”Bazı insanların sadece normal olmak için ne kadar çaba sarf ettiğini kimse fark etmiyor”
Bu cümle, Yabancı romanının açılış cümlesi değil, ama bizim aşağıda yaptığımız analizin temel noktası. Meursault’nun aslında tek derdini özetleyor. Aferim lan Camus diyoruz içimizden, ama sadece içimizden.
Sadece yaşayan insanlara verilen Nobel ödülünü, sanki genç yaşta öleceğini hissetmiş gibi erkenden alıp o ödülü alan en genç insanlardan biri olmaya hak kazanan Albert Camus bir depresyon hastasıydı. Bunu hiçbir zaman gizlemedi ve bundan kaçmadı. Hatta, yazdığı karakterlerde bunun çaresini aramak yerine kendisine dertleşeceği karakterler yarattı.
Biz diyoruz ki, Yabancı, Albert Camus’nün kendi içinde yarattığı bir hesaplaşma kürsüsüdür. Roman boyunca kendi yanlışları ve depresyonuyla hesaplaşır Camus ve bir sonuca varır. Bildiğiniz malum sonuca. Size romandan bahsetmeyeceğiz, alın okuyun. Bu bir analiz.
Toplumsal yalnızlık
”Yattığım yerde öğlene kadar sigara içmekten başka yapacak bir işim yoktu. İçtim de”
Meursault, tercihli yalnızlığı sorgulatan bir birey. Bu depresyonun en önemli aşamalarından biri. Roman boyunca defalarca kendimize sorduğumuz sorulardan biri Meursault’un yalnızlığının kendi tercihi olup olmadığı. Bundan bir şikayeti yok gibi duruyor, ama ya Meursault buna alışmak zorunda kaldıysa?
Annesi öldüğünde de, bir adamı öldürdüğünde de, evinde ekmek bittiğinde de tepkisi aynı. Yanında kimseye ihtiyaç duymuyor. Bu, Albert Camus’nün kendi içinde çözemediği bir izolasyon problemine işaret ediyor. İnsanlardan izole yaşamak isteyen, ama becermeyen Camus, Meursault ile bir ütopya yaratıyor kendisine.
Baba sorunu
”Annemin babam ile ilgili anlattığı bir hikayeyi hatırlıyorum da, babamı hiç tanımadım. Babam birinin idamını izlemeye gitmiş ve eve geldiğinde de öğlene kadar kusmuş. Birinin idamını izlemeye gitme düşüncesi bile çok mide bulandırıcı değil mi?”
Babasını hiç tanımamış bir Meursault ve babasını 1 yaşındayken kaybeden bir Albert Camus.. Burada açacağımız parantez biraz daha değişik ve diğer maddelerle çelişiyor, uyaralım. Bir ihtimal diyor ki, Meursault, Camus’nün aslında hiç tanımadığı babası. Onun ütopik yalnızlığı, giyotine kadar façadan ödün vermemesi vesaire tam bir güçlü insan figürü. Başkaldıran insan değil de, başkaldırmaya zaten ihtiyacı olmayan.
Bir diğer ihtimal de, babadan bahsedilen tek satırda da onun çok da ideal bir insan olmaması. Bu, Camus’nun kendisini rahatlatması. Babası işe yaramaz bir adamsa, onu özlemesine gerek olmayacak diyerek Meursault’un babasıyla kendi baba özlemini dindirmiyor, direk sifon çekiyor. Olabilir yani.
Anne
”Bugün, annem öldü. Belki de dün. Bilmiyorum. Huzurevinden bir telgraf geldi. ”Anneniz öldü. Cenazesi yarın kaldırılacak, saygılar” Bundan bir şey anlaşılmıyor. Belki de dün ölmüştür.”
Gelelim zurnanın hakikatten fransızca zırt dediği yere. Romanın ilk cümlesi budur. ”Bugün, annem öldü.”
Annesinin ölümü, Meursault gibi tepkisiz bir birey için pek önemli değildir. Yani en azından, o dış bilincinde öyle sanıyordur. Annesinin ölümü Meursault’nun yolculuğunun doruk noktasıdır, çünkü hiç karışmadan Albert Camus’nün annesini temsil eder. Annesi, fransız işgalindeki Cezayir’de kaldığında, Camus ünlü bir yazardır. Yabancı’daki Meursault, annesini umursamazken, onun iyi olduğuna kendisini ikna etmeye uğraşırken aslında Camus, kendisini annesi ile ilgili telkin ediyordur. Anne öldüğünde de, Meursault’un umursamazlığı, Camus’nün kendi vicdan azabıdır.
Marie
”Plajda Marie’yi gördüm. Onu arzuluyordum. O da beni arzuluyordu. Onu belinden tuttum, birlikte biraz yüzdük”
Marie, Meursault’un Odipal yangını. Ofiste görüyor sürekli, onu arzuluyor, Marie de onu. Ama şöyle bir şey var ki, annesi ölene kadar Marie ile bir etkileşime girmiyor. Annesinin cenazesinden döndüğünde Marie ile yürüyüşe çıkıyor, sinemaya gidiyor ve sevişiyor. Sonra aynı annesine yaptığı gibi, onu annesinin yerine koyduğu için, Marie’yi de görmekten kaçmaya başlıyor. Yani Marie’yi, görmemek için uzağa yolladığı annesinin yerine koyuyor.
Bu tabloda, Marie, Camus’nün annesine yaptığı bir eleştiri.
Raymond Sins
”Bay Meursault, ben iyi biriyim. Ama biraz şeyim, sertim”
Agresiflik depresyonun en net belirtilerinden biri. Daima kaba ve sert olan, yani aslında maskülen olan Raymond, Meursault’un içindeki gizli anksiyeteyi temsil eder. Yani Camus, içindeki bir türlü yenemediği o maskülen yanından utanmakta ve bunu Raymond üzerinden eleştirmektedir. Neticesinde de Meursault arkadaş kurbanı olur. Gaza gelmez ama onunla aynı yerde bulunmanın bedelini öder.
Cinayet
”Ben bir adam öldürdüm ve size inanmadan öleceğim!”
Meursault, inanılmaz güneşli bir sahildeyken, neden olduğunun çok önemi yok, bir adamı öldürür. Raymond ona bir silah vermiştir ve etrafta çok güneş vardır. Tıpkı sanrı ve rüyalarımızda ışık ayarının tutmaması gibi. Camus, bir şeyin sorumluluğunu hissediyor ve bunu depresyona bağlıyor.
Camus’nün depresyonunda, depresif haldeyken yaptığı ve sonrasında pişman olduğu için faturayı depresyonuna çıkarttığı durumların karşılığı.
Bir el, ardından da dört el silah sesi
”Peki bay Meursault, bir el ateş ettikten sonra, diğer üçünü neden eklediniz?”
Depresyonda insanın kontrolsüz olduğu, temkinsiz hissettiği anlar. Meursault gözüne giren güneş yüzünden karar veremez ve bir el ateş eder. Sonrasında da bir patlama anı olarak arkasından üç el ekler. Bu, Meursault’un pasif olmayı bırakıp, aktif bir karar aldığı ilk andır. Bu bir insiyatiftir ve depresyondan çıkmaya çalışmanın çırpıntısıdır.
Camus’nün depresyonundaki çırpıntısı ve aldığı riskleri temsil ediyor.
Uyku
”12 saat uyuyacak olmanın getirdiği derin huzur”
Annesinin ölüm haberini aldıktan sonra, Meursault için saat başlar. İnanılmaz soğuk huzurevi ve inanılmaz sıcak cenaze yolu boyunca, tren yolu boyunca Meursault uyumaz. Annesi ölünce, dertlerinden feragat eder ve naaş başında bile sadece uykuyu düşünür.
Bu onun bir sonraki ana geçebilmesi için can kurtaranıdır.
Camus’nün depresyonunun, uyku boyutu. Kaçma boyutu. Belki de yalancı bir heves..
Mahkeme
”Bay Meursault’un halka açık bir meydanda boynunun kesilmesine oy birliğiyle karar verilmiştir”
Yabancı romanında mahkemeye, Meursault’un alakalı alakasız bir sürü insanla beraber yargılanması sırasında uğrarız. Marie, Raymond ve hikayedeki tüm insanlar tanıktır. Bu insanların hepsinin Meursault’un depresyonunun bir yansıması olduğunu kabul ediyorsak, aslında bu Meursault için bir kabullenme evresidir. Yüzleşme değil. Yabancı romanının tamamı bir yüzleşme zaten.
Depresyondaki, kabullenme safhası.
Rahip
”Bana bayım demeyeceksin! Bana Peder diyeceksin!”
Depresyonda bir insandan alaka kesilmez ama, çok da üzerine gidilmez öyle değil mi? İdam kararını aldıktan sonra, bir rahip gelip Meursault’u kutsamaya kalkar. Meursault, rahibi afedersiniz çok pis döver.
Camus’nün depresyon tablosunda, bu Camus’ye yol gösterme ayağına onu boğan insanlara verdiği çok agresif bir tepki.
Vesselam, kendi depresyonunuzu yenerken kazara Nobel ödülü kazanırsanız, bizi de unutmayın.