Şiir; edebiyatın en sevilen, en güzel, en çok okunan parçası. Kimi şairler vardır fikirleriyle, kimileri de unutulmaz dizeleriyle yer ederler edebiyat dünyasında. Biz de edebiyatımızın en güzel dizelerinin sahibi bir şairi, Necip Fazıl Kısakürek‘i şiirleriyle anlatalım istedik.
1. Dayan Kalbim
Seni dağladılar değil mi kalbim,
Her yanın, içi su dolu kabarcık.
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim;
Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.
Sensin gökten gelen oklara hedef;
Oyası ateşle işlenen gergef.
Çekme üç beş günlük dünyaya esef
Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!
1904 yılında İstanbul’da Maraşlı bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelir. Babası, hukukçu Abdülbaki Fazıl Bey; annesi, Giritli bir ailenin kızı olan Mediha Hanım’dır. Ailesi ona “Ahmet Necip” adını verir.
2. Ayrılık Vakti
Akşamı getiren sesleri dinle
Dinle de gönlümü alıver gitsin
Saçlarımdan tutup kor gözlerinle
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin
Güneşle köye in, beni bırak da
Küçüle küçüle kaybol ırakta
Şu yolu dönerken arkana bak da
Köşede bir lahza kalıver gitsin
Ümidim yılların seline düştü
Saçının en titrek teline düştü
Kuru yaprak gibi eline düştü
İstersen rüzgara salıver gitsin
Çocukluğu dönemin ünlü hakimlerinden olan büyük babası Mehmet Hilmi Bey’in Çemberlitaş’taki konağında geçer. 15 yaşına kadar önemli hastalıklar geçiren şair, dört-beş yaşlarında iken dedesinden okumayı öğrenir ve büyük annesi Zafer Hanım’ın da etkisi ile tutkulu bir okuyucu haline gelir.
3. Bekleyen
Sen kaçan ürkek ceylânsın dağda,
Ben peşine düşmüş bir canavarım!
İstersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım!
Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.
İlköğrenimine yaramazlıkları nedeniyle pek çok farklı okulda devam eder. İstanbul Gedikpaşa’daki Fransız Frerler Mektebi’nde başlayan ilkokul hayatını, pek çok şehirde devam ettirdikten sonra yine İstanbul’da Heybeliada Numûne Mektebi’nde tamamlar.
4. Beklenen
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar…
1916 yılında, girdiği sınavı kazanarak Deniz Harp Okulu’na (Bahriye Mektebi) başlar. Beş yıl öğrenim gördüğü bu okulda Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Akseki, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi tanınmış isimler öğretmeni olur. Türk şiir ve düşünce hayatının Necip Fazıl’a göre zıt kutbunda yer alan Nâzım Hikmet de o yıllarda aynı okulda, iki sınıf üstte öğrencidir.
5. Bu Yağmur
Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
Bu yağmur, bu yağmur bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.
Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik,
Tenimde acısız yatan bir bıçak.
Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik,
Dayandıkça çisil çisil yağacak.
Bu yağmur delilik vehminden üstün,
Karanlık, kovulmaz düşüncelerden.
Cinlerin beynimde yaptığı düğün,
Sulardan, seslerden ve gecelerden…
Necip Fazıl, Bahriye Mektebi’ndeki öğrencilik döneminde şiirle ilgilenmeye başlar; tek nüsha, elle yazılmış “Nihal” isminde bir haftalık dergi çıkararak yayıncılık faaliyetine ilk adımı atar. Okulda iyi derecede İngilizce öğrendiği için Lord Byron, Oscar Wilde, Shakespeare gibi batılı yazarların eserlerini orijinal dilinde okuma imkânı bulur. Ahmet Necip olan adının, “Necip Fazıl” olması bu döneme rastlar.
6. Her Nefesten
Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,
Affet senden habersiz aldığım her nefesten…
İstanbul’un işgali nedeniyle okulunu bitiremeden, annesi ile birlikte Erzurum’daki dayısının yanına giden Necip Fazıl, bu arada henüz çok genç yaşta olan babasını kaybeder.
7. Uyan Yarim
Uyan yarim uyan, söndü yıldızlar,
Gün, karşı tepeden doğmak üzredir.
Her sabah güneşi seyreden kızlar,
Mahmur gözlerini ovmak üzredir.
Uyan yarim, sesler geldi derinden,
Karanlık oynadı, koptu yerinden;
İlk ışık, kapının eşiklerinden,
Şimdi bir gölgeyi kovmak üzredir.
Sevgilim, kapımı çaldı aydınlık,
Baygın gözlerimi aldı aydınlık,
İçimde tıkandı, kaldı ayrılık,
Bu aydınlık beni boğmak üzredir.
