Hayat fena halde futbola, futbol fena halde matematiğe benzer. Matematik -maalesef- çoğumuzun hakim olmadığı nalet bir alan olsa da en temelini biliriz: Sayılar…
Futbolda da çok önemlidir sayılar. Kazanan, şampiyon olan en çok sayı toplayandır aslında. En çok sayıda gol atan gol kralıdır.
Bir de değişmeyen sayılar vardır. Bir adamla özdeşleşen, o adamın sırtında yük olmayanlar… Yıllarca futbolda 7 numaranın, 9 numaranın, 10 numaranın karizmasından bahsedilir. Ama pek kıymetli 8 numara “8 numaralı güzel adamlar” arada yetim kalır sanki.
“Nispeten daha oturaklıyım. Öyle artisslik yapmam” der 8 numaralı güzel adamlar, “İki yönlüyüm, gider gelirim. Öyle çok fazla gol atmam. Ama attım mı kralını atarım”, Muhteşem sol ayağımnan yapıştırırım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım” der.
Diyebilir…
Velhasıl bize de lafı fazla uzatmayıp, günümüz futbolunu güzel eden bu güzel adamların listesini yapmak düşer.
Kırmızı: Steven Gerrard
Anfield Road’un kralı… Liverpool’un efsanesi. Ayrılmaz bir parçası…Takımına “You will never walk alone.” diyen taraftarın yeşil saha şubesi. “Liverpool taraftarlarının “Sen sahadaki biz” diye bağırdıkları adam. Bu yüzdendir ki bu adam kendisine gelen bol sıfırlı teklifleri (Kimi rivayetlere göre Real Madrid 2006 yılında kendisine Liverpool’da kazandığının 4 katını teklif etmiştir.) reddedip takımında kalmıştır.(Dikkat klişe!) Bu davranışı da taraflı tarafsız herkesin beğenisi kazanmıştır.Tek temennimiz, hala tüm karizması ile Liverpool formasını terleten bu adamı izlemeye devam etmek.
Mavi: Frank Lampard
2000’lerde bir futbol atılımı yapan Chelsea, bunu bir sistem değil, sermaye takımı olarak yapınca birçok insan tarafından antipati ile karşılandı. Ama 2001 yılında West Ham’dan gelen bu İngiliz, her zaman saygının en büyüğü ile karşılaştı. Yeteneği, oyunu, etkili şutları, saha içindeki liderliği ile Chelsea’nin sahadaki karakteri oldu. İngiliz milli takımında da Gerrard ile birlikte tüm zamanların en cool ikililerinden birini oluşturdular. Mavi’nin en çok yakıştığı adam Frank Lampard, aynı zamanda 8’in de en yakıştığı adamlardan biri şüphesiz.
Topçuların 8’i: Fredrik Ljungberg
90’larda çocuk, 2000’lerde genç olanlar bilir. Henry’li, Pres’li, Bergkamp’lı, Overmars’lı, Viera’lı Arsenal dönemin en pozitif, en güzel futbolunu oynayan ve en başarılı takımlarından biriydi. (Öhöm öhöm. Ama bu güzel oyun 2000 UEFA Kupası finalinde Galatasaray’ımızı yenmeye yetmedi)
Her neyse bu takımın en sağlam parçalarından biri de Londra’nın “crazyboy_77” si Ljunberg’di. İlginç saç stili, deli dolu oyunu, sürpriz golleri ile dönemine farklılık katan İsveçli, birçok insanın özlediği o aydınlık günlerin en parlak figürlerinden biriydi.
Tika taka: Andrés Iniesta
Futbol güzel bir oyun. Ama kimi yerlerde pata küte, kimi yerlerde tiki taka oynanıyor.
Bu oynanış şekillerinden tiki taka’nın en baba temsilcilerinden biri Andrés Iniesta hiç şüphesiz. Muhteşem bir düzeni daha güzel eden adamlardan biri.
Kimilerine göre uzaylı ilan edilen Messi’nin ardındaki astronot. Seri, bileklerine hakim, karakterli. 7-8 yıldır dünyanın gözünün önünde olan bu adamın henüz hakeme itiraz ettiğini dahi gören yok.
Futbolu hakemle, rakiple değil; topla oynayan adam…
Milli takımın 8’i: Xavi Hernandez
Barcelona’da Iniesta’ya emanet ettiği 8 numarayı milli takımda devralan adam. Barcelona ve İspanya Milli Takımı’nın rakiplere uyuzluk salan pas oyununun ikinci dev parçası; ilki bir yukarıda… Tecrübeli, olgun, duran top ve uzun pas ustası…
Hatta kimi rivayetlere göre bir antrenmanda 84 metreden Coca-cola şişesini devirmiş. Ancak bu başarısı “Boş ver abi şimdi anti-semitizm falan derler bununla mı uğraşacaz” diyen Barcelona yönetimi tarafından hunharca yalanlanmıştır.
8 uğursuz gelen: Kaka Leite
Birkaç haftalığına da olsa dünyanın en pahalı transferi unvanına sahip bir transfer ile Los Galacticos’un yolunu tutan Kaka, Milan’da kendisi ile özdeşleşen 22 numarayı giymek yerine 8 numarayı giymişti Real Madrid’te. Bu numara ile yeni bir sayfa açmaya niyetlenmişti ama olmadı. 8’i güzel kılan bu güzel adama -maalesef- uğurlu gelmedi bu numara. Belki de listemizde 8’in üzdüğü tek adam olan Brezilyalı, yaşadığı sakatlıklar ve Mesut Özil’in yüksek form düzeyi nedeniyle bir türlü istediği süreleri bulamadı ve yaz başında Milan’a geri döndü.
Buralardan: Selçuk İnan
Çoğu kişiye göre 2011’de Galatasaray’a gelerek Türk futbolunun yönünü belirleyen adam oldu. Saha içindeki ve saha dışındaki efendi kişiliği, üstün pas ve top saklama yeteneği, mücadeleden kaçmaması, etkili ara pasları ve “Ömer Aşık’’an daha yüksek yüzdeyle serbest atış kullanması” ile insanları büyüledi adeta. Kimilerine göre ‘Yerli Xavi’ idi. Kimilerine göre ‘Xavi ile beraber oynar’ idi. Galatasaray taraftarının gözbebeği oldu. Kötü oynadığı -ender- maçlardan sonra da “Eleştirilemez, eleştirilmesi teklif dahi edilemez” kontenjanından yararlandı, rakibine, işine ve oyuna hep saygı duydu, hep saygı gördü. Hep buralarda olması dileğiyle…
Kuzey’den: Ian Wright
Arsenal ve Crystal Palace efsanesi İngiliz yıldız. 90’larda çocuk olanların fazlasıyla bildiği, sevdiği, sempatik bulduğu adam. Özellikle o dönem çok da moda olmayan “Arsenal taraftarı olan yabancılar” akımını başlatanlardan biriydi üstat. Onun ardından Londra dışında da çok sayıda insan Arsenal’i tutmaya, sevmeye başlamıştı. Ve Wright o günden bu yana Kuzey Londra ahalisinin aklından hiç çıkmadı.
Psikopat 8: Paul Gascoigne
Civciv saçlı İngiliz efsanesi…
Ada futbolunun en “underrated” oyuncularından biridir. Rıdvan Dilmen’in “pırpır futbolcu” tanımına fazlasıyla uyan, psikopatlıkta Joey Barton ve Eric Cantona ile aşık atabilecek bir oyuncudur. Ha bi de bilen bilir. Euro 96’da İskoçya’ya attığı efsane gol hala akıllardadır… Unutmamalı…
Balkanların son kalelerinden: Hristo Stoichkov
Barcelona ve Bulgaristan Milli Takımı efsanesi…
Şimdilerde süper yıldız çıkarmakta zorlanan Balkan futbolunun Hagi ile birlikte son kalesi. 94 Dünya Kupası’nda milli takımla, 90’ların sonunda Barcelona ile yapmadığını bırakmamış. Babalarımızın samimi tabiriyle ‘Kaleyi gördü müydü yapıştırmıştır’ Özlenen, özlenecek olandır…
Portakal 8’i: Frank Rijkaard
Kadife bilekli Hollanda Milli Takımı ve Milan efsanesi…
Günümüzün popüler tabirlerinin, aranan oyuncu özelliklerinin 20 yıl önceki sahibidir. Topu bilen oyuncu, iki yönlü orta saha, al ver yapabilen, savunmadan topla çıkabilen oyuncu gibi kavramların alayını bulundurur. Teknik direktör olarak Barcelona dışındaki performansı pek üst düzey olmasa da oyuncu olarak mevkiinin en iyilerinden biridir.
Sol 8’li: Cevad Prekazi
Aslında birçok şeyin öncesi idi o. Örneğin Hagi’den önceki “Kutsal Sol Ayak”tı. Arif’in Mençıstır’a attığı golden önce aklımızdan hiç çıkmayan goldü Monaco’ya attığı gol. Türkiye’nin Kupa 1’deki ilk ve tek yarı finalinin kapısını açandı bize. 14 yıllık çileyi bitirenlerdendi. O hep en tepedeydi, hak ettiği gibi. Ve en tepesinde olacak hep gönül dağlarının…
(Stüdyoda duygusal dakikalar… Ağlama Melis mod on… )
Şeytan 8’li: Rıdvan Dilmen
Fenerbahçe’nin sırma saçlı efsanesi, namı-ı diğer Şeytan Rıdvan…
Saha içindeki kurnazlığı, akıllı ve kıvrak oyun tarzı, sürati, fırsatçılığı ile bu lakabı fazlasıyla hak eden bir oyuncuydu Rıdvan Dilmen. Özellikle 103 golle, gol rekorunun kırılıp şampiyonluğun elde edildiği 1988-1989 senesinin en önemli yıldızlarından biriydi. Futbolculuk gibi yorumculuk macerasında da yıllarca en çok konuşulan, tartışılan isimlerden biri oldu.
Atom 8’li: Rıza Çalımbay
Atom Karınca lakaplı Beşiktaş efsanesi…
Orta saha ve sağ kanatta yıllarca Beşiktaş formasının terleten, milli takım kaptanlığı da yapan, Gordon Milne ile birlikte kariyerinde zirve yapan mücadeleci futbolcu. Teknik direktörlük kariyeri inişli çıkışlı olsa da futbolculuk kariyeri çok daha iyiydi. Metin-Ali-Feyyaz üçlüsünü sağdan besleyip üç sene üst üste şampiyon olan takıma büyük katkı sağladı.
Beyin bedava bonusu: Ivan Zamorano
Aslında bu, 8’in başrolde olduğu bir 9 numara hikayesi…
1999 yılında Inter’e transfer olan Zamorano, Real Madrid’te olduğu gibi -her zaman olduğu gibi- 9 numarayı giymek istiyordu. Ancak Inter’in bir başka büyük yıldızı El Fenomene (Ronaldo) 9 numaranın sahibiydi.
Herkese lazım olanı yapıp aklını kullanan Zamorano 18 numarayı aldı. Sonra da 1 ile 8 arasına bir artı (+) koydurdu. Dolaylı yoldan 9’u buldu.
Bonus kere bonus: Barış Özbek
Galatasaray’ın Almanya kökenli transferlerinden biriydi. Serkan Çalık ile birlikte gelip ‘Galatasaray’ın 10 yılını kurtaracak genç’ diye lanse edildi. Gazeteler kendisi için, “Viera gibi güçlü, Pirlo gibi teknik” başlıkları atmıştı. Milli takıma davet edilmeyince, “Bak Almanya’yı seçerim heaaa!” diyerek uyarıda bulundu Terim’e. Şıvanştayger ile oynama planları yaparken kendini Mustafa Sarp’ın yanında buldu…
Sonrası olmadı… Tutmadı… Uçurtması tellere takıldı.
Ama sonra o 8 numarayı doğru zamanda, doğru kişiye emanet etti…