“Dert etme, iyiyim ben. Ara sıra mahşer, aɾa sıra yaşama hırsı.” diyen; yaşamı zorluklarla, mücadeleyle, acılarla geçmiş ve genç sayılabilecek bir yaşta hayata veda etmiş; yüreği insan sevgisiyle dolu bir sanatçıyı; bir şairi ve ressamı yani Yusuf Hayaloğlu‘nu analım istedik. Kendi anlattığı yaşam öyküsü ve şiirleriyle…
1. Alır Dağlar
Baba bugün üşüyorum
Karda kaldım üşüyorum
Anama deyin sıcak bir çorba koysun
Üstümü ört baba üşüyorum
Behey babam dalmış babam
Sigarayı sarmış babam
Şapkasına hicran dökmüş
Kibrit gibi yanmış babam
Baba bugün alır dağlar
Bu dert beni alır dağlar
Şehirlere sığmaz oldum
Fazla sürmez alır dağlar
Baba bugün ağlıyorum
Darda kaldım ağlıyorum
Duaların üzerimden eksik etme
İçim yandı ağlıyorum
1953 yılında Ovacık’ta doğar Yusuf Hayaloğlu. “Babam, annem Tunceli-Ovacık kökenli ve çok ünlü Demanan aşiretinin mensuplarıymış. Babamın askerliği sonrası ailem, hayati nedenlerle, kucaklarında altı aylık bir bebekle üç gün boyunca yürüyerek Erzincan’ın Kemaliye (Eğin) ilçesine kaçmak zorunda kalmışlar”
2. Babanı Unutma Yavrum
Bu Şarkı senin al dinle
Usulca dokun sesime
O minicik ellerinle
Babanı unutma yavrum
Yağmurlar rüzgarla barışır
Yağmurlar çimenle öpüşür
Belki de uçurum kavuşur
Babanı unutma yavrum
Bir gün tutuşup kavgaya
Kalbin hırpalandığında
Söküp verebilirim sana
Babanı unutma yavrum
Hasta iken yataklar içinde
O hayın sokaklar içinde
Sorgular yasaklar içinde
Babanı unutma yavrum
Sen benim için üzülme
Bakınca suskun resmime
O körpecik yüreğinle
Babanı unutma yavrum
Bir gün duyarsan dağlarda
Ölüm haberleri radyoda
Bende olabilirim orda
Babanı unutma yavrum
“Başlangıçta çok zorluklarla karşılaşmışlar. Annem, kullanılmayan eski bir ahırdan bozma, tek gözlü bir evde beni tek başına doğurmuş ve göbeğimi de kendi kesmiş. Geçinebilmek için babam bağlarda, bahçelerde bahçıvanlık yaparken annem, evlere temizliğe giderek çocuklarını, yani bizleri okutmaya çalışmışlar.”
3. Beyaz Sevda
Sen mapusta solan gülsün her yanın duvar
Sen ağlama kan olur bana o yaşlar
Sen hayatın küskünüsün acının suskunu
Sen yaylada bir baharsın, tarlada rüzgar
İçimde sana dair bembeyaz bir sevda var
Sen Toros’ta yağan karsın tarlada rüzgar
Sakın esme toz olur kapanır yollar
Sen eylemin yangınısın hayatın çılgını
Tenimde sana dair ürpertiler var
Sen Munzur’da akan çaysın yaylada bahar
Sen gülünce gül açar yine dağlar
Sen sevincin dudağısın sevdanın sapağı
Sazımda sana dair esintiler var
Kemaliye’ye yerleşen aile, dürüstlüğü ve çalışkanlığı ile burada kabul görünce kendilerine bakımını yaparak oturacakları çok odalı bir konakla; dut, ceviz, erik, elma gibi bahçelerde yetişen ürünlerin bakımını yaptıktan sonra yarısı kendilerine kalacak şekilde bir iş bulurlar.
4. Bir Anka Kuşu
Yüzlerce soğuk namlu üzerime çevrildi,
Yüzlerce demir tetik aynı anda gerildi!
Anne, beni söğüdün gölgesinde vurdular,
Öpmeye kıyamadığın oğlun yere serildi.
Üşüştü birer birer çakallar üzerime,
Üşüştü her bir yandan göğsüme, ciğerime.