1921 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girer. Burada Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Faruk Nafiz, Ahmet Kutsi gibi dönemin ünlü edebiyatçıları ile tanışır. Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua dergisinde ilk şiirleri yayımlanır.
8. Tam Otuz Yıl
Tam otuz yıldır saatim işlemiş, ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum…
Lise ve üniversite öğrencileri arasından, Avrupa ülkelerine gönderilecek ilk grubu belirlemek için 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan sınavı kazanınca, gösterdiği başarı nedeniyle üniversitedeki eğitimini resmen tamamlamış sayılır ve Paris’e gönderilir.
9. Geceye Şiir
Kalbim bir çiçektir gündüzler ölgün;
Gelin gelin, onu açın geceler!
Beni yad edermiş gibi bütün gün
Ötün kulağımda çın çın geceler!
Geceler çekmeyin benim için hüzün,
Gelin siz ruhumu tenimden süzün;
Bırakın naaşımı yerde gündüzün,
Gölgemi alın da kaçın geceler!
Burada Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne girer. Bu okulda sezgici ve mistik filozof Henri Bergson ile tanışır. Paris’te bohem bir yaşam sürmeye ve kumara ilgi duymaya başlar. Bir yılın sonunda bursu kesilince yurda dönmek zorunda kalır.
10. Kaldırımlar
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Paris’teki bohem hayatına bir süre İstanbul’da da devam eder. 1925’te ilk şiir kitabı “Örümcek Ağı”nı çıkarır. Bir yandan bankacılık yaparken, 1928 yılında ikinci şiir kitabı olan “Kaldırımlar” yayımlanır. Kitap, büyük bir ilgi ve hayranlık toplar.
11. Kaldırımlar (devam)
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…
1933 yılında askerliğini bitirdikten sonra Ankara’ya döner. Üçüncü şiir kitabı “Ben ve Ötesi”nin yayımlanmasından sonra ününün zirvesine ulaşır. Dergilerdeki hikâyelerini “Birkaç Hikaye, Birkaç Tahlil” adlı kitapta toplar.
12. Olmaz mı
Yön yön sarılmışım ne yana baksam;
Sarılan olur da saran olmaz mı?
Kim bu yüzü çizen sanatkar ressam;
Geçip de aynaya, soran olmaz mı?
Bir parçacığım ben, bütüne hasret;
Zaman döne dursun o güne hasret;
Ruhumsa zamanın üstüne hasret;
Ebediyet boyu bir an… Olmaz mı?
1934 tarihi, Necip Fazıl’ın yaşamında bir dönüm noktası olur. O yıl, bir Nakşî şeyhi olan Abdülhakîm Arvâsî ile tanışır. Onunla yaptığı sohbetler sonucunda ciddi bir fikir ve zihniyet dönüşümü yaşar. Abdülhakim Arvasi ile tanışmasını, kendisine milat kabul eden Necip Fazıl’ın şiirlerinde bu tanışmadan sonra tasavvufi düşüncenin izleri görülmeye başlanır.
13. Gölgeler
Gönlüm uçmak dilerken semavi ülkelere;
Ayağım takılıyor yerdeki gölgelere…
1935 yılında yaşadığı derin fikir buhranın ardından, hayatının yeni dönemindeki ilk önemli eseri olan “Tohum” adlı tiyatro oyununu yazar. İslamcılık ve Türklük vurgusunun ön planda olduğu eser, Muhsin Ertuğrul tarafından İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenir. Oyun, sanat çevrelerinden büyük ilgi gördüğü halde halkın ilgisini pek çekmez.
14. Gurbet
Dağda dolaşırken yakma kandili,
Fersiz gözlerimi dağlama gurbet!
Ne söylemez, akan suların dili,
Sessizlik içinde çağlama gurbet!
Titrek parmağınla tutup tığını.
Alnıma işleme kırışığını
Duvarda emerek mum ışığını,
Bir veremli rengi bağlama gurbet
Gül büyütenlere mahsus hevesle,
Renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız annem gibi, o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!
1936 yılında; Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı gibi önemli edebiyatçıların da yazı yazdığı ve on altı yıl yayın hayatını sürdürecek olan kültür-sanat dergisi “Ağaç Mecmuası”nı çıkarmaya başlar.
15. Akşam
Güneş çekildi demin,
Doğdu bir renk akşamı.
Bu, bütün günlerimin,
İçime denk akşamı.
Akşamı duya duya,
Sular yattı uykuya;
Kızıllık çöktü suya,
Sandım bir cenk akşamı…
1937 yılında tamamladığı “Bir Adam Yaratmak” adlı piyesi ilk defa 1937-38 tiyatro sezonunda, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konur ve büyük ilgi görür. Eser, insanın ve aklın güçsüzlüğünü ortaya koymakta ve pozitivizmi, kuru akılcılığı reddetmektedir.
