Bundan 31 sene önce, 13 Ekim 1987’de, 29 yaşındayken, o zamanın şair ve yazarlarının toplanma mekânı olan Kızıltoprak’taki evinin penceresinden ölüme atlayarak “bütün arka bahçelerini” gördüğü bu “iki adımlık yerküre”ye veda etti -Ece Ayhan’ın deyişiyle- “dünyayla yaralı” şair, yazar ve kadın Nilgün Marmara. Yaşamının son zamanlarına kadar, kocası ve şairler ve yazarlarla çevrili entelektüel arkadaş çevresi dahil kimseye yazdıklarını göstermeden ve hatta şiir yazdığını bile söylemeden yazan Nilgün Marmara intiharından sonra yine bu çevrelerce çok konuşuldu, hâlâ da konuşuluyor elbette.
Sylvia Plath üzerine yaptığı incelemelerle hayatı ve ölümü Plath’inkine benzetildi, intiharı üzerine adının etrafında aşk dedikodularıyla anılan şairler suçlandı, ölümünün aslında intihar olmadığına dair iddialar ortaya atıldı ve yakın çevresi Kırmızı Kahverengi Defter adıyla yayımlanan günlüklerinin aslının kimde olduğuna ve aslında kime ait olduğuna dair tartışmaya girişti. Ölü yazar ve şairlerin, özellikle de intihar edenlerin ardından konuşmayı çok sevdiğimiz aşikâr; ancak tüm bunlar bir yana, Nilgün Marmara’ya dair bildiğimiz tüm gerçek aslında onun kaleminden dökülenlerden ibaret.
Sylvia Plath ve Nilgün Marmara
13 Şubat 1958’de İstanbul’da doğdu Nilgün Marmara. Ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji’nde okuduktan sonra hayatını ve şairliğini şekillendiren Boğaziçi Üniversitesi’ne girdi ve İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Sylvia Plath ile bunca benzeştirilmesinin en büyük sebebi de “Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi” isimli, yazıldıktan 20 yıl sonra Dost Körpe tarafından Türkçeleştirilen ve Everest Yayınları tarafından yayımlanan mezuniyet teziydi şüphesiz.
“Hayatın neresinden dönülse kârdır.”
Üniversitedeyken üzerine incelemeler yaptığı müntehir yazar Sylvia Plath’in Nilgün Marmara’nın hayata bakışını ve yaşamını etkilediği söylenir hep. Sylvia Plath, 30 yaşında fırının gazını açarak intihar etmişti, Nilgün Marmara ise 29 yaşında kendini beşinci kattaki evinin penceresinden aşağı bırakarak hayata bile isteye veda etti. Marmara, mezuniyet tezinde şöyle demiş:
“Plath’ın narin, incinebilir ruhani varlığı ve her şeyin sürekli kirlenişinin iç karartıcı bir şekilde farkında oluşu, onu ölüme sürüklemiştir. Kadınların toplumsal bir hastalığın sonucu olan perişanlığının kurbanı olmuştur. Karmaşık düşünce yapısının yol açtığı gerilimin niteliği çözümsüzlük doğururken, yaşamının gerilimi sonsuza akar…
Şiirlerini köşkünün tamiratı sırasında konan tuğlalar, intiharınıysa tam bir başarısızlık olan bu evin tamamen yıkılması olarak görebiliriz…”
Umutsuzlar Merdiveni
Boğaziçi Üniversitesi’nde orta kantinin üstündeki, derslere girmediklerinde tünedikleri merdivenlere Umutsuzlar Merdiveni adını takmış Nilgün Marmara ve arkadaşları. Nilgün Marmara denilince akla ilk gelen isimlerden ve şairin en yakınlarından biri olan Ece Ayhan 1987’de şöyle yazmış:
“Boğaziçi Üniversitesi’nde (ve daha önce Robert Kolej’de, ‘yukarıda’ ) okuyanlar iyi bilirler; orada, spor salonu ile kantinin bulunduğu yapıda bahçeye bakan ünlü bir ‘umutsuzlar merdiveni’ vardır; demirdendir. Kim bilir belki de bırakılmış bir yangın merdiveni!
Okul arkadaşları anlatırlar: Nilgün Marmara Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Filolojisi’nde öğrenciyken derslere pek girmez ve garip bir ‘kuş’ olarak basamaklara tünermiş. Acaba büyük kanatları yüzünden uçamayan ‘o’ ( ya da ‘bir’ ) albatros mu? Denizler kuşu.
Gözleri denizin derin yerleriyle sığ yerleri arasındaki maviliktedir işte!”