Anne, beni leş gibi yiyip talan ettiler,
Teşhis edilmek için savurdular önüne.
‘Yeryüzündeki acıların
Hepsini, hepsini tattım!’
Heder oldum, ekmeğime tütün kattım!
Beni milyon kere yaktılar üst üste.
Bir Anka kuşu gibi anne,
Kendimi külümden yarattım.
Geceler tanır beni; konarım göçerim ben.
Geceler tanır beni; kan damlar içerim ben.
Anne, sen beni unut. Karanlığın bağrında
Kırmızılar ekerim, siyahlar biçerim ben.
Suçüstü yakalandım bölüşürken kalbimi,
Suçüstü, kelepçeyle yardılar bileğimi.
Anne, ben diyar diyar umudun savaşçısı,
Bir tutam sevgi için dağladım gözlerimi.
Prometeus’tum, çiviyle çakılırken taşlara
Ciğerimi kartallara yedirdim.
Spartakus’tüm, köleliğin çığlığında.
Aslanlara yem oldum, tükendim.
Kör kuyuların dibinde Yusuf’tum,
Kerbela çölünde Hüseyin.
Zindanlarda Cem Sultan, sehpada Pir Sultan.
Kaçıncı ölmem, kaçıncı dirilmem bu?
‘Tanrılardan ateş çaldım,’
Yüzyıllarca tutuştum, üst üste yandım.
Bir Anka kuşu gibi anne,
Kendimi külümden yarattım.
İşte Kemaliye’deki bu günleri; “Bu yüzden benim çocukluğum, üç katlı eski bir konağın boş odalarında gizemli öyküler düşleyerek; ağaç dallarına kurduğum tüneklerde kitaplar okuyarak; bin bir çeşit otu, çiçeği, börtü-böceği inceleyerek geçmiştir. Doğayı tapınırcasına sevişimin, ressam ve şair oluşumun kaynağı da o yıllardan beslenmiştir belki…” diye anlatır şairimiz.
5. Sen Yanma Diye
Ben çürümüş bir asayım
Zindanlara yol eyledi dert beni
Çarmıha gerilmiş bir İsa’yım
Çivilere zapteyledi dert beni
Pir Sultanı da gördüm
Darağaca vur eyledi aşk beni
Hacı Bektaş’ı kırda gördüm
Bir ceylana pir eyledi aşk beni
Her yangına, her ataşa
Koz eyledi dert beni
Bu dağlara, bu yollara
Toz eyledi aşk beni
Ben yanarım aşk için
Ben yanarım gül için
Bu ateş sönmesin diye
Ben yanarım kim için
Ben yanarım sen için
Bari sen yanma diye
Ben yıkılmış bir ozanım
Yangınlara kül eyledi dert beni
Kerbela çölünde bir Hüseyin’im
Damla suya kul eyledi dert beni
Ben Yunus’u nurda gördüm
Dergahına gül eyledi aşk beni
O Mecnun’u firarda gördüm
Bir Leyla’ya del’eyledi aşk beni
“Kemaliyeliler tümüyle Türk ve Sünni olmalarına rağmen, bizim Zaza ve Alevi kökenli oluşumuzu hiç yadırgamayıp sevgiyle, hoşgörüyle bağırlarına basmış; birlikte barış içinde yaşamanın güzelliklerini öğretmişlerdir bize. Yaşamım boyunca bütün şoven anlayışlara uzak durup ayrım gözetmeksizin herkesi kucaklayan engin bir hümanizmaya ve tasavvufi bir düşünceye sahip oluşumun kaynağı da buradadır.” diye tanımlar yüreğindeki insan sevgisini Yusuf Hayaloğlu.