16. Hep Bu Ayak Sesleri
Hep bu ayak sesleri, hep bu ayak sesleri,
Dolaşıyor dışarda, gün batışından beri,
Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,
Bir eski çıban gibi işliyor içerime,
Ey şimdi kara haber gibi bana yaklaşan,
Sonra saadet olup yanımdan uzaklaşan,
Sesler, ayak sesleri kesilmez çıtırtılar!
Bana gelen müjdeyi galiba caydırdılar,
Böyle adım atarlar, ayrılanlar eşinden,
Böyle yürür, gidenler, bir tabutun peşinden,
Kimsesiz gecelerim, bu kesik sesle doldu,
Artık, atan kalbimde bir ayak sesi oldu
Bir gün, sönük göğsüme düştüğü vakit başım
Benden ayrılıyormuş gibi bir can yoldaşım,
Gittikçe uzaklaşan bu sesi duya duya,
Yavaşça dalacağım, o kalkılmaz uykuya
Bankacılıktan sonra bir müddet gazetecilik ve çeşitli okullarda öğretmenlik yapar. 1934’te yaşadığı buhranlı dönemini anlatan “Çile” adlı şiirini 1939’da yayımlar. 1941 yılında Fatma Neslihan Balaban ile evlenir ve bu evliliğinden beş çocuğu dünyaya gelir.
Necip Fazıl Kısakürek, 1943 yılından itibaren siyasal tavrını, Türk modernleşmesine eleştirisini ve muhalif anlayışını ifade etmek için, “Büyük Doğu” dergisini çıkarmaya başlar. “Büyük Doğu”, o dönemde çıkarılan tek İslamcı dergidir. Başlangıçta dönemin ünlü isimlerinin yazılarının da yer aldığı dergiye, daha sonra değişik takma adlarla Necip Fazıl’ın yazdığı yazılar egemen olur.
17. Dağlarda Şarkı Söyle
Al eline bir değnek,
Tırman dağlara, söyle!
Şehir farksız olsun tek,
Mukavvadan bir köyle.
Uzasan, göğe ersen,
Cücesin şehirde sen;
Bir dev olmak istersen,
Dağlarda şarkı söyle!
Garip akımının ortaya çıkışıyla şiirden uzaklaşır. Güçlü bir yazım tekniğinin görüldüğü tiyatro oyunlarında, daha çok korku ve kaygı psikolojisini işler. Anı, makale, inceleme türü eserlerinde daha çok dinsel ve siyasal konuları ele alır.
Necip Fazıl’ın düşünce örgüsü; din, tasavvuf ve mistisizm ekseninde gelişmiş ve fikri mücadelesini bu çerçevede sürdürmüştür. 25 Mayıs 1983’te evinde hayatını kaybeden şairin cenazesi, Eyüp Sultan Mezarlığı’nda toprağa verilir.
18. Dönemeç
Bir gündü, hava ılık
Ve cadde kalabalık
Bir kadın sapıverdi önümden dönemece;
Yalnız bir endam gördüm arkasından ipince.
Ve görmeden sevdiğim, işte bu kadın dedim,
Çarpıldım sendeledim.
Bir gündü mevsim bayat
Ve esmekte hayat…
Dönemeçten bir tabut çıktı ve üç beş adam;
Yalnız bir ahenk sezdim, çerçevede bir endam.
Ve tabutta incecik o kadın var, anladım;
Bir köşede ağladım…
Yaşamları boyu fikren birbirlerine ters düşen Necip Fazıl ile Nazım Hikmet aslında iyi arkadaştırlar: Nazım hikmet Sultanahmet Hapishanesi’nde yatarken Necip Fazıl onu ziyarete gider.
Necip Fazıl: “Nazım’ım, benim rejimim olsa seni asardım; fakat bu hiçlik rejiminde –milli şef dönemi- fikirsiz ve imansız insanların seni süründürmesinden müteessirim. Onun için ziyaretine geldim” der.
Nazım Hikmet: “Benim de rejimim olsa, ben de seni asardım. Sonra da darağacının başında oturur ağlardım. Seni anlıyorum, bil ki bu soylu tarafının daima takdircisi kalacağım” diye cevap verir.
Necip Fazıl, bir röportajında kendisine soru sormak için söz alan şahsın, Nazım Hikmet’le ilgili atıp tutması üzerine sinirlenir ve; ”Yahu, sen ne diyorsun, ben sağcıymışım da Nazım solcuymuş da, biz birbirimizin düşmanıymışız da, yok daha neler neler… Ulan hıyar, biz Nazım ile bütün gün siyaset tartışır, akşam olunca da Beyoğlu’nda beraber kız tavlardık, ne diyorsun sen be” diye konuşur.