Kime göre, neye göre? Tabii ki bir kitabın, romanın iyi olup olmadığı okuyucunun yorum farklarına göre çeşitlilik gösterebilir. Ancak yine de listemizi hazırlarken görece daha nitelikli ve çok satanlar listeleri baş başa giden iki kriterim oldu. Geçtiğimiz senenin yeni çıkan kitapları bu yıl bitiminde iki yaşına giriyor, belki yeni baskısı çıkıyor. Bu yılın kitaplarıysa okuyucusuyla buluşmanın haklı sevinci içerisinde. Listemize geçerken; yeni senede edebiyat üretimlerinin her türlüsünün –yayınevi, kültür sanat merkezi, roman, şiir, yarışma ve festivaller vs.- daha da artmasını diliyor ve bizi niteliğinden taviz vermeyen eserlerin bekliyor olduğunu umuyorum. İşte devirdiğimiz bir yılın ardından 2018’in en iyi kitapları!
1. Fahrenheit 451 (Ray Bradbury)
Listemize muazzam bir bilim kurgu eserle başlamanın güzel olduğunu düşünüyorum. Distopya edebiyatının 1984’lerle, Cesur Yeni Dünya’larla beraber başını çeken Fahrenheit 451 kimilerine göre de en iyi distopik eser. Bir itfaiyeci olan ve mesleğini seven Guy Montag’ın yanmayan evlerin icadından sonra yeni bir görevi olur: kitap yakmak. Bulduğu tüm kitapları yakan ve bunu da on senedir gerçekleştiren Montag, Clarisse adlı 17 yaşındaki bir kız çocuğuyla tanışınca hayatı da tümüyle değişmeye yüz tutar. Bunca yıl hiç sorgulamadan ve hatta halka hizmet ettiğini düşünerek yaktığı kitapları neden yok ettiğini sorgulamaya başlar. Yaptığı işe, hatta özel yaşamına, en yakınlarına dahi farklı gözle bakmaya başlar. Böylesi bir değişimin ardından artık kitapların insanlar için bir düşman olmadığını anlar. Bunu da ilkin karısıyla paylaşmak istese de, eşi “radyonun resimlisi” olan televizyona çoktan mahkûm olmuş bir kadındır. Montag, bu yolda yalnızdır. Bilin bakalım yol onu nereye götürecek?
2. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (İlber Ortaylı)
“İnsan yetmişine gelince Atatürk’ü yazmalı” diyen Prof. Dr. İlber Ortaylı, bu eylemi fevkalade usta bir şekilde gerçekleştirdi. Bu büyük tarihçi ve aynı zamanda sıkı bir gezgin olan hocamızın mühim eserini okumak da bizlere düşer. Ekranlardan oldukça bildiğimiz ve kimi zaman da bir dede gibi bize tatlı nasihatler veren Ortaylı’nın yalan yanlış bilgilere, çarpıtılmış tarihe olan öfkesini düşünürsek bu kitap Başöğretmen Atatürk’ü kavramak, tanımak açısından önemli bir kaynak olsa gerek. Atatürk’ü Ortaylı farkıyla okuyacağınızın ilk emaresi de hocanın arka kapaktaki şu sözünden belli: “Tarihin akışını değiştiren, ona mührünü vuran veya büyük tehlikelere mâni olan liderlere her memlekette rastlamak mümkün değildir. Atatürk dünya tarihinin nadiren gördüğü bir dehadır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, hiçbir mağlup milletin direniş göstermediği zamanda siviller ve askerlerle dünyaya meydan okumuştur.”