6. Can Dostum
Dün gece düşümde can dostu gördüm
Ulu bir çınardan dal verdi bana
Uzandım yüzüne yüzümü sürdüm
Ben zehir istedim bal verdi bana
Dağ yanarsa yağmur çiser mi dedim
Ten yanarsa rüzgar eser mi dedim
Can yağarsa canan küser mi dedim
Çağırdı yanına el verdi bana
Can dostum dostum kül verdi bana
Ben aşkı sırtıma vurdum da geldim
Hasretin acısını çöl verdi bana
Can dostu görünce eridim bittim
Yüreğime ateş kül verdi bana
Can dostum dostum kül verdi bana
Aşk olmazsa kalem yazar mı dedim
Dost olmazsa gönül tozar mı dedim
Hayaloğlu sana kızar mı dedim
Yanağımdan öptü gül verdi bana
Can dostum dostum gül verdi bana
“Buna rağmen mahalledeki ve okuldaki akranlarımın bana, başka dünyadan gelmiş biri gibi davranıp “Kürdoğlu” diye alay etmeleri karşısında sinmeden, boyun eğmeden onlarla kavga edişimin izleri de yara-bere olarak kafamda, burukluk olarak kalbimde hep kalmıştır. Haksızlığa karşı mücadele eden, kendi doğrularını savunarak savaşan yanım da o yıllarda şekillenmiş olmalı.” diye dile getirir yüreğindeki burukluğu.
7. Ceylan Seni Vuramam
Beni görünce kaçma ne olur
Ceylan ben seni vuramam
Saklanıp beni süzme ne olur
Ceylan ben seni vuramam
Tenhalarda bir gölgeyim
Kimse bilmez ben nerdeyim
Zalim bir avcı değilim
Ceylan ben seni vuramam
Dağlarda gezer dururum
Akşam olur kaybolurum
Belki bende vurulurum
Ceylan ben seni vuramam
Vuramam vuramam
Ceylan ben seni vuramam
Yusuf Hayaloğlu, altı yaşındayken dört katlı bir binadan düşüp bacağı kırılınca aylarca yatağa mahkum olur ama ağabeyinin kitaplarından okuyup yazmayı öğrenir ve doğrudan ikinci sınıftan başlar okula. Okul birinciliğinin yanı sıra, kasabada parasız yatılı sınavını -üstelik Türkiye ikincisi- olarak kazanan ilk kişi olur.
8. Şu Dağlarda Kar Olsaydım
Şu dağlarda kar olsaydım
Bir asi rüzgar olsaydım
Arar bulur muydun beni
Sahipsiz mezar olsaydım
Şu yangında har olsaydım
Ağlatıp bizar olsaydım
Belki yaslanırdın bana
Mahpusta duvar olsaydım
Şu bozkırda han olsaydım
Yıkık perişan olsaydım
Yine sever miydin beni
Simsiyah duman olsaydım
Şu yarada kan olsaydım
Dökülüp ziyan olsaydım
Bu dünyada yerim yokmuş
Keşke bir yalan olsaydım
Henüz on bir yaşında; gazetenin, sinemanın, radyonun, televizyonun yer almadığı çocuk beyniyle Haydarpaşa Garı kapısında ilk defa karşılaştığı kocaman bir denizin, vapurların, martıların, muhteşem Sultanahmet ve Ayasofya silüetlerinin karşısında adeta şok geçirir.
9. Diyarbakır Türküsü
Diyarbakır ortasında vurulmuş uzanırım
Ben bu kurşun sesini nerde olsa tanırım
Bu dağlarda gençliğim cayır cayır yanarken
Ay vurur gözyaşına ben gecede kalırım
Üzülme sen, üzülme başını öne eğme
Gün olur kavuşuruz, dert etme Diyarbakır
Yüreğini dağlama, kanlı bezler bağlama
Bu yangın söner bir gün, ağlama Diyarbakır
Diyarbakır yolunda toz olmuş dağılırım
Bu hırçın depremlerle sarsılırım kanarım
Arkadaşların yüzü ağır ağır solarken
Gün doğar yaylalara, kahrımdan utanırım
Ey fırtınalı bayır, ey mazlum Diyarbakır
Dağlarında ateşler, alnında kızıl bakır
Çiğdemler solar gibi, anneler yanar gibi
Dizlerine döküldüm, ağlama Diyarbakır
Yalnızlıkla, yatılı-parasız okumak için geldiği iki bin beş yüz kişilik Haydarpaşa Lisesi’nde tanışır ilk ve zaman içinde onu en yakın arkadaşı olarak benimser. Binlerce kitaplık okul kütüphanesini bir sığınak bilip kitaplara gömülerek hayal ufkunu alabildiğine genişletmesi de işte bu dönemde başlar.
