Bugün Dünya Madenciler Günü, biz bu listeyi yayınlarken bir yandan da Ermenekteki maden faciasında yerin altında kalmış olan son cesetlere ulaşıldı. Madenciler ve pek çok diğer işçi insan yerine konulmuyor, çünkü paraya ihtiyacı olan ve evine götüreceği üç beş kuruş uğruna boğularak ölmeyi bile göze alan birileri her zaman bulunur bu Ortadoğu ikliminde.
Yaşanan bu katliamlarda, Tanrı’yla paranın yerini değiştiren patronlar mı daha suçlu; yoksa patronlara, çıkardığı komik yasalarla “Ya yaşam odası kuracağıma, onun cezasını öderim daha iyi” diye düşündürten yönetim anlayışı mı? Ermenek işçi katliamından sonra sayın bakan Faruk Çelik’in, “Bir madeni kapatacak oluyoruz, araya birilerini sokuyorlar.” itirafı, kimin/kimlerin daha suçlu olduğunu gözümüze gözümüze sokuyor zaten.
Son gelişmelerden sonra da hükümetin “kaza olmayan iş yerlerini ödüllendirmek” dışında ne yapacağını merakla bekliyoruz. Ak Saray denilen “mabet”e harcanan parayla, bu ülkenin ezilmişleri, sömürülmüşleri için neler yapılabileceği konusuna girelim mi? Hiç gerek yok, moralimiz daha da bozulmasın.
Binlerce yıl öncesinde iş güvenliği
Şu anda adına “iş sağlığı ve güvenliği” denilen kavramın tarihi, piramitlerde çalışan işçiler için sağlık servisleri kurulmasından dolayı, eski Mısır’a kadar uzanır. Hammurabi’nin Babil İmparatorluğu’nda da iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili hükümler bulunmaktadır. Şöyle ki: “Eğer bir müteahhidin sağlam yapmadığı bir binanın çökmesi sonucunda bina sahibi hayatını kaybederse, müteahhit ölüm cezasına çarptırılır; eğer bina sahibinin oğlu hayatını kaybetmişse, müteahhidin oğlu ölüm cezasına çarptırılır; eğer bina sahibinin kölesi hayatını kaybetmişse, müteahhit aynı değerde bir köleyi bina sahibine verir. Eğer müteahhidin sağlam yaptığı bir binanın çökmesi sonucunda bina sahibinin malları hasar görmüşse, müteahhit binayı yeniden yapacağı gibi, bina sahibinin tüm zarar ve ziyanını da karşılayacaktır. Bir binanın inşaat kurallarına uyulmadan yapılan bir duvarı yıkılırsa, müteahhit tüm masrafları kendisine ait olmak üzere o duvarı sağlamlaştırmak zorundadır.”
İlk çalışmalar eski Roma’dan
Günümüzdeki anlamıyla iş güvenliğiyle ilgili çalışmalar ilk olarak eski Roma’da ortaya çıkmıştır. Heredot, çalışanların yüksek enerjili besinlerle beslenmesine değinmiş, Hipokrat ilk kez kurşunun zararlı etkilerinden söz etmiş ve kurşun zehirlenmesinin bulgularını tanımlamıştır.
Alanla ilgili ilk profesyonel çalışmalar
Gelelim 15. ve 16. yüzyıllara… Bu yıllarda birkaç isim öne çıkar: Ulrich Ellenbrong, Paracelsus, Agricola ve Rammazzini. Ellenbrong kuyumcularla ilgili bazı hastalıkları incelemiştir. Paracelsus, maden işletmelerinde işyeri hekimi olarak çalışmış ve dünyadaki ilk iş hekimliği kitabı olan De Morbis Metallicis’i yazmıştır. Agricola ise ilk mineroloji bilgini olarak bilinir ve doktorluk yıllarında maden işçilerinin sorunlarını incelemiştir. Bu gözlemlerinin yer aldığı De Re Metallica adlı kitabı yazmış, iş kazaları ve iş güvenliğiyle ilgili önerilerde bulunmuştur.
İş güvenliğinin babası: Ramazzini
İtalyan Bernardino Ramazzini, iş güvenliği ve işçi sağlığı alanında devrimci bir isimdir ve bu alanın kurucusu sayılır. 18. yüzyılın başlarında üniversitede öğretim üyesi de olan Ramazzini, kaleme aldığı De Morbis Artificum Diatriba (İşçi Hastalıkları) adlı kitapta, iş yerlerinde koruyucu güvenlik önlemlerinin alınmasının gerekliliğine değinir. Kurşun ve cıva zehirlenmelerini incelemiş ve belirtilerini saptamıştır. İşçi sağlığıyla ilgili korunma yöntemlerini irdelemiş; iş yerlerinin sıcaklığından, işçilerin çalışma ortamındaki olumsuz şartlarının düzeltilmesine kadar birçok konuya değinmiştir.
