Orhan Veli Kanık‘ın şiirleri, dünyayı gördüğü pencerenin kıyısından başlayıp tüm şehre yayılan görkemli bir manzara olarak var oldu. Yaşamayı, avareliği, aşkı, umudu ve sonrasını hiç kestiremediği pek çok şeyi aynı şiir düzleminde yaratarak edebiyatın unutulmaz yazarları arasındaki yerini aldı. Şiire getirdiği soluk, aslında toplumsal bir iyileşmenin de etkisiyle kendini gösteriyordu. Orhan Veli, şiirin ve yaşamı iç içe getirerek aslında edebiyatı herkesleştiriyordu. Öyle ki onun yarattığı dizeler, zamanın en kıymetli ifade biçimleri arasındaki yerini almayı başardı. Orhan Veli, şüphesiz ki bu durumun sürekliliğinden haberdardı ve her şiirinde yeni bir yaşam kurmanın idealini besliyordu.
Dönemin edebiyatçılarına baktığımız zaman kurdukları iletişimin bir hayli özenli olduğunu görürüz. Çünkü gerçek edebiyat, her anlamda bunu gerektirirdi. Yazar mektuplarında da aynı durumla karşılaşmamız pekâlâ mümkündür. Orhan Veli de 15 Temmuz 1947 tarihinde sevgilisi Nahit Hanım’a yazdığı bir mektupta bu meselenin de altını çiziyor.
“Ama hayattan da başka hiçbir beklediğim yok. Bugün için sana da bana da bu kadar imkânsız görülen bir saadet günün birinde gerçek olabilirse, bütün ömrüm içindeki kayıplarımdan hiçbirine üzülmeyeceğim”
“Yalnız o sevinç bana kâfi derecede yaşamış olmak için yetecek”
“O büyük, o yegâne saadet için Allah’a mı, talihe mi, yahut herhangi başka bir şeye mi, neye inanmak lazımsa inanmak istiyorum”
“Seni ne kadar çok seviyormuşum. Ne kadar sana bağlı imişim, her şeyim ne kadar senden ibaretmiş meğer”
“İyi ki seni tanımışım. Seni tanımasaydım, hayatımda böyle bir aşk bulunmasaydı, hayatım ne kadar boş bir hayat olacaktı”
“O boşluktan yalnız kendi içimdeki sevmek kabiliyetiyle kurtulamazdım. Çünkü hiç kimseyi seni sevdiğim kadar sevemezdim”
“Beni sevindirecek, mesut edecek haberlerini bekliyorum. Hasretle ağzından, yüzünden, saçlarından, kollarından, her tarafından öperim. Seni unutamıyorum. Sensiz duramıyorum”