3. Bir Çöküşün Öyküsü (Stefan Zweig)
20. yüzyılın ümitsiz münevverlerinden biri Stefan Zweig. Aydınlanmanın, aklın, sağduyu ve güzelliklerin Nazilerce alaşağı edilmesine daha fazla katlanamayarak eşiyle intihar etmiş, göçüp gitmişti. Ama oldukça çalışkan, üretken ve kültürlü bir adamdı. Öyle ki romanları da biyografik çalışmaları da bugün hâlâ aydınlanmamızı sağlayacak başlıca kitaplardan sayılabilir. “Bir Çöküşün Öyküsü” de aslında kısmi olarak biyografik unsurların görülebileceği bir eser. Zira XV. Louis devri Fransız sarayındaki bir aristokrat kadının gerçek yaşantılarına dayanır. Güç ve ilgi odağı olan Madame de Prie şatafatlı Paris zamanlarından sonra, sonu gelmez görünen sürgününde allak bullak olur ve saray etrafındaki eski eğlenceli, sığ işret âlemlerine geri dönmek ister. Kibirli bir kadın olan Madame de Prie düşünme melekesini de kaybettikçe sinsi bir planı yürürlüğe koymaya çalışacaktır.
4. Kırlangıç Çığlığı (Ahmet Ümit)
Polisiye, macera edebiyatının ülkemizdeki en belirgin ve iyi temsilcisi Ahmet Ümit’in son romanıdır. Yazar, kendisinin de ifade ettiği üzere bir romanı inşa etmezden evvel haftalar, aylarca belge ve tarih kitapları okur. Bu da kurmaca dünyanın içinde gerçek bilgiler verdiği takdirde yanlışa düşmemesini sağlayan en iyi yöntemi olsa gerek. Kırlangıç Çığlığı’nda bizi ne bekliyor? Diğer çoğu eserinin başkişisi gibi burada da Nevzat Başkomiser işin içinde. Kurbanlarını her daim çocuk tacizcilerinden seçen bir seri katil ve uzun zaman sonra tekrar geri döndüğüne işaret eden bir cinayet. Kitabın anayolu bu cinayetin soruşturulması, katilin bulunması olsa da onu çevreleyen ve “hayatın gerçekleri” diyebileceğimiz pek çok farklı konu da var. En belirginiyse ülkemizdeki Suriyeli mülteciler ve onların sorunları. Çocuk tecavüzlerini, cinayetlerini ve mülteci meselesini, usta bir başkomiser etrafında görebileceğiniz eser Ümit’in okuyucuyu sıkmayan üslubuyla meraklısını bekliyor.
5. Harry Potter Seti (J. K. Rowling)
Mutlaka okuyanlar, filmini de izleyip bayılanlarınız vardır. Ancak bu klasiği yeni kılan şey 7 kitabın da bir arada satışa sunulması. Dünyayı kasıp kavuran ve tüm seri boyunca iyi (Harry Potter) ile kötünün (Voldemort) mücadelesinin anlatıldığı dizi, etkisinden en ufak şeyi hiç mi hiç kaybetmiş değil. Bilimkurgu ve fantazyanın dünya genelinde en başarılı işlerinden biri olan Harry Potter serisi, kendi Potter ve Voldemort sevdalılarını yaratmaya son sürat devam ediyor. Dumbledore’dan bilgeliği, Hermione’den çalışkanlığı, Weasley’den haytalık ve eğlenceyi, Potter’dansa cesareti öğrenebileceğiniz eser sizi kitaplarıyla da filmleriyle de içine çekecek apayrı bir dünya.
6. Keş On Dı Teybıl (Zafer Algöz)
Cem Yılmaz’ın filmlerinden de sıkça görüp tanıdığımız usta oyunca Zafer Algöz, gülünç ve şaşırtıcı bir kitapla karşımıza çıkmış. İlkin kitabını kutlayıp “yazarlığa hoş gelmişsiniz” demek âdettendir. Önemli tiyatro oyuncuları, yazarlar, sinemacılar, futbolcularla olan anılarını hoş bir üslupla ele almış. Bu isimlerinden birkaçına baksak en az birkaçı ilgimizi çekecektir: Ertuğrul İlgin, Cüneyt Gökçer, Fikret Hakan, Öztürk Serengil, Nur Subaşı (ve elbette kedisi Siyami Bey), Süleyman Seba, Kamran Usluer, Cem Yılmaz, Can Yılmaz. Sinema ve oyunculuğun eski zamanlarından günümüze uzanan bir kariyere sahip ve aynı derecede de güleryüzlü biri olan Algöz’ün anılarını okumanın eğlenceli zamanlar geçirteceğinden şüphe yok.