10. Demedim mi Haydar?
Biz dağlarda keklik idik
Şimdi bu çöplükte karga olduk
Bizimde boyumuzu aştı bu şehir
Yerlere serildik madara olduk
Demedim mi Haydar Demedim mi sana
Bu İstanbul yutar adamı
Demedim mi Haydar demedim mi söyle
Bu şerefsiz geceler satar adamı
Biz umutlar yolcusuyduk
Rakı sofrasında bir meze olduk
Bizim de harcımız değildi sevmek
Yosmalar içinde kepaze olduk
“Savaşarak direnmenin tek başına bir anlam taşımayacağını anlamam ve yaşamda var olmak için başkalarından daha başarılı olmak gerektiği bilincine ulaşmam da aynı koşulların ürünüdür şüphesiz. Bu yüzden derslerde, oyunlarda, sporda, sosyal ve sanatsal faaliyetlerde hep liderlik savaşı vermiş, geride olmayı asla kabul etmemişimdir.” diye anlatır mücadelesini.
11. Giderim
Artık seninle duramam
Bu akşam çıkar giderim
Hesabım kalsın mahşere
Elimi yıkar giderim
Sen zahmet etme yerinden
Gürültü yapmam derinden
Parmaklarım üzerinden
Su gibi akar giderim
Artık sürersin bir sefa
Ne cismin kaldı ne cefa
Şikayet etmem bu defa
Dişimi sıkar giderim
Bozar mı sandın acılar
Belaya atlar giderim
Kurşun gibi mavzer gibi
Dağ gibi patlar giderim
Kaybetsem bile her şeyi
Bu aşkı yırtar giderim
Sinsice olmaz gidişim
Kapıyı çarpar giderim
Sana yazdığım şarkıyı
Sazımdan söker giderim
Ben ağlayamam bilirsin
Yüzümü döker giderim
Köpeklerimden kuşumdan
Yavrumdan cayar giderim
Senden aldığım ne varsa
Yerine koyar giderim
Ezdirmem sana kendimi
Gövdemi yakar giderim
Beddua etmem üzülme
Kafama sıkar giderim
“Okul orkestrasında, tiyatrosunda, duvar gazetesinde; resim, şiir ve münazara yarışmalarında hep en önde olmakla beraber derslere olan ilgimin azalmasıyla sınıfta kalışım ve parasız yatılı hakkımı kaybedişim yaşamımdaki ilk yenilgim olarak hala içimi acıtır.” der.
12. Hani Benim Gençliğim
Hani benim gençliğim nerde
Bilyelerim topacım
Kiraz ağacı altında yırtılan gömleğim
Çaldılar çocukluğumu habersiz.
Penceresiz kaldım anne
Uçurtmam tellere takıldı
Hani benim gençliğim nerde.
Ne varsa bu gençliği yakan
Ekmek gibi aşk gibi
Ne varsa güzellikten yana
Bölüştüm büyümüştüm.
Bu ne yaman çelişki anne
Kurtlar sofrasına düştüm
Hani benim gençliğim nerde.
Hani benim sevincim nerde
Akvaryumum kanaryam
Bu olay üzerine ailesinin yanına dönen Hayaloğlu, Elazığ Lisesi’nde de çevre ve dönemin sosyal koşulları yüzünden başarılı olamaz; okulu terk eder. Tekrar İstanbul’a dönerek dışarıdan liseyi bitirip Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimine başlar. Bir yandan da Cağaloğlu matbaalarına grafik işleri ve bijuteri atölyelerine takı-aksesuar modelleri yapar.
13. İncinen Gurur (I)
Pencereden baktığımda görüyorum
Senin yüzün incir yaprağında
Senin ürkekliğin duvar üstünde yürüyen
Bir kedinin kıvraklığında
Aynada dururken görüyorum
Kırmızı öpüşün sol yanağımda
Dişimi fırçalarken senin ağzın
Serin suların berraklığında
Rakı devrilmiş masalarda yokluğun
Veya benden önce kalkıp gitmişliğin
Gece boyu dolandığım barlarda
Sarhoşlara tekrarladığım adın
Balıkçı kahvesinde, çorbacıda, kenarlarda
Dökülmek istemiyorum hayır!
