüz, kendisine durmadan yeni sevgililer arayan Zeus, aynı zamanda bizim Ülker dediğimiz takımyıldıza da ismini veren ve yedi kız kardeşten oluşan “Pleiadesler”den biri olan Elektra’yı gözüne kestirmiş ve bu birleşmeden Dardanos, İlision ve Harmonia doğmuş. Elektra, Dardanos’u Yunanistan’daki Arkedia’da dünyaya getirmiş. Dardanos bir süre kardeşi İlision ile birlikte Samothrake (Semadirek) adasında yaşamış. Daha sonra ada sular altında kalınca Anadolu kıyılarına geçmiş. Dardanos, Anadolu’ya geldiğinde Troia kentinin bulunduğu Troas bölgesinin kralı, erkek varisi olmayan Kral Teukros’un konuğu olmuş ve kızı Batieia ile evlenmiş. Bu evlilikten Erikhtonios doğmuş. Erikhtonios’dan sonra oğlu Tros kral oluyor. Tros döneminde Troia adını alan kente, Tros’un oğlu İlios’un döneminde de”İlion” adı veriliyor. Homeros’un orijinali “İlias” olan eserinin adı da buradan geliyor. İlios, Pyiygia Kralı’nın düzenlediği bir yarışmaya katılmış ve birinci gelmiş. Ödül olarak da kendisine benekli bir inek verilmiş. Kahinler ya da biliciler, bu ineği izlemesini ve onun yatıp yerleşeceği yerde bir şehir kurmasını söylemişler. İnek de gide gide Zeus’un kızarak Olimpos’tan fırlattığı hata ve budalalık Tanrıçası Ate’nin düştüğü tepede durmuş. Tanrıçanın uğursuzluğunun bu tepeye de bulaşmış olduğunu düşünmesine rağmen İlios, şehrini kurmaya karar vermiş. Zeus’tan şehir için bir güvence ya da işaret göndermesini dilemiş. Zeus da Palladion’u indirir. Troia kentinin koruyucusu sayılan bu heykel, sağ elinde mızrak, sol elinde kalkan tutan bir Athena heykelidir. Bu heykel için İlios’a bir tapınak yapılır. (Palladion, Troia’da olduğu sürece kentin fethedilmesi olanaksız olduğundan, Troia Savaşı’nın kahramanlarından Odysseus ve Diomedes, daha sonra onu çalacaklardır.) İlios öldükten sonra yerine oğlu Laomedan geçer. Laomedan, düzenbazlığı ve yalancılığı ile tanınan bir kraldır. Savunmayı güçlendirmek için kentin çevresine hiçbir düşmanın aşamayacağı bir sur yapmaya girişir. Tanrı Apollon ve deniz tanrısı Poseidon’dan yardım ister. Ne var ki surlar bitince tanrılara söz verdiği adak ve diğer şeyleri yerine getirmez. Buna öfkelenen tanrılar, Troia’ya bir deniz canavarı gönderirler. Yine bir Zeus oğlu olan yiğit Herakles, canavarı öldürme işini üstlenir. Ancak bunun karşılığında Laomedan’ın atlarını ister. Laomedan bu sözünü de yerine getirmeyince Herakles öfkeye kapılarak onu öldürür ve Troia‘yı yağmalar. Fakat yine de oğullarından birinin hayatını bağışlar. İşte Laomedon’un, Herakles’in gazabından kurtulan bu oğlu, Troia Savaşı’ndaki cesareti ve bilgeliği ile ünlü Troia Kralı Priamos’tur.
4. Roma şehrini Troialılar kurdu
Troia’da Hektor’dan sonra en büyük kahraman sayılan Dardanya prensi Aeneas, Troia kralları soyundan olan Ankhises ile Afrodit’in oğlu ve Troia Savaşı’nın kahramanlarından biridir. Bu Anadolulu prens, Roma’nın milli kahramanı ve İmparator Augustus’un atası sayılıyor. Savaş kaybedildikten ve Troia düştükten sonra katliamdan kaçıp kurtulan ve yeni bir yurt arayan Troialılara önderlik etti. Önce sağ kurtulanlarla beraber Kaz Dağları’nın güneyindeki Antandros (Altınoluk) kentine gelip buradan gemi ile denize açıldılar. Rüzgar onları Kartaca’ya sürükledi. Kartaca Kraliçesi Dido’nun bir süre misafiri olduktan sonra tekrar yola koyulurlar ve Orta İtalya’da Tiber Nehri kıyılarında karaya çıkarlar. Aeneas, bölgenin yerli halkı Sabinlerin kralı Latinus’un kızı Lavinia ile evlenir ve Lavinium kentini kurar. Aeneas’ın yukarıdaki maddede hikayesini anlattığımız Palladion’u beraberinde kaçırıp, daha sonraları Roma adıyla anılacak olan bu kentin bulunduğu yere diktiği belirtilir. Onun torunları Romulus ve Remus, Roma İmparatorluğu’nu kurdu. Latin şair Vergilius’un “Aeneis” isimli şaheserinin konusu olan Aeneas’ın hikayesinde, Tanrı/ça-lar, kral Priamos soyunun sona ermesine fakat Dardanos soyunun devam etmesine karar vermişlerdir. Bu nedenle Aeneas, annesi Afrodit’in yol göstermesi sayesinde yakınları ve halkıyla İtalya’ya varabilecektir. Bu nedenle Troia soyundan geldiklerine inanan Romalılar, onu kutsal şehir sayarlar.