Sanayi Devrimi’yle birlikte mücadele derinleşiyor
Üretimde makineleşmeyi sağlayan Sanayi Devrimi, birçok sorunu da beraberinde getirdi. (İlgilenenler için işçi direnişi tarihi listemize buradan ulaşabilirsiniz.) Bu sorunların şüphesiz en önemlisi, üretimi yapan işçinin sağlığıydı. O dönemde hiç de önemli değildi elbette bu. Bizde hâlâ önemli değil…
Bu konuyla ilgili ilk önemli adımı atanlardan biri Anthony Ashley Cooper adlı asilzade bir parlamento üyesi oldu. Cooper, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, çalışma saatlerinin azaltılması ve madenlerde çalışan işçilerin (özellikle de kadın ve çocukların) korunması için çok çaba gösterdi.
İlk yasa çıkıyor
5-6 yaş civarındaki çocuk işçilerin acımasızca çalıştırıldığı bir dönemde doktor Thomas Percival, genç işçilerin çalışma koşullarıyla ilgili bir rapor hazırladı. Bu raporun etkisinde kalan parlamenter ve işveren Sir Robert Peel’in parlamentodaki girişimleri sonuç verdi ve 1802’de “Çıraklık Sağlığı ve Ahlakı Kanunu” yürürlüğe girdi. İş güvenliği ve işçi sağlığıyla ilgili çıkarılan bu ilk yasayla, çalışma saatleri 12 saatle sınırlandırıldı.
Ardından bir yasa daha
Gelişmeler bununla da kalmadı. 1847’de çıkarılan “On Saat Yasası” ile çalışma saatleri bir kez daha sınırlandırıldı. Bu gelişmelerin yaşanmasında Sir Robert Peel dışında, Robert Owen ve Michael Sadler gibi isimlerin de büyük payı vardır. Bu isimlerden Robert Owen, İskoçya’daki fabrikasında 10 yaşından küçük çocukları çalıştırmamış, çalışma saatlerini de azaltmıştır.
Doktorların emeği büyük
Bu sürecin devam etmesini, hazırladıkları raporlarla ve yazdıkları kitaplarla yine doktorlar sağladı. Baca temizleyicilerinde görülen felç üstüne yazdığı kitapla Percival Pott, zehirli maddelerle ilgili çalışmalarıyla Orfila ve iç hastalıkları uzmanı olmasına rağmen meslek hastalıklarına yönelen Charles Turner Thackrah, bu doktorlardan sadece birkaçı.
Raporların sonucu: Fabrika Yasası
Doktorların tüm bu çalışmalarının bir sonucu oldu tabii. Bunlardan etkilenen Michael Sadler, 1832’de parlamentoya yeni bir yasa teklifiyle geldi ve bu yasa “Fabrika Yasası” adıyla 1833’te yürürlüğe girdi. Bu yasanın getirdikleri kısaca şunlardı: Fabrikaların denetlenmesi için müfettiş atanması zorunlu kılındı; dokuz yaşından küçüklerin çalıştırılması yasaklandı; 18 yaşından küçüklerin ise 12 saatten fazla çalıştırılması yasaklandı. Bu yasa sonucunda Thomas Morison Legge, atanan ilk hekim iş güvenliği müfettişi oldu. 1842’de yapılan düzenlemeyle 10 yaşından küçük çocukların ve kadınların madenlerde çalıştırılması yasaklandı. 1844’teki düzenlemeyle iş yerlerindeki hekimlerin sorumlulukları genişletildi. 1895’teki bir başka düzenlemeyle de, tehlikeli meslek hastalıklarının bildirimi zorunlu hâle getirildi.
20.yüzyılda iş güvenliği
Soma’da yaşanan katliamdan sonra, eski başbakanımızın örnek verdiği 1800’ler Avrupa’sını bitirdik. Geldik 20. yüzyıla… Bu yüzyılın başlarında Thomas Legge şarbonun da diğer meslek hastalıkları gibi bir hastalık olduğunu ileri sürdü ve bu hastalıkla ilgili çalışmaların, devletler nezdinde yapılmaya başlanmasında etkili oldu. Sir John Simon da, iş yerlerinin sağlık yönünden denetlenmesinin gerekli olduğunu belirtti ve zehirlenmeye bağlı birçok hastalığın bildiriminin zorunlu kılınmasına öncülük etti.
Amerika’daki gelişmeler
Aynı dönemlerde Amerika da boş durmadı. Sanayileşmenin getirisi olan olumsuz çalışma koşullarının düzeltilmesi amacıyla, eyalet hükümetleri nezdinde çalışmalar başlatıldı. Bu çalışmalarda, Massachusetts eyaleti öncülük etti ve 1836 yılında çocuk işçiler ile ilgili bir yasayı yürürlüğe koydu.