Kızıltoprak’taki o ev
1982’de endüstri mühendisi Kağan Önal ile evlendi Nilgün Marmara, Önal’ın işi dolayısıyla da bir süre Libya’da yaşadılar. Nilgün Marmara henüz şiir yazdığından kimseye bahsetmese de Libya’dayken de yazmaya devam etmiş. Türkiye’ye döndükten sonra Kızıltoprak’ta kocasıyla birlikte yaşadıkları ev şairlerin toplaşma yeriydi. Şöyle anlatmış Haydar Ergülen Dünyayla yaralı: NİLGÜN MARMARA isimli yazısında:
“Çok yalnızdım ve başka yalnızlar gibi, başka yalnızlarla birlikte sık sık Kızıltoprak’taki eve gidiyordum ben de. O yalnızların başında elbette Ece Ayhan gelir. Cemal Süreya gelir, birbirinden iki yalnız gelir. İlhan Berk, Tomris Uyar, Tevfik Akdağ’ı da görmüşümdür orada. Sonra Nilgün’ün arkadaşları gelir, öyleyse şimdi onlara ‘Nilgün yalnızları’ ya da ‘Nilgün’ün yalnız bıraktıkları’ demek gerekir: Gülseli İnal, Ahmet Soysal, Lale Müldür, Seyhan Erözçelik, Orhan Alkaya, Cezmi Ersöz, ben, bazen Akif Kurtuluş, Mustafa Irgat, Boğaziçi’nden Cemal.”
İşte o evin penceresinden ölüme atladı Nilgün Marmara.
Nilgün’ün ardından…
“Nilgün ölmüş. Beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış. Ece Ayhan söyledi. Çok değişik bir insandı Zelda. Akşamları belli saatten sonra kişilik, hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. Yüzü alarır, bakışlarına çok güzel, ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. Çok da gençti. Sanırım, otuzuna değmemişti daha. Ece ile gergedan için yaptığımız aylık söyleşide ondan şöyle söz ettim: Bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. Dönüp baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün’ün yüzünde. O zamanlar görememişim. bugün ortaya çıkıyor.”
Cemal Süreya / Günler (841. Gün)
Kurgular, dedikodular ve edebi aşklar
Dediğimiz gibi, ölümünden sonra çok konuşuldu Nilgün Marmara. Şiirleriyle de, ölümüne bir sebep arayanlarca özel hayatıyla da… Manik depresyon teşhisi konulmuştu Marmara’ya, kimine göre sebep buydu. Ama ölümünün ardından yakın olduğu birçok isimle aşk dedikoduları da çıkmıştı tabii; bazıları Nilgün Marmara’nın ölümünden beş sene sonra Kadıköy’deki otel odasından atlayarak intihar eden Kaan İnce’nin, bazısı ise Mina Urgan’ın Nilgün Marmara’dan seneler sonra, 1995’te kimilerine göre intihar olan bir trafik kazasında ölen oğlu Mustafa Irgat’ın sevgilisi olduğunu iddia etti. Yakın arkadaşı ve bir dönem Kızıltoprak’taki o evde yaşan Ece Ayhan da dedikoduların merkezindeydi tabii.
“Şimdi herkesin, o dönemde o eve giden herkesin Nilgün’e ‘aşık’ olduğu söyleniyor, yazılıyor. Efsanenin can alıcı bölümü burası elbette. Ben daha inanılmazını okudum internette, efsaneyi vıcık vıcık bir hale sokmak için ‘komplo teorisi’nin nasıl kurgulanabileceğine o anda inandım. Nilgün’ü kendisi gibi bir ‘müntehir’ olan şair Kaan İnce’yle birbirlerine sevgili yapmışlar ve ikisinin de ölüm nedenlerini birbirine bağlamışlar ve daha… Birisine herkes ‘aşık’ olunca aslında hiç kimse ‘aşık’ sayılmaz. Ve herkesin aşkı ‘açık’ olduğu için de, bu durumda, ancak ‘edebi’ bir aşk sayılır bu. Bence.” diyor Haydar Ergülen.
İntihar eden Nilgün Marmara değil de erkek bir şair olsaydı da etrafındaki ilişkiler bu denli sorgulanır mıydı, şiirlerinden daha çok aşk dedikoduları konuşulur muydu dersiniz? Sanmıyoruz.
Kırmızı Kahverengi Defter
Ölmeden kısa süre önce kocasına verdiği metin ve şiirler, ölümünün ardından “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” ve “Metinler” olarak iki ayrı kitap halinde yayımlandı. Annesinin isteğiyle ve arkadaşı Gülseli İnal’ın editörlüğünde, Nilgün Marmara’nın günlükleri de Kırmızı Kahverengi Defter adıyla yayımlandı. Marmara’nın günlüklerinin yayımlanması da ayrı bir etik tartışması konusu haliyle.
Buket Aşçı’nın yaptığı röportajda şöyle diyor Kağan Önal:
“Nilgün intihar notunda ‘İstersen daktiloya çekilmiş şiirlerimi bastırabilirsin’ demişti. Biz de, ben ve dostları, ölümünden sonra bunları ‘Daktiloya Çekilmiş Şiirler’ ve ‘Daktiloya Çekilmiş Metinler’ diye iki ayrı kitap olarak Şiir Atı’ndan yayımladık. Sanırım o günlerdi, Nilgün’ün annesi (Perihan Marmara) aradı; ‘Gülseli (İnal) Nilgün’ün günlüklerini bastırmak istiyor’ dedi. Annesinin acısı çok tazeydi. Yani Nilgün’ün her şeyinin yayımlanmasını istiyordu. Ama bu vasiyetine aykırıydı. Ben de ‘Vasiyetinde daktiloya çekilmişleri bastırabilirsin diyor, bu vasiyetine aykırı’ dedim. Bir de bunlar günlüktü yani çok özel şeyler… O yüzden ‘Basmayalım, buna taraftar değilim’ dedim. Ama ikna etmeye çalıştı. ‘Ben yine de doğru bulmuyorum’ dedim.