7. 1984 (George Orwell)
Her “en”li kitap listesinde varlığını mutlaka gördüğümüz bir eser. Ne mutlu ki daha uzun yıllar bu başarısını koruyacağa benziyor. 1984, Orwell’ın distopik bir geleceği anlattığı ve distopya edebiyatın da en etkileyici ürünlerinden biri olarak görülen romanı. Totaliter bir iktidarın, dizginlerini tuttuğu bir toplum vardır eserde. Ancak insanlar dizginlerin farkında o denli değillerdir ki her yerden şu fikrin yansımalarını görürsünüz: “Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Bilgisizlik Kuvvettir.” Diktatör olan Büyük Birader her şeyi gözetler, didik didik eder ve buyrukları doğrultusunda yaşayan toplumun aksi bir harekette bulunmasına engel olacak güvenliklerini çoktan hazırlamıştır. Toplumun çürümüşlüğü ve yozlaşmışlığı Winston Smith karakterinin gözünden okuyucuya aktarılır. Diğerlerinden farklı düşünme belirtileri gösteren Smith’in işkenceler yoluyla nasıl hizaya çekildiğini okurken distopya edebiyatın korkunç bir şey olduğunu düşünebilirsiniz. Ama 1984’ten etkilenmemek, onun size kırptığı gözü fark etmemek mümkün değil. Okuyun, okutun efendim!
8. İçimizdeki Şeytan (Sabahattin Ali)
“Türk edebiyatının büyük şehididir” diyor Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali hakkında. Öyle de gerçekten. Eser iki gencin; Ömer ile Macide’nin aralarındaki ilişki, evlilik, sonra da anlaşamayıp yaşadıkları ayrılık etrafında teşekkül ediyor. Ayrı dünyaların insanları, zıt görüşlerin sahipleri olmaları bakımından tencere kapak olamayan Ömer ve Macide aynı zamanda geleneksellik ile modernliğin çatışmasının da temsilcileridirler. Genç cumhuriyetin ilk yıllarında halkın bir kısmı çağa ayak uydururken bir kısmı da tabiri caizse eski zamanların hayatını sürdürür. Bunu en iyi örnekleyen eserlerden biri de Yakup Kadri’nin Kiralık Konak’ıdır hatta. Esere dönecek olursak; bu aşk ve toplumun o günkü sosyal durumu gözler önüne seriliyor. Bu bakımdan devrin yaşantılarını anlattığını da söyleyebilir, bir tık daha ileri giderek eserin realist bir roman olduğundan dem vurabiliriz. Halk edebiyatımızın başat ismi Sabahattin Ali’nin işlediği konular bakımından eskimeyen İçimizdeki Şeytan’ına sizi şu alıntıyla davet etmek isterim: “İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı.”
9. Yabancı (Albert Camus)
Bir kitabın gerek adı gerek içeriğini ilk cümleden muazzam şekilde özetleyen herhalde çok yazar yoktur. Nobel ödüllü büyük yazar Albert Camus’nün de Yabancı’da yaptığı şey bu. İlk cümlelere bakar mısınız: “Anam ölmüş bugün. Belki de dün, bilmiyorum.” Peki, kimden bahsediyoruz öyleyse? Cevap çok açık; bir yabancıdan. Başkarakter Meursault’un kendi ağzından okuduğumuz eserde, bu yabancının yaşama sevincinden soyutlandığını, ölümü dahi alışılmış tepkilerden sıyrılarak fazlaca kabullendiğini görüyoruz. Annesinin ölüm haberini soğukkanlı ve adeta duygusuzca karşılayan Meursault bizi yabancılaşmasının ürkütücü boyutlarına, koridorlarına götürebilir. Bu “duygusuz” adamı, kitabın ileri bölümlerine doğruysa trajik ve yaşananları umursar vaziyette görüyoruz. Peki buna hangi olay vesile oluyor? Onu da okuyarak bulunuz. Le Monde’un “yüzyılın kitabı” listesine taşıdığı Yabancı, çağdaş dünya edebiyatı eseri olsa da aslında bir klasik!