Çingene çiçekçiler habire yaltaklandığında
Bilmediğim soruların açtığı çukuru
Yalanlarla doldurmak istemiyorum
Seni kaybettim galiba
İki taşın arasında kaldım
Bu, benim hatam değildi
Seni ben çok geç tanıdım
Ne kadar karşı olsa da, o dönemde gençlik arasında hızla yaygınlaşan sağ-sol çatışmasından uzak durması mümkün olmaz. Polisle ve copla ilk defa tanışmanın ruhunda yarattığı fırtınalar sonucu; bütün yaşamı boyunca ezenlerden nefret edip, hep ezilenlerden yana saf tutmaya yemin edişi de aynı günlere rastlar.
14. İncinen Gurur (II)
Derin acılar bahçıvanı
Yüreğime ne ektin böyle…
Aşk korkağını bağışlar mı?
Söyle…
Aramak ne kötü herkeste seni
Her gözde bulup yanılmak seni
Ah turuncu rüyalar güzeli
Hem kendini yok ettin
Hem beni
Başka ne acıtabilir içimi
Yaşım kırkı devirmişken
Seni böyle patavatsızca sevmişken
Ve tam aynayı güneşe çevirmişken
Başka ne…
Seni vefasız aşklara bırakıyorum
Yüzümü kırılan bardaklarda ara
Düşünme ben ne olurum
Sanırım bir daha onarılmaz
İncinen gururum
İşte o günlerde, kendisi gibi hem okuyup hem çalışan, on yedi yaşında bir kızla evlenir henüz on dokuz yaşındayken. Bir müddet sonra ikisi de okullarını bırakıp iki odalı küçük bir evde, taksitle aldıkları eşyaların borcuyla yaşam mücadelesine başlarlar.
15. İntihar Mavi
Dağların dorukları dumanlı olur
Geriye dönmez savaşçılar…
Fırtınayla yıkanmıştır ömürleri
Karla yıkanmıştır yüzleri…
Bu yüzden asla vedalaşmaz
Ve kılıçlarında taşırlar şiiri!
Bu yüzden sevdaları mahzundur
Yürekleri kallavi!
Alınları ihanet vurgunudur.
Gözleri intihar mavi…
İlk çocukları doğduktan sonra askere gider Hayaloğlu. Bornova, Burdur ve Konya 2. Ordu Karargâhı’nda ressam olarak orduya büyük hizmetlerde bulunur. Çok önemli tatbikat planları, haritalar ve stratejik yer maketleri ellerinde şekillenir. Sonrasında yaşayacağı soruşturmalarda faydasını göreceği birçok ödül kazanır ve bunlardan dolayı hep onur duyar.
16. Kavgamın Çiçeği
Seni düşünüyorum seni
Sen ey kavgamın çiçeği
Toprağa su yürürken
Dağlar yeşerirken
Şafağın kızıl okları
Gecenin kalbine dalarken
Seni düşünüyorum seni
Sen ey kavgamın çiçeği
Bana sen öğrettin kavgayı
Seni özlüyorum seni
Sen ey kavgamın çiçeği
Sulara ay düşerken
Dalgalar öpüşürken
Sokağın titrek lambası
Islanan yüzüme düşerken
Seni özlüyorum seni
Sen ey kavgamın çiçeği
Bana sen öğrettin gülmeyi
Seni seviyorum seni
Sen ey kavgamın çiçeği
Seni düşünüyorum seni
Sen ey kavgamın çiçeği
Bana sen öğrettin gerçeği
Dönemin baskıcı siyasi ve sosyal yapısından bir kaçış olarak elindeki tek silaha, “sanata” sarılır. Yeniden İstanbul’a döner; yeni bir yaşam mücadelesine başlar.
17. Mülayim
Yıldızları sen mi yaktın Mülayim
Ozanlara sen mi kıydın Mülayim
Bir dikili ağacın bile olmadı
Herkes yedi sen mi doydun Mülayim
Sert oldun da ne değişti Mülayim
Mert oldun da ne değişti Mülayim
Cart curt edip biraz nutuk atsaydın
Hırt olsaydın yaşardın be Mülayim
Ormanları sen mi yaktın Mülayim
Çetelere sen mi taktın mülayim
Düşüneni, yazanı ve çizeni
Zindanlara sen mi tıktın Mülayim
Sert oldun da ne değişti Mülayim
Mert oldun da ne değişti Mülayim
Cart curt edip biraz nutuk atsaydın
Hırt olsaydın yaşardın be Mülayim
Mülayim Mülayim
Âlem adamsın be Mülayim
Köprülerden az mı geçtin Mülayim
Zemzemlerden az mı içtin Mülayim
Böyle susmak yakışır mı hiç sana
Hayatından vaz mı geçtin Mülayim
Memleketin sokaklarında oluk oluk kanın aktığı, kardeşin kardeşi vurduğu, birilerinin kına yaktığı ve ateşin düştüğü yeri yaktığı o günlerde Toptaşı Cezaevi’nde Yılmaz Güney‘le tanışır ve ondan; “Arkadaş” olmayı, “Umut” etmeyi, “Düşman”la baş etmeyi, “Sürü” olmamayı, doğru bildiği “Yol”da tek başına yürüyüp “Bir gün Mutlaka” başarmayı öğrenir.
18. Rüzgar Eser
Rüzgar eser çoban ateşleri
Dört bir yana serpişir
Yağmur çiser yıldızlar ıslanır
Hasret ile kırpışır
Dağlar küser tozlu yamacında
Can can ile çarpışır
Benim canım kim bilir nerede
Taş yastığa ağlaşır
Yollar tozar yayla çocukları
Kuzu gibi meleşir
Hasret uzar kardelen yüreği
Kar altında titreşir
Kuşlar uçar turnam yaralıdır
Boyun büker bekleşir
Benim yaram nevroz ateşinde
Yana yana depreşir
Üç yıl boyunca Güney Filmcilik’te çalışır. Güney dergisine, senaryolarına, öykü ve romanlarına, afiş, poster ve bütün kartpostallarına; matbaalarda sabahlayarak ilk o dokunur. Ve 12 Eylül… Herkesin bir bedel ödemek zorunda olduğu günler. O da öder bedelini. Yaralansa bile eksilen yanlarını onararak, yılmayıp yıkılmayarak…
19. Sana Geldim
Yağmurlar içinden ıslandım geldim
Bir kuru deyneğe yaslandım geldim
Sıcacık çorbana muhtacım inan
Ölümlerden geçtim uslandım geldim
Üşüdü ellerim üşüdü kalbim
Yaban ellerinde taşlandım geldim
Sanki cehennemdi sensizlik bana
Irmaklar içinden sislendim geldim
Tren yollarında islendim geldim
Kalmadı hevesim kalmadı inan
Yıkandım arındım süslendim geldim
Sana geldim sana, kucaklar mısın?
Bilmem ki yeniden bağışlar mısın?
Bir gün kız kardeşinin arkadaşı Ahmet Kaya ile tanışır. Bu onun yaşamında yeni bir dönüm noktası olur. Şairin kız kardeşi ile evlenen Ahmet Kaya, onun şiirlerini keşfeder. Onun yoğun ısrarları sonucunda, Kaya’nın şarkılarını yazmaya başlar Yusuf Hayaloğlu.
20. Vuruldu
Vuruldu bir uçurum derinliğinde
Yaylada bir seherin serinliğinde
Avcıdan yarasını gizlercesine
Çığlığını gömerek devrildiğinde
Vuruldu ciğer parem kanlar içinde
Vuruldu yürek yârem kanar içimde
Mavzeri başucunda, dağ yamacında
Parmağı donup kalmış tetik ucunda
Sabahsız bir uykuya dalarcasına
Beyaz bir çiğdem açmış kanlı saçında
Müziği, edebiyatı iyi bildiği ve halkı çok iyi tanıdığı için her yazdığı şey, hem biçim hem de içerik açısından dönemin duyarlılığı ile çok iyi örtüşür. Artık geniş kitleler tarafından tanınır ve çok sevilir Ahmet ile Yusuf.
21. Yüreğim Kanıyor
Sakin göllerin kuğusuyduk
Salınarak suyun yatağında
Yarılan ekmeğin buğusuyduk
Göğsüm daralıyor, yüreğim kanıyor
Olmasaydı sonumuz böyle…
İkimiz birer yolcuyduk
Aynı ormanda kaybolmuş
Aynı çıtırtıya ürperen iki serçe
Hep aynı yerde karşılaşırdık
Tesadüf bu
Dedim ya!