5. Troia Savaşı’nın sebebi
Şehrin kuruluşu gibi, ünlü Troia Savaşı’nın temelleri de pek tabii ki mitolojik bir hikayeye dayanıyor. Tüm zamanların en iyi savaşçısı olan Akhilleus’un babası Teselya Mirmdonlarının Kralı Peleus ile Nereidlerin en güzeli, su perisi Thetis’in Olympos’ta yapılan evlenme merasimine çağrılmayan nifak tanrıçası Eriş, intikamını almak için üzerine “en güzele” diye yazdığı altın elmayı tanrıçaların masasına atar. “En güzel benim” diyen tanrıçalar arasında kavga çıkmasına sebep olur. Zeus’tan baş tanrı olduğu için hakemlik yapması istenir. O da İda Dağı’nda çobanlık yapan Paris’i hakem seçer. Paris, kahinler tarafından Troia’ya uğursuzluk getireceği kehaneti yapıldığı için bebekken İda Dağı’nda ölmeye terkedilmiş ancak bir dişi ayı tarafından büyütülerek delikanlılık çağına gelmiştir, esasen Troia Kralı Priamos’un oğludur. Athena, Hera ve Afrodit altın elmayı kendisine vermesi için Paris’e, tarihte ilk rüşvet olarak kabul edilen çeşitli vaatlerde bulunurlar. Paris ise altın elmayı kendisine “dünyanın en güzel kadını”nı vaadeden Afrodit’e verince, Troia’nın sancılı kaderi çizilir. Bu duruma bozulan diğer tanrıçalar, Paris’e lanet okurlar ve ülkesine en büyük felaketi getirmeye ant içerler. Şehre gelen Paris’in İda Dağı’na bırakılan prens olduğu anlaşıldığında, kendisi bir varis gibi yaşaması için saraya davet edilir. Bir müddet sonra siyasi görevler almaya başlayan Paris’e Sparta ile iyi ilişkiler kurması görevi verilir. Yunanistan’a elçilerle beraber giden Paris, Sparta Sarayı’nda Menelaos’un güzel karısı Helene ile tanışır ve ona aşık olur. İki sevgili Afrodit’in yardımıyla kaçarak Troia’ya gelirler ve böylece Akhalar ile Troia halkı arasında yaklaşık 10 yıl sürecek olan Troia Savaşı’nın sebebi oluşmuş olur. Yunanistan’da Troia seferi için toplanmaya başlayan Birleşik Yunan ordusunun başkomutanlığına aynı zamanda Menelaos’un da abisi olan Miken Kralı Agamemnon seçilir. Menelaos’un yıkılan onurunu kurtarmak ve Helen’i geri almak için 29 ilden 100 bin kişilik bir ordu toplanır. Bunlar 47 bey komutasında 1000 gemi ile Troia seferine çıkar. Troia’yı korumak için ise Kral Priamos’un büyük oğlu Hektor komutasında Anadolu’nun dört bir yanından gelen kuvvetler toplanır. Anadolu ordusunu 27 komutan idare etmektedir.
6. Savaşın yenilmez kahramanı: Akhilleus
MÖ. 1180’e tarihlenen Troia Savaşı’nı, Homeros MÖ. 730 yılında kaleme aldığı “İlyada” (İlias) Destanı’nda anlatır. 24 bölümden oluşan destan, on yıllık savaşın yalnızca son 51 gününü ele alır. Destan, Hektor’un ölümü ile biter ancak savaş bitmemiştir. İlyada sonrası olayları da, başka yazarlardan öğrenebiliyoruz. Hektor’u, Sarpedon’u ve Amazon kraliçesini öldüren Akhilleus, bir kayanın arkasına saklanan Paris’in oku ile topuğundan vurulararak ancak öldürülebilir. İnsanın en zayıf noktası anlamına gelen ve topuktaki bir tendona da adını veren “Aşil’in topuğu” deyiminin nasıl türediğini de tam burada anlatalım. Efsaneye göre, küçüklüğünde annesi Thetis tarafından “öldürülemez” olsun diye, Ölüler Ülkesi’nin ırmağı Styx’e batırılan Akhilleus’un; annesi tuttuğu için su değmeyen topuğu, onun tek zayıf noktası olarak kalır. Kutsal ırmakta tepeden tırnağa yıkanan Akhilleus, çok güçlü olduğundan hiçbir darbeden etkilenmez hale gelir. Ne ok ne de kılıcın işlediği Akhilleus, adeta bir zırhla kaplanmıştır.
7. Homeros’un Odysseia’sının baş kahramanı kurnaz ve hilekar Odysseus
Devam eden savaşta iki taraf birbirine kesin bir üstülük sağlayamayınca, Akhalılar Troialılara çok kurnazca bir oyun oynarlar. Akhalıların en akıllı krallarından Odysseus, bir tahta at yapma fikrini ortaya atar. Plana göre Akhalılar savaştan çekiliyor gibi gözüküp geride çok büyük bir tahta at bırakırlar. Odysseus ve diğer seçkin komutanlar atın içine gizlenirken, diğerleri denize açılıp gemileri Tenedos’un (Bozcaada) arkasına, Troialıların onları göremeyeceği bir şekilde gizlerler.
8. Tahta atın Troia’ya alınması
Barış özlemiyle yanıp tutuşan Troialılar, şehir kapılarının önüne bırakılan tahta atı, Lakoon ve Kassandra’nın bunun bir aldatmaca olduğu konusundaki uyarılarını dikkate almayarak, Tanrıçaları Athena’ya barışın sembolü bir adak olarak sunmak üzere içeri alırlar. Gece barış kutlamalarıyla coşup alkolün etkisiyle sızdıklarında, atın içinden çıkan Akhalı savaşçılara gafil avlanırlar. Bu sırada Troia’nın surlarına yaklaşmış olan Akha ordusunun kente girmesini sağlamak üzere kapıları açarlar. Akha ordusu, şehri yakıp yıkar ve önlerine gelen herkesi öldürürler. Troia’nın baştan sona yakıldığı bu korkunç katliam sonrasında Menelaos Helen’i alarak Yunanistan’a yelken açar. Bu katliamdan kurtulan Prens Aeneas yanına aldığı bir grup insanla İtalya’ya giderek orada Roma’yı kurar.
9. Troia’nın yaşam kronolojisi
Dokuz kez yakılıp yıkılan Troia, uzun arkeolojik geçmişi sayesinde takip edilebilir, sağlam bir kronoloji vermesiyle de ünlü. MÖ. 2920 yılında kurulan I. Troia, MÖ. 2600 yılında bir yangınla sona erer. Yanan şehrin üzerine 9000 m²’lik II. Troia kurulur (MÖ, 2600-2450). Bu kent kültür ve sanatta o kadar ileri gitmiştir ki; Alman tüccar ve amatör arkeolog Heinrich Schliemann’ın bulduğu ve Priamos’un zannettiği ve yurt dışına kaçırdığı hazine II. Troia’ya ait. Kentin çevresi, 330 m²’lik, altı taş, üzeri kerpiç olan bir surla çevrilmiştir. I. Troia’nın 11, II. Troia’nın 8 yapı evresi vardır. Taş döşeli rampalı kapıları ile öne çıkan II. Troia, uzun ev denilen megaronlar ile çift sütunlu Yunan tapınağının öncüsü oldu. Maalesef şehir iki kez yangın geçirerek son buldu.
II.Troia’nın üzerinde MÖ. 2450-1700 yıllarına kadar yaşayan III. IV. ve V. Troia’nın sonunu getiren de yine yangınlar olmuş. Ardından görkemli VI. Troia kurulur. MÖ. 1700-1250 yıllarında varlık gösteren ve 20 bin m²’lik bir alanı kapsayan VI.Troia, sağlam surları ile yepyeni bir krallığın merkezi. Surlar biçim ve tekniği ile Ön Asya’da rastlanan benzerlerinin en önemlisi. Bugün antik kentin ziyaretçileri, VI. Troia’nın görkemli surlarını, evlerini, saraylarını ve kapılarını görebilme şansına sahipler. VI.Troia’nın sonunu getiren ise MÖ. 1250 yılında yaşanan büyük bir deprem. Surlar ve ihtişamlı kulelerinde tespit edilen çatlaklardan depremin ne kadar şiddetli olduğu anlaşılıyor. Son kazılarda ele geçen bir mühürden bu kentin Wilusa adı ile Hititler’e bağlı bir beylik merkezi olduğu tespit edildi.
10. Bir destanın gerçekliğinin kanıtlanmasının yarattığı hayret ve şaşkın mutluluğu…
Troialılar, yıkılan Troia’nın üzerine VII. Troia’yı kurarak yaşamaya devam ettiler. Ünlü Troia Savaşı’nı yaşamış olan bu kent MÖ. 1250-1040 yıllarına tarihlenir. Kentin sokaklarında ok, mızrak gibi silahların bulunması ve kalın bir kül tabakasının oluşu destanın arkeolojik delillerle de ispatlanmasını sağlıyor. Bu katlarda bol Miken kaplarının bulunuşu, bilim insanlarını da, savaşın geçtiği katın bu olduğu sonucuna götürdü. Bu tabakanın kendi içinde de evreleri mevcut. VII a evresi MÖ, 1150’ye kadar devam eder. Sonra VII b tabakası görülür. Bu tabakanın, VII b1, VII b2 ve VII b3 olmak üzere MÖ 1150-950’ye kadar devam ettiği ve bir yangınla son bulduğu bilinir. Troia’da MÖ. 950’den MÖ. 700’lere kadar sönük bir yaşantının olduğu izlenir. Bu dönemin insanları eski Troia’dan kalmış malzeme ve evleri kullanmışlar. Ardından gelen MÖ. 700-85 dönemi VIII. Troia ve MÖ. 85-MS. 500 yılları yaşamış olan şehir ise IX. Troia olarak adlandırılır ki, bu tabaka Roma Dönemi Troiası’dır. Troia X’da ise MS. 13. yüzyılda başlayan Bizans yerleşmesi, MS. 14. yüzyılın ortalarına kadar sürer. Bu tarihten sonra da o dönemdeki büyük politik değişiklikler nedeniyle Troia, kültür hayatındaki eski önemini kaybetmiş ve ve en sonunda terk edilip zamanla unutularak, toprak altına gömülmüş. MS. 17. yüzyıldan itibaren ise özellikle Avrupalı aydınların artan Troia ilgisi, 19. yüzyılın ikinci yarısında Heinrich Schliemann’la doruk noktasına ulaştı ve bu önem günümüze kadar devam etti.
11. “Troia Atı metaforik bir öğedir, içinde de bir ‘fikir’ ve ‘tarih dersi’ saklıdır”
“Troia Atı ile ilgili arkeolojik bir buluntu yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır” açıklamasında bulunan Troia Kazı Başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan; “Çünkü bu olay Troia Destanı’na sonradan eklenmiş mitolojik bir öğedir. Ancak bazı araştırmacılar, Troia Savaşı’nın geçtiği dönemdeki en etkili savaş aletinin, kaleye uzaktan saldırabilen ve ata benzeyen bir biçimi olduğu, tarihsel süreç içinde bunun dönüşerek böyle mitolojik bir özellik kazandığını öne sürmektedirler. 1930’lu yıllarda Troia’da kazı yapan C. Blegen ve diğer bazı arkeologlar ise, MÖ. 1300’lerde Troia’nın bir depremle zarar gördüğünü ve bundan sonra Akhalar tarafından kolayca alınabilindiğini: Bu nedenle de deprem tanrısının sembolü olan atın böyle bir mitolojik öyküyle yoğrularak anlatılmış olduğunu ileri sürmektedirler. M. Korfmann dönemi kazılarında ise, at kemiklerine yoğun olarak sadece Troia VI (MÖ. 1600’lerden MÖ. 1200’lere) döneminde ortaya çıktığını saptamışlardır. Bu da Troia Savaşı’nın geçtiği dönemde atın çok büyük önem taşıdığını ve bu olayın mitolojik olarak bu şekilde aktarıla gelmiş olabileceğini belirtmektedirler. Arkeolojik olarak da Son Tunç Çağı’nın en etkili savaş aracının bir ya da iki atın çektiği savaş arabası olduğu bilinmekte. Yani savaşta stratejik ve güç anlamında atın önemi belirleyici bir unsur olmuştur. Homeros’un tüm bu öğeleri destansı mitolojik bir öykü ile (Troia Atı) bir araya getirdiğini kabul edebiliriz. Şu ana kadar bilinen an eski Troia Atı betimlemesi ise Mykonos’da (Yunanistan) bulunan vazo üstündeki kabartmadır. 1961 yılında Mykonos’da bulunan vazo MÖ. 670’e, yani Homeros’dan yaklaşık bir asır sonraya tarihlenmektedir. Bu eserde Troia Savaşı’nı anlatan sahneler betimlenmiştir. Bu sahnelerden bir tanesi de Troia Atı ve savaşçılardır. Daha sonra gördüğümüz tüm Troia Atı betimlemeleri bir şekilde bundan esinlenilerek yapılmıştır. Özetleyecek olursak; Troia Atı metaforik bir öğedir, içinde de bir ‘fikir’ ve ‘tarih dersi’ saklıdır” diyor. Bizse umarız bundan böyle, ölerek ve öldürerek ölümsüz olan kahramanların değil; yaşayarak ve yaşatarak ölümsüz olan kahramanların hikayelerini dinler ve anlatırız, diyoruz.