Kurşuna karşı mücadele
ABD’deki işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili bir şeyler yazarken, yaşamının 40 yılını mesleki risklerin incelenmesine adayan Alice Hamilton’ı anmamak olmaz. 1910 yılından itibaren kurşun sanayisinde yaşanan zehirlenme vakalarını incelemeye başlayan Hamilton, işverenlerin tepkilerine rağmen çalışmalarına devam etti. Bu araştırmaları sonucunda, çalışma koşullarının düzeltilmesi için uygulanacak kontrol yöntemlerinin geliştirilmesine öncülük etti.
Sosyalist ülkeler de boş durmadı
Kapitalizmin bağrında bunlar yaşanırken, sosyalist blok da boş durmadı. Kendi içinde bir denetim mekanizması kuran bu sistem, denetimin çalışanlarca yapılması sağladı. SSCB’nin ilk sağlık bakanı Alexander Semashko, bağımsız sağlık örgütlerinin kurulması ve bunların koruyucu sağlık hizmetlerinde yoğunlaşması konusunda önemli çalışmalar yaptı. Özellikle 1922’den sonra birçok araştırma merkezi ve enstitü kuruldu, iş güvenliği konusunda da önemli çalışmalar yapıldı.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) kuruluyor
Meslek hastalıklarının belirlenmesinde ve iş kazalarının önlenmesinde, Milletler Cemiyeti’ne bağlı olarak 1919’da faaliyete geçen Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labour Organisation-ILO) de önemli çalışmalar yaptı. ILO, 1946 yılında Birleşmiş Milletler ile imzaladığı bir anlaşmayla, uzman kuruluş olarak kabul gördü.
Bizim coğrafyamızda iş güvenliği
Dünyada tüm bunlar olurken bizim topraklarımızda neler yaşanıyordu; bir de ona değinelim kısaca. Sanayi Devrimi’nin Osmanlı’daki etkilerinden bahsetmeye gerek yok sanırız. Konumuz iş güvenliği olduğu için, konuyu dağıtmamaya özen gösteriyoruz. Konuyla ilgili ilk yasal belge, işverenler tarafından -tabii ki- uygulanmayan Dilaver Paşa Nizamnamesi’dir. 100 maddeden oluşan bu belge, daha çok üretimin artırılmasını amaçlıyordu ama iş yerinde doktor bulundurma zorunluluğu gibi konular da içerdiği için, iş güvenliğiyle ilgili ilk girişim olarak kabul edilir. Bu belge ayrıca, kendi işinde çalışan köylüyü, paralı köle yapmak için hazırlandığı yönünde ağır eleştiriler de almıştır.
İkinci yasal belge: Maadin Nizamnamesi
Tanzimat sonrası ikinci önemli belge Maadin Nizamnamesi’dir. Bu nizamname ilkine göre daha “işçi dostu”ydu ve iş güvenliğini ilgilendiren hükümler içermekteydi. Bu nizamname de işverenler tarafından uygulanmadı. Hemen hemen aynı dönemde çıkan başka tüzükler de olmasına ve 1908’den itibaren sendikalar kurulabilmesine rağmen, somut hiçbir ilerleme kaydedilemedi, ağır çalışma koşulları düzeltilemedi.
Savaş yıllarında iş güvenliği
İş güvenliği ile ilgili ilk ciddi adım 1921’de Kurtuluş Savaşı yıllarında atıldı. Zonguldak ve Ereğli’deki kömür madenlerinde çalışan işçilerin çalışma koşulları, Mahmut Celal Bey tarafından meclis kürsüsünde dile getirildi. Bu girişim iş güvenliği ve işçi sağlığıyla ilgili 28 Nisan 1921 tarihli 114 sayılı yasanın ve 10 Eylül 1921 tarihli 151 sayılı yasanın çıkmasına öncülük etti. (151 sayılı yasanın hükümleri, yıllar sonra yürürlüğe giren 506 sayılı SSK Yasası içinde de varlığını sürdürdü.)
Borçlar Yasası ve diğer düzenlemeler
Bunu 1926’da yürürlüğe giren ve işverene, iş kazası olması durumunda hukuki sorumluluk getiren Borçlar Yasası’nın 332. maddesi izledi (aralardaki Hafta Tatili Yasası gibi düzenlemeleri atlıyoruz). Sonraki yıllarda gerçekleşen değişiklikler de kısaca şunlar:
1930 yılında yürürlüğe konulan Belediyeler Yasası,
1937 yılında çıkarılan 3008 sayılı İş Yasası (1967’de yürürlükten kaldırıldı),
1946 yılında Çalışma Bakanlığı’nın kurulması (ki en önemli aşamadır),
1945 yılında 4792 sayılı İşçi Sigortaları Kurumu Yasası,
1971’de, 1475 sayılı İş Yasası (bu yasa uzun bir süre yürürlükte kaldı ve bu yasaya dayanılarak birçok tüzük ve yönetmelik çıkarıldı),
2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı İş Yasası,
16.06.2006 tarihli 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası,
Ve son olarak, 2012 yılında çıkarılan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu.