Solda güneş yükselsin, sağda sevgili gülümsesin, bu yol hiç bitmesin… Yağmur yağsın, toprak koksun, bulutlar Miyazaki sahneleri gibi ayrılsın, aralarından gökkuşağı sıyrılsın.
Gezme görme mevsimindeyiz. Ülkenin en güzel zamanları bunlar. Baharla yazın arası ne çok sıcak, ne çok soğuk. Biraz yağmurlu, biraz denizli, güneşli, hafif rüzgarlı…
Ülkenin karalara batmış halini geride bırakıp biraz gün yüzü görmeye, kafayı azıcık da güzelliklere vermeye ne dersiniz. Bahar rotası için yollara düşmelik cennet köşeleri derledik size. Tabii ki 7 değil 77 yazsak yetmez, siz de aklınıza gelen örnekleri ekleyiniz. Başlıklardaki yer isimlerine tıklarsanız bölgeyi Google Haritalarda görebilirsiniz.
İzmit – Menekşe Yaylası
Nice cengaver kaşifin yanlış yollara sapıp 3 yıllık doğa hasretini bir gezide tükettiği cennet köşesi. Patikası, ara yolu, inişi çıkışı boldur; çünkü İzmit sınırları içinde tam bir Karadeniz iklimi yaşatır. Yayla, kışın karla kaplı yolları, bahar aylarında coşan kaynak sularıyla tam bir Bob Ross tablosuna döner. Hani “belki şurada küçük mutlu bir ağaç vardır” diyen bonus kafalı amcamız.
Tam da bir tablo içinde takılmak, onlarca kuşu aynı anda dinlemek için Menekşe Yaylası bulunmaz bir fırsat. Marmara’nın burnu Gölcük, Sapanca ve İznik Gölü arasında bir üçgen çizin, tam ortada kalan yeşil alandır Menekşe Yaylası. Eğer kamp yapacaksınız bölgede daha önce konaklamış birinden konum için yardım almanızı öneririz. Soğukdere’de meşhur Veysel Amca’nın Yeri’ni başlangıç noktası alarak yaylayı keşfe başlayabilirsiniz.
Menekşe Yaylası, Beşkayalar Tabiatı Koruma Alanı’nın içinde. Kuş türleri ve çeşitleri için yanınızda hafif bir dürbün bulundurmanızı öneririz. 1070 metre yükseklikteki yayla adını tam da bu mevsimde yayılan menekşe kokularından alıyor.
İzmir – Bademli
Her kıyısı ayrı bir kaçış yeri olan Ege’de Dikili’ye uzanıyoruz. Tam karşısı Yunanistan’ın Midillisi. Yani bölgenin coğrafyasını şöyle açıklayabiliriz: Zeytin ağaçları, deniz ve yeniden zeytin ağaçları. Bir de girintili çıkıntılı kıyıların arasına sıkışmış küçük koylar. Şansınız varsa koyların arkasındaki sulak alanlarda konaklamış flamingolara rastlayabilirsiniz. Ağaçların arasında panikle koşturan ve ağaçkakana benzeyen kuşlar da ibibikler.
Bademli köyü, mübadele yıllarından nasibini almış yerlerden. Kiminin eşi dostu karşı kıyıda kalmış. Kahvedeki amcalar arada sigaralarından çekip Midilli’ye doğru dumanı üfleyerek efkarlanıyorlar. Bademlide üzerinde 5 yıldızlı bir tesis olan Kalem Adası ve onun arkasında Garip Ada bulunuyor. Tesisli olanı es geçip (70’lerde adayı komple bir işadamına satmışlar), kıyıdan tekne kiralayarak Garip Adası’na geçiyoruz. Ülkenin eşsiz sularından biri tam burada. Gitmeden ve yüzmeden bilemezsiniz.
Bolu – Sülüklügöl
Normalde coğrafi oluşumların tarihleri günümüzden binlerce yıl öncesine dayanır. Sülüklügöl ise günümüzden sadece 300 yıl önce oluşmuş. O dönemlerde gerçekleşen büyük bir heyelan yamaçlardaki ağaçları aşağıya alıp gölü oluşturmuş. Gölün ortasında bu ağaçlar hâlâ görülebiliyor. Bolu Mudurnu’ya 80 kilometre mesafedeki gölün çevresi yürüyüş severler tarafından keşfedilmeyi bekliyor.
Göle adını veren sülükler ise artık bulunmuyor. Doğayı kontrol etmeye pek meraklı o hiç bitmeyen zihniyet, 70’li yıllarda göle balık bırakmış. Herhalde balık iyidir, balıksız olacağına balıklı olsun diye düşünmüş olacaklar. Gölün doğal yapısında olmayan balıklar sülüklerin hepsini afiyetle yemiş. Geriye bu güzel bölgenin adı kalmış. Bir tabiat koruma alanı olan bölgede Abant, Göynük, Susuz ve Davlumbaz yaylaları bulunuyor. Göl manzarasını bu yaylalar boyunca izlemek de mümkün.
İzmit – Yuvacık
Aslında Menekşe yaylası varken Yuvacık es geçilse de olur; ya da şöyle diyelim Menekşe’ye gittiyseniz ve zamanınız varsa Yuvacık’a da uğrayabilirsiniz. Bölgenin esnafı artık alıştığımız üzere bir miktar kazıkçı. Yiyeceğinizi içeceğinizi yanınızda götürüp piknik + yürüyüş aktivitesini birlikte yapabilirsiniz. Şelale ve bülbül sesleri arasında mis gibi bahar havası sizleri bekliyor. Bölge Yuvacık Barajı’nın tehdidi altında fazla zaman kaybetmeden görmekte fayda var.
Adana – Yumurtalık Lagünü
Yumurtalık Lagünü Millî Parkı, 16 Aralık 2008 tarihinde kurulan, Türkiye’de Akdeniz Bölgesi’nde bulunan Adana ilinin Yumurtalık ilçesindeki eski Millî Park ve günümüzde doğa koruma alanı.
Bölge ülkemizde çevre duyarlılığı konusunda örnek alanlardan biri. Yukarıda Wikipedi’den alıntıladığımız milli park ve doğa koruma alanı karmaşası Yumurtalık özelinde de bir davaya dayanıyor. Maalesef bu tip bölgelerde yöre halkı koruma sınırlarını daraltarak ticaret yapma derdine düşüyor. İş bilmez milletvekilleri ve bakanlar devreye giriyor ve alanların statüsü milli park olarak değiştiriliyor. Milli park ismi korumacı dursa da gerçekler pek öyle değil. Milli park demek tesisleşme demek.
Yumurtalık Lagünü’de bu tehlikeyle yüz yüze. Son olarak Danıştay, su kuşlarının önemli uğrak yeri Yumurtalık Lagünü’nün, “Tabiatı Koruma Alanı” statüsünde kalmasına karar verdi. Bölgede göl lagünleri, kıyı kumulları, bitki ve hayvan türleri ile oluşturduğu kompleks yapısının, su kuşları açısından büyük öneme sahip olması nedeniyle 1994 yılında Tabiatı Koruma Alanı ilan edildiği ve Türkiye tarafından imzalanan Ramsar Sözleşmesi kapsamında belirlenen, “Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Listesi”ne 2005’te dahil edildiği bilgisine de yer verildi. Davalı tarafı duymak ister misiniz? Maalesef Başbakanlık ile Çevre ve Orman Bakanlığı.
Yumurtalık Lagünü’nü Adana’ya yapacağınız bir gezi programına dahil edersiniz pişman olmayacaksınız.
Urfa – Halfeti
Coğrafyayı değiştirerek ülkenin güneydoğusuna kayalım. İpek yolu rotası üzerinden Halfeti’ye kadar ulaşmak yanında ayrı bir bilgi görgü getirecektir. Bölgenin tarihi artık sular altında kalmış antik çağlardan Haçlılara ve Memlüklere kadar uzanıyor. Fırat Nehri üzerindeki baraj gölleri su tutmaya başladıkça yok olan binlerce yıllık tarih hepimizin ayıbı olarak kalacak. Birecik Barajı’nın altında bugün hâlâ binlerce keşfedilmemiş yıl yatıyor.
Mezopotamya’nın eşsiz çehresini tatmak için gitmeden önce biraz araştırma yapmanız gerekebilir. Malum ülkenin batısı, ortası ve doğusu arasında hem yaşayış hem de kültürel anlamda hayli fark var. Halfeti yakınlarındaki Rumkale civarı tarih boyunca Haçlı, Memlük, Ermeni ve Süryanilerin kontrolüne geçmiş. Buraya civar köylerden kayıklarla ulaşabilirsiniz.
Urla, Gülbahçe Körfezi, Balıklıova
Dikili’den aşağıya Çandarlı Körfezi’ne, oradan da körfezi geçerek Karaburun’a doğru iniyoruz. Buradaki kıyıların her birinde ayrı hikayeler gizli. Ancak bunları öğrenmek için kısa bir bahar kaçamağı değil, daha uzun ve sürekli seyahatler yapmak gerekiyor.
Cunda’dan başlayıp Akdeniz’e kadar inen hat boyunca merkezi yerlerden mümkünse bir nebze uzak kalmakta fayda var. Birkaç gidişin ardından yerel halkın huyuna suyuna alışıyoruz, onları kendimize değil, kendimizi onların ağır yaşamına alıştırıyoruz ve keyfimize bakıyoruz. Bu tarz gezilerde şunu unutmamakta fayda var. Şehir hayatının cicili bicili kıyafetleri buralarda aşırı parlayacaktır. Ve ne kadar parlarsak o kadar yeni kalacağız. Yeni kalıp görünür olmayı merkezlere saklamalı. Sakin beldelerde yeni kalmak değil, iklime uygun davranıp kamufle olmak güzel. Aksi halde ortalıkta kaktüs çiçeği gibi pırtlamış bir turistten fazlası olmak mümkün değil.
Urla Yarımadası’nda Yorgo Seferis ve Necati Cumalı gibi şairlerin geçtiği sokaklar iskeleye doğru muhabbeti, iskeleden yukarıya doğru ağır ağır eve gidişi resmeder. Sabahın erken saatlerinde güne başlamak, bölgede yapılan balık mezatlarına katılmak ve Özbek köyü taraflarında parmaklar süngere dönünceye kadar yüzmek için, baharı kaçırmayın. Bölgenin sakin köylerinden Balıklıova, ziyaret edilmesi gereken yerlerden.