BONUS 1: Çizgilerle Troia Destanları: İlyada-Odysseia-Aeneis
Homeros’un Anadolu coğrafyasında geçen efsanevi Troia Savaşı ve kahramanlarını kendinden bin yıllar sonra gelecek nesillere aktardığı İlyada ve Odysseia’sı ve sürgün olmuş Troialıların makus kaderinin anlatıldığı Vergilius’un Aeneis’i, “Çizgilerle Troia Destanları”nda bir arada. Bu çizgi roman, çocuklar ve gençler için keyifli bir macera olduğu kadar ,yetişkinler için de efsaneye bir girizgah olma niteliği taşıyor. Hektor ile Akhilleus’un ölümcül mücadelesi, Odysseus’un memleketi İthake’ye varmak uğruna göğüs gerdiği tehlikeler, Aeneas’ın Troia halkına yeni bir yuva bulmak adına binbir tehlikeyi bertaraf etmesi ve Yunan tanrı/ça-larının çekişmeleri klasik çizgilerle anlatılıyor.
BONUS 2: Yeni Başlayanlar İçin Troya
Ömrünü Troya’ya adamış bir bilim insanı, Prof. Rüstem Aslan konunun Türkiye’deki en önemli uzmanı. 30 yıl önce Prof. Manfred Osman Korfmann’ın yeniden başlattığı kazılara bir öğrenci olarak katıldığından beri bu antik şehir ile yatıp kalkıyor. Troya kazılarının sorumluluğunu üstlenen Prof. Rüstem Aslan tarih ve edebiyat meraklıları için bir başucu kitabı kaleme aldı. Yeni Başlayanlar İçin Troya, Homeros’un yaşadığı dünyadan, yazdığı satırlardan, Akhilleus, Hektor ve Helen’nin hikayesine, arkeolojik katmanlardan günümüze uzanan bir içeriğe sahip. Ozanlar ozanı Homeros’un günümüzden 2700 yıl önce yazıya geçirdiği İlyada Destanı, uğruna pek çok kahramanın öldüğü Troya kenti için verilen mücadeleyi anlatıyor. On yıl süren Troya Savaşı, aynı zamanda Doğu’nun Batı’ya; Asya’nın Avrupa’ya karşı verdiği bir savaş olarak da kabul görür. Aradan geçen bin yıllar sonrasında Troya Savaşı, alevler içinde yanan bir kentin sembolü olmuş. Bu savaş, eşi benzeri olmayan öfkeyi, insan yüreğinin dayanamayacağı trajedileri, her şeyi bir anda tersine çeviren hileyi, yok olup giden kentleri ve umutları, en etkileyici şekilde anlatmak için bir başlangıç noktasıdır.
BONUS 3: Troy
2004 yapımı filmin yönetmen koltuğunda Poseidon’dan Kaçış, Kusursuz Fırtına gibi filmleri de çeken Alman yönetmen Wolfgang Petersen var. Brad Pitt, Diane Kruger, Eric Bana, Orlando Bloom, Sean Bean, Julie Christie, Peter O’Toole gibi güçlü bir oyuncu kadrosuna sahip filmde, Apollon kadar güzel görünen Brad Pitt’i, Akhilleus rolünde izliyoruz. Filmde kullanılan tahta at ise Warner Bros tarafından Türkiye’ye hediye edildi. 2004’ten beri Çanakkale Kordon’da sergileniyor.
BONUS 4: Troy: Fall of a City-Troya: Bir Şehrin Düşüşü
BBC-Netflix’in ortak projesi olan 2018 yapımı sekiz bölümlük bu dizide hikaye ayrıntılı biçimde özetlenmiş diyebiliriz. Hikayeyi bilenleri şaşırtan, diziye dair bir ayrıntı ise Zeus ve Akhilleus’un siyahi oyuncular tarafından canlandırılmış olması…