Miguel de Cervantes tarafından kaleme alınan ve tüm dünyayı etkileyen Don Kişot, temelde romantik bir idealizmin olumlamasını yapmaktadır. Bu nedenledir ki roman, insan duygusunun vicdana yakın duran her hamlesinde kendini gösterir. Don Kişot’un genel tavrı da üç aşağı beş yukarı böyle işler. Onu yaratan yazarın hayatı, aslında hikayeyi oluşturan zeminin temel noktasından hareket etmektedir ve bu konuda kesinleşmemiş söylentiler vardır.
Cervantes’in hayatına dair söylentilerden biri de Osmanlı’ya karşı savaşırken esir düştüğüdür.
Miguel de Cervantes 1547’de Madrid’in Alcalá de Henares bölgesinde doğdu. Daha çocuk yaşlardayken edebiyata özel bir ilgi duyan Cervantes, 23 yaşındayken klasik sanatları öğrenmek üzere İtalya’ya gitti.
Fakat 1571’de nedendir bilinmez İspanyol donanmasına katılmaya karar verdi. İnebahtı Deniz Muharabesi’nde Haçlı donanmalarıyla birlikte Osmanlı’ya karşı savaştı.
Savaş sırasında kolundan yaralanan yazar bir süre İtalya’da tedavi gördü. 1575’te kardeşiyle birlikte İspanya’ya dönmek üzere yola çıktıkları sırada Arnavut Mehmet komutasındaki bir grup Cezayirli korsan tarafından esir alındı.
Pek çok kez kaçma girişiminde bulunsa da başarılı olamadı ve beş yıl boyunca Cezayir’de esir hayatı yaşamak zorunda kaldı.
Dördüncü kaçma girişimi de başarısız olan Cervantes’in yanındaki diğer esirlerle birlikte İstanbul’a götürülmesine karar verildi.
Fakat o dönemde Cezayir’de bulunan Teslis tarikatından Fray Juan Gil ve Antón de la Bella isimli keşişler, gereken fidyeyi ödeyerek Cervantes’i kurtardılar.
Tüm zamanların en çok okunan eserleri arasında yer alan Don Kişot’un da söz konusu esaret yıllarından sonra kaleme alındığı biliniyor.
Ayrıca yazarın keşişler tarafından kurtarıldığı dönem, Kılıç Ali Paşa Camisi’nin yapımının bittiği tarihlere denk geliyor ve Cervantes’in İstanbul’a gelip gelmediği sorusunu akıllara getiriyor.
Don Kişot’un 39. bölümünde hayat hikâyesini anlatan esirin cümlelerinde ise şöyle bir bilgi yer alıyor.
“Olay şöyle cereyan etti: Cesur ve talihli bir korsan olan, Cezayir beylerbeyi Uluç Ali Paşa, Malta amiral gemisine saldırıp yenmiş, sadece üç şövalyeyi sağ bırakmıştı; onlar da ağır yaralıydılar. Benim de bölüğümle beraber içinde bulunduğum, Giovanni Andrea’nın amiral gemisi imdada yetişti; böyle bir durumda yapmam gereken şeyi yapıp düşman kadırgasına atladım; gemi o sırada, kendisine saldıran bizim gemiden uzaklaşarak askerlerimin beni izlemesini engelledi; böylece, düşmanlarımın arasında kendimi tek başıma buldum ve sayıları çok fazla olduğu için karşı koyamadım; sonunda, çeşitli yerlerimden yaralayıp teslim aldılar beni. Herhalde sizlerin de duymuş olacağınız gibi, Uluç Ali Paşa bütün filosuyla kurtulunca, ben de ona esir düştüm ve onca mutlu insan arasında bir ben kederli, onca hür insan arasında bir ben tutsak kaldım; çünkü o gün, Osmanlı donanmasında kürek çeken ve özlemini çektikleri hürriyete kavuşan on beş bin Hıristiyan vardı. Beni Konstantinopolis’e götürdüler; orada Osmanlı Padişahı Selim, savaşta üzerine düşeni yapmış olduğundan, sahibimi kaptanıderyalığa getirdi; Uluç Ali Paşa, cesaretinin kanıtı olarak Malta Şövalyeleri tarikatının sancağını ele geçirmişti.”
Fakat araştırmacılara göre Cervantes, İstanbul’a hiç gitmemiş bile olsa İstanbul’la ilgili pek çok şeyi Cezayir’deki esirlik yıllarında denizcilerden duymuş ve buna göre kurgulamış olabilir.
Kaynak: 1