Hiç yoktan susturuldu şarkımız
Göğsüm daralıyor
Yüreğim kanıyor
Bitmeseydi bizim öykümüz böyle
Olmasaydı sonumuz böyle
Dağlarda çoban ateşiydik
Dolanarak suyun yanağından
Ceylanın pınara inişiydik
Olmasaydı sonumuz böyle…
Kasetleri birbirini takip eder, şarkıları ortalığı kasıp kavurur. On üç yıl boyunca Yorgun Demokrat’tan Adı Bahtiyar’a, Ayrılık Hediyesi’nden Kafama Sıkar Giderim’e kadar onlarca şarkıya imza atarlar birlikte. Bu arada babasını kaybeder Yusuf Hayaloğlu, eşinden, çocuklarından ayrılır ve bir başına yaşamaya başlar. Ahmet Kaya ile müzikal yolculuğu da küsüp barışmalarla devam eder.
22. Yüzümden Firar Etti Gözlerim
yüzümden firar etti gözlerim
Şimdi bir denize bakıyorlar
Dört duvar arasında kalmışım
Yanımdakiler öyle diyorlar
Kafamı çarptığım ranzanın demiri
Ciğerlerimi emen soğuk duvar
Saçımdaki karları çoğaltmışım
Yanımdakiler öyle diyorlar
Görüş günüm olmadı henüz
Daha yeni başlıyor büyük acılar
Ve daha epey ağrıyacakmışım
Yanımdakiler öyle diyorlar
Seni görmeyeceğim artık
Zaten tamamlanmıştı anılar
İhtimal sabah alınırmışım
Yanımdakiler öyle diyorlar
Gözlerime iyi bakarsın umarım
Günde milyonlarca kez seni ararlar
Diğer tüm hisleri bırakmamışım
Yanımdakiler öyle diyorlar
Yanımdakiler öyle diyorlar…
Ahmet Kaya‘nın zorunlu sürgünü ve ardından ölümü, sonrasında annesinin ölümü şairin hayatla olan tüm bağlarını koparır. Yaşadığı rahatsızlıklar ve acılar büyük tahribat yaratır ruhunda ve bedeninde. Ancak dostlarının desteğiyle yeniden ayağa kalkar. Şiir kitaplarını ve kasetlerini yayınlar.
“Gözleri İntihar Mavi” kitabı kırk sekizinci baskıya ulaşarak bütün zamanların rekorunu kırar. “Kitabımla, şiirlerimi halka ulaştırmanın ve yaşamımı onlarla paylaşmanın heyecanı; bütün yaralarımı onarmasa da yeni bir üretme gücü kazandırdı bana.” diye anlatır bu dönemi şair.
23. Yaşamak Güzeldir Anne
Anne ben senin oğlunum
Kanayan bir yurdum var
Anne ben senin oğlunum
Sönmeyen bir umudum var
Ellerimi tutma ne olur
Beni ağlatma ne olur
Anne ben senin oğlunum
Bu kavgaya inancım var
Yaşamak güzeldir anne
Yaşamak senin için
Yaşamak güzeldir anne
Yaşamak yarınlar için
Ölmek yaşamaktır yine
Halkının yüreğinde
Ölmek de güzeldir anne
Ölmek özgürlük için
Anne seni seviyorum
Sana ihtiyacım var
Anne seni seviyorum
Ciğer delen bir acım var
“Baharı görmek istiyorum. Vedalaşmak için henüz çok erken.” diyen şair ne yazık ki bütün bu başarılardan sonra, akciğer kanserine yakalanır ve 3 Mart 2009’da tedavi gördüğü hastanede çoklu organ yetmezliğinden hayata gözlerini yumar. Cenazesi Yeniköy Mezarlığı’nda toprağa verilir.
O, şiir ve şarkılarıyla hâlâ gönüllerde yaşamaya devam ediyor.
Not: Bu liste hazırlanırken hhportal‘daki “Yusuf Hayaloğlu’nun Hayatı” yazısından faydalanılmıştır.