10. Huzursuzluk (Zülfü Livaneli)
İstanbul’da ikamet eden İbrahim’in, eski dostu Hüseyin’in ölümü üzerine çıktığı yolculukların kitabıdır. Bu hazin haberin ardından doğduğu kente, Mardin’e giden İbrahim, Hüseyin’in Mardin’le başlayıp Amerika’da son bulan hayatının dedektifliğine soyunur. Bu yolculukları sırasında ruhu da devingen bir hal alan İbrahim aslında bizi günümüz dünyasının gerçekliği ile karşı karşıya bırakıyor: zira çocukluk arkadaşı Hüseyin’in yanı sıra IŞİD vahşetiyle yüz yüze kalmış çocukların da hikâyelerine tanık oluyoruz. Şu “Middle East” denilen Ortadoğu’nun gerçekleri, İbrahim’in yolculukları ekseninde karşımıza çıkıyor.
11. Göğe Bakma Durağı (Turgut Uyar)
Hep nesir olacak değildi ya? Şiire merhaba demek ve bunu da Türk şiirinin en devingen, yenilikçi kalemlerinden biriyle yapmak elbette kaçınılmaz. İkinci Yeni’nin öncüllerinden biri olarak Turgut Uyar, zaten mensup olduğu akımın yenilikçi olmasının yanı sıra kendisi de şiirde taze atılımlar yapar ve daha da önemlisi bunu başarır. Eşi Tomris’e olan sevdası ve kitaba da adını veren “Göğe Bakma Durağı” şiiri ile çokça bilinen Uyar, yumuşak huylu olarak bilinmesine rağmen şiirde Can Yücel’in dediği gibidir: “Turgut Uymaz”
12. Şeker Portakalı (José Mauro de Vasconcelos)
Metrobüste, sahilde ya da farklı umumi alanlarda bir defa da olsa bu kitabı okuyan birini görmüşsünüzdür. Hatta belki de bizzat o gördüklerimizden biri de sizsinizdir. Otobiyografik eğilimlerin görüldüğü eser, “günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü”nü anlatır. Küçük Zeze’nin, dış dünyanın sertliği karşısındaki sergüzeştini okumanız muhtemel ki sizde bir şeyler uyandıracak. Hatta yine muhtemel ki Zeze ile kendi çocukluk yıllarınızı ilişkilendirecek ve onun başını mahzun mahzun okşayacaksınız. Öyle ki eserin çarpıcılığı yazılma aşamasında başlar: eseri 12 günde yazdığı söyleyen Vasconcelos, Zeze’nin fırtınalarınıysa yirmi yıldır içinde taşıdığını belirtir. Şu davetkâr cümlelerle sizi kitaba çekmeyi başarabilirim sanıyorum: “Masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını fark edemiyorum. Bazen suratıma garip bakıyorlar, o zaman uyanır gibi oluyorum.”
13. Puslu Kıtalar Atlası (İhsan Oktay Anar)
Bu liste uzayıp gidebilir elbet. Onu beslemek, büyütmek mümkün. Ancak bir yerde durmalı. Hem bunun için de 13 rakamı bence iyi bir durak. Gerisini siz getiriniz. Romanda birden fazla mühim karakter, vaka ve kurmaca dünyası görebilirsiniz. Şöyle ki; uykuya yatıp rüya görerek Dünya Atlası’nı meydana getirmeyi amaçlayan bir İhsan Efendi’miz var. Olaylar da onun zihninde cereyan ediyor. İnkişaf eden puslu kıtalar atlasının merkezindeki Bünyamin ve başından geçenler anlatılırken çeteciliğin, zor bilmecelerin, kurnazlığın temsilcileri olarak da belli başlı karakterler var. Mutlaka okunması gereken bir Türk eseri olarak rafınızda bulundurmalı ve fazla da yıllandırmamalısınız. Heyecanlı bir alıntının sizi kitaba çağırmasına izin verin, diyerek çekiliyorum: “Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya’nın şahidi olmaktı.”