Bunun üzerine bana ‘İçinde hoşlanmayacağın şeyler mi var?’ dedi. Oysa günlükleri hiç okumamıştım bile… Bu gücü kendimde bir türlü bulamıyordum. Ama o ısrar edince günlükleri annesine verdim. Keşke fotokopilerini çektirip verseydim. Ama ‘Bir şeyler mi sakladı’ demesinler diye orijinalleri verdim. Annesi de Gülseli İnal’a verdi. Bir süre sonra da kitap Telos Yayınevi’den çıktı.”
Günlüklerin kimde olduğu tartışmaları
Kırmızı Kahverengi Defter seneler sonra tekrar basılmak istenildiğindeyse metinlerin orijinallerinin nerede ve kimde olduğu tartışması başladı. Kocası Kağan Önal günlüklerin editörlüğünü yapan Gülseli İnal’da olduğunu iddia edip geri isterken, Gülseli İnal’ın günlükleri zaten verdiğini söylemesi ya da vermeyi reddetmesi (tartışmada çelişkili röportaj ve ifadeler mevcut) Nilgün Marmara’yı bir kez daha edebiyat dünyasının gündemine, yine yazdıklarını gölgede bırakırcasına oturttu.
İntihar değil cinayet iddiaları
Lale Müldür Nilgün Marmara’nın ölümünden yıllar sonra onun aslında intihar etmediğini, öldürüldüğünü iddia etti. “İntihar ettiğini düşünmüyorum. İntihar ettiği söylenen pervazlar kırılmış ve sallanıyormuş havada. Bir insan camdan atlamak istese pervazlar o durumda olur mu? Kaldı ki olay anında evde bir başkası daha varmış. Çevredekiler evden bir erkek sesi geldiğini belirtti. Bir erkeğin sesi açıkça duyulmuş. Nilgün’ün camdan atıldığına inanıyorum. Kağan’ın (Nilgün Marmara’nın eşi Kağan Önal) general olan babasından şüpheleniyorum. Nilgün’ü pencereden atmak üzere bir askerin tutulduğunu düşünüyorum. Savcı yeniden olayı açmak istemiş ancak annesi korktuğu için olayın üstü o şekilde kapanmış.”
Nilgün Marmara’nın arkadaşları ve kocası Kağan Önal bu açıklamalara tepki gösterdi.
Cezmi Ersöz: “Nilgün’ün birtakım dedikodularla yıpratılmasına göz yumamam. Nilgün olayında Ece Ayhan’a büyük haksızlık yapıldı. Nilgün, Ayhan’ı çok severdi ve dostlukları büyüktü. 20’li yaşlardan itibaren intiharı düşünüyordu. Bir ara İskenderiye’ye gitti ama mutlu olamadı. Döndüğünde bana dedi ki: ‘Cezmi, düşlerimin İskenderiyesi’ni bulamadım.’ Yüzünde ölüm ifadesi vardı son zamanlarda. Tedavi için gittiği psikiyatrisi taciz etti onu; o durum daha çok yıktı. Alkol ile birlikte antidepresan alıyordu. Bahariye’de karşılaştık; yanında eşi vardı. Kulağıma ‘Cezmi çok hastayım’ dedi. Biyolojik hastalık algıladım. Ama çökmüş vaziyetteydi. 3-4 ay sonra intihar etti. İnsanlar komplo teorilerine meraklı, Nilgün’ü kim atacaktı ki?”
Bir internet efsanesi: Mezar şiiri
İnternetin hayatımıza soktuğu en sinir bozucu olaylardan biri olan ünlü şairlere ve yazarlara ait olmayan sözlerin ya da şiirlerin onların imzasıyla çılgınca yayılmasından Nilgün Marmara da nasibini alacaktı elbette. “Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın, hepiniz mezarısınız kendinizin…” dizeleri Nilgün Marmara resimlerinin üzerine yazılıp Nilgün Marmara imzasıyla paylaşılıp duruyor. Şiirin adı da “Mezar” olarak geçiyor hep. Hatta Ot Dergisi de Ekim sayısında google’a aldanıp dizeleri Nilgün Marmara imzasıyla sayfalarına taşımış. Oysa bu şiir Serdar Aydın’a ait ve 1997 basımı Nilgün Marmara Metinleri ve Fragmanlar kitabında yer alıyor. “Allah Nilgün Marmara’yı sevenlerinden korusun” demiş Serdar Aydın konuyla